ABD-Rusya-Türkiye Üçgeninde Halep ve Musul

Halep şehrinin kontrolünün kimde olacağı Suriye iç savaşının başından bu yana savaşan tüm taraflar açısından kritik önem arz etti. Halep, ayaklanmanın ilk dönemlerinde nispeten sakindi. İlk olaylar Halep kırsalda başladı ve sonrasında merkeze yayıldı. O tarihten bu yana ne muhalifler Halep’i tamamen kontrol edebildi ne de rejim muhalifleri şehirden çıkarmayı başardı.

Süreç içinde çatışma hatları belirginleşti ve rejim ve muhaliflerin belli bölgeleri kontrol ettiği parçalı bir yapı ortaya çıktı. Kabaca şehir merkezinin doğusundaki semtlerde muhalifler ve batısında rejim kontrolü oluştu. Söz konusu denge uzun zamandır korunuyordu. Muhaliflerin hava gücü olmaması nedeniyle rejim kontrolündeki bölgelerde nispeten güvenlik ve istikrardan bahsetmek mümkünken muhalif kontrolündeki yerler düzenli olarak Suriye ordusunun hava saldırılarına maruz kaldı. Buna bağlı olarak şehrin batısında muhaliflerin sınırlı saldırıları dışında normal yaşam devam ederken Halep merkezin doğusundaki yerleşimler alt üst oldu, sivillerin önemli bir kısmı göç etmek durumunda kaldı.

Halep merkez ve yakın çevresindeki güç dağılımı 2016 yılının başından itibaren değişmeye başladı. Bu değişime neden olan gelişme Rusya’nın Suriye iç savaşına Eylül 2015 tarihinden itibaren doğrudan müdahil olmasıydı. Rusya’nın Suriye’de gerçekleştirdiği askeri operasyonlardan yola çıkarak bir değerlendirme yapıldığında üç önceliğinin olduğu söylenebilir. Birincisi Suriye’deki Rus askeri varlığını güvence altına almak. Bu çerçevede Rus deniz ve hava üssünün kurulduğu Tartus ve Lazkiye’nin yakın çevresindeki muhalif unsurları temizlemeye girişti. Rusya’nın ikinci önceliği enerji kaynakları ve hatlarının kontrol altına alınması oldu. Bu çerçevede de Doğu Akdeniz’e çıkışı ve Palmyra’yı güvence altına aldı. Rusya’nın üçüncü önceliği ise Halep’i tamamen rejimin kontrolüne bırakmaktı. Rusya, rejimin zaten uzun zamandır devam eden Halep’i kuşatma çabalarına destek verdi. Rejim ordusu, havadan Rusya ve karadan İran kontrolündeki yabancı milis güçler desteği ile önce güney sonrasında da kuzey Halep’te önemli ilerleme kaydetti. Bu süreçte en kritik gelişme Şubat 2016 tarihinde Nubul ve Zehra yerleşimlerinin Suriye ordusu ve milis güçlerin eline geçmesi oldu. Böylece Türkiye sınırında muhalifler kontrolündeki Azaz ile Halep bağlantısı kesildi. Bu hattın önemi, Halep merkezin Türkiye ve dolayısıyla dünya ile bağlantısını sağlayan en önemli koridor olmasıydı. Bu tarihten itibaren Halep’e giden yardımlar sadece İdlib üzerinden ulaşmaya başladı. Temmuz 2016 tarihinde rejim güçlerinin Kastello yolunu kapatmasıyla Halep’teki muhalif bölgeleri tamamen kuşatma altına alınmış oldu. Muhalifler şehrin güneyinden yeni bir koridor açarak kuşatmayı kırsa da bu durum çok uzun sürmedi ve Rusya’nın hava desteği altında Suriye ordusu ve Şii milisler, güneyden açılan hattı kapatmayı başardı. 2016 Eylül’ünün ilk haftasında ABD ve Rusya arasında Suriye’de ateşkes anlaşmasına varıldığı açıklandı. Bu anlaşmaya göre rejim kuşatması altındaki Halep’te taraflar ateşkes ilan edecek ve şehre insani yardımların girişine izin verilecekti. İlk aşamada çatışmalar azalsa da 19 Eylül tarihinde Halep’e giden insani yardım konvoyu vuruldu. Rusya saldırının muhalifler tarafından yapıldığını iddia etse de genel kanaat konvoyun rejim tarafından vurulduğu şeklindeydi. Bu gelişmenin ardından çatışmalar şiddetlendi ve halen Halep’te yoğun Rus hava saldırıları devam ediyor.

Halep’teki gelişmelere ABD’nin pozisyonundan bakıldığında ise Rusya’nın elinin daha da güçleneceği sonucu çıkıyor. ABD açısından Suriye dosyası IŞİD ile mücadele demek ve soruna tamamen terör ile mücadele perspektifinden bakıyor. ABD’nin Suriye geneli, siyasi çözüm ile çok fazla ilgilenmediği söylenebilir. Buna rağmen mümkün olursa yeni başkan koltuğuna oturana kadar Halep’in tamamen rejim kontrolüne geçmesini engellemeye çalışıyor.

Suriye genelinde de mevcut denge ve kördüğümün sürmesini amaçladığı anlaşılıyor. Ancak bazı faktörler ABD’nin Halep konusunda Rusya’yı sınırlandıracak bir etki yaratmasını engelleyecektir. Birincisi ABD’de tek gündemin DEAŞ ile mücadele olması. İkincisi Obama yönetiminin en baştan itibaren dış politikada güç kullanımı konusunda çekimser davranması. Esasında ABD içinde Obama yönetimine yönelik Suriye’de büyük bir güç boşluğu yarattığı, sahayı tamamen Rusya’ya terk ettiği ve Saraybosna’da olduğu gibi Suriye’deki insani krizde rolü olduğu yönünde eleştiriler yapılmaktadır. Ancak Obama yönetiminden son aylarında güç kullanımı konusundaki duruşunda kritik bir değişim beklemek gerçekçi değil. Başta ABD olmak üzere Batı’nın ilgisiz kaldığı Halep’te muhaliflerin kaderlerine terk edildiğini söylemek mümkün. Rusya da ABD’nin yeni başkan seçilene ve Musul’da sonuç alana kadar Suriye konusuna çok fazla angaje olamayacağının farkında ve bu nedenle Halep’te kısa zaman içinde sonuç almak isteyecektir. Dolayısıyla Halep’te insani krizin derinleşmesini beklemek gerekiyor. Muhaliflerin kontrolündeki bölgede yaşayan 250 bin civarındaki sivil halkın uzun süre kuşatmaya direnmesi zor ve göç dalgasının hedefi İdlib ile Türkiye olabilir. Silahlı muhaliflerin ise ne kadar dayanacağı şüpheli. Ancak şehrin kısa süre içinde rejimin kontrolüne geçmesi yine de zor gözükmektedir. Rusya ve rejim hava üstünlüğünü kullanarak ve insani malzemelerin girişini engelleyerek yıpratma savaşı yürütecek, muhaliflerin teslim olmasını bekleyecektir. Zira rejim kanadının hava üstünlüğüne rağmen muhalifler karada ve şehir savaşında daha tecrübeli ve başarılı. En nihayetinde Halep rejimin eline geçebilir ancak bu Suriye iç savaşında rejimin zaferi anlamına gelmiyor. Rusya ve rejim bir bölgeye güç kaydırdığında diğer bölgelerde açık yaşayabilmekte. Halep’te baskı altında olan muhalifler son haftalarda Hama’da önemli kazanımlar elde etmişti. Aynı şekilde Halep’i rahatlatmak için İdlib üzerinden Lazkiye kuzey kırsalına da saldırılar başlatan muhalifler bazı yerleşimleri rejimden geri almayı başardı. Halep’in düşmesi psikolojik ve askeri üstünlüğü rejime geçirecektir. Ancak halen Suriye’deki kördüğümün çözülmeye gittiğini söylemek zor.

 

Musul ve yeni denklemler

ABD’nin yakın vadede önceliğinin Musul’a kayacak olması da Halep’te rejim ve Rusya’yı rahatlatacaktır. Başkanlık seçimi öncesinde DEAŞ’e karşı başarı hikayesi arayışında olan Obama yönetimi Musul’da Suriye’ye göre daha kolay bir başarı elde edebileceğini düşünüyor olmalı. Musul’un DEAŞ’den kurtarılması operasyonunun ise ABD-Rusya’dan ziyade ABD-Türkiye ilişkilerinde yeni bir kriz yaratma potansiyeli vardır. Türkiye’nin Musul’a ilişkin kaygısının temelinde şehri DEAŞ’den kurtarma operasyonuna Şii milisler ve PKK’nın katılması olasılığı yatıyor. Buna karşılık ABD, Türkiye’nin Irak’taki askeri varlığını kabul etmeyen Irak hükümetine yakın duruyor. ABD, PKK’nın Musul operasyonunda olmasının söz konusu olmadığını belirtse de PKK’ya bağlı bazı milis grupların katılımı olasılık dahilinde. Türkiye ise Musul’un yerel unsular tarafından yönetilmesi gerektiğini savunuyor ve dışarıdan gelerek intikam arayışında olacak radikal ve kontrol dışı milis güçlerin şehre girmesinin bölgede yeni istikrarsızlıkları beraberinde getireceğini düşünüyor. Türkiye’nin bir diğer beklentisi Musul’da DEAŞ öncesi güç dağılımına dönülmesi. Musul DEAŞ öncesinde belki de Türkiye’nin kendi sınırlarının ötesinde en fazla etkinliğinin olduğu yerdi. Şimdi ise Türkiye ve desteklediği grupların DEAŞ sonrası düzende ne kadar rol alacağı şüpheli. Rekabet halinde olduğu İran ise merkezi hükümet ve milis güçler üzerinden Türkiye’nin yakın ilgi alanına giriyor. Türkiye bunu da engellemek isteyecektir. Askeri dengeler ABD ve İran lehine olsa da Musul’un kimliği, nüfus yapısı ve şehrin Türkiye’ye coğrafi yakınlığı Türkiye’yi öne çıkarıyor. Türkiye muhtemelen Musul’daki güç mücadelesine uzun vadeli yaklaşacaktır.

Sonuç olarak Musul’da sorun şehrin DEAŞ’den kurtarılması değil, DEAŞ sonrasında şehirde nasıl bir yönetim olacağı, hangi aktörlerin nereleri kontrol edeceği ile ilgili. ABD kendi eğittiği Musullu güçler ve Irak merkezi hükümeti ile güneyden ilerlerken, Türkiye ve peşmergelerin Musul’u doğu ve kuzeyden kuşatması bekleniyor. Şehrin batısında ise bir koridor açık bırakılıp DEAŞ unsurlarının Suriye’ye kaçmasına yol verilmesi düşünülüyor. Bu da DEAŞ’a karşı son büyük savaşın Rakka’da olacağı anlamına geliyor. Rakka operasyonunda durum çok daha karmaşık. Rakka’da DEAŞ sonrası için Türkiye, ABD, Rusya, Suriye rejimi, ÖSO ve PKK/YPG pozisyon almak isteyecektir. Bu da birbiri ile uzlaşması neredeyse imkansız çıkar mücadeleleri anlamına geliyor. Yani Rakka Musul’dan çok daha zor olacak gibidir.

Bu yazı “ABD-Rusya-Türkiye üçgeninde Halep ve Musul” başlığıyla Star gazetesinde yayımlanmıştır.