Bahreyn Parlamento Seçimleri: Çözüm mü, Kriz mi?

Nebahat Tanrıverdi O, ORSAM Ortadoğu Uzman Yardımcısı, nebahattanriverdi@orsam.org
2010 Parlamento seçimleri yılını doldurmadan Bahreyn 24 Eylül’de gerçekleşecek yeni seçimler için hazırlık yapmakta. 14 Şubat 2011 tarihinde başlayan protesto gösterilerinin ardından Bahreyn’in en büyük Şii muhalif grubu olan El Vefak’ın toplu istifası ile boşalan 18 koltuğun doldurulması için sandık başına gidecek olan Bahreyn’de sular halen durulamadı. Son yedi aylık süreçte sağlanan görece istikrar kırılganlığını korurken protesto gösterileri de devam etmektedir. 14 yaşındaki Ali Cevad’ın güvenlik güçlerince öldürüldüğü iddiası ise 31 Ağustos’ta yeniden alevlenen eylemleri şiddetlendirmiş ve seçim öncesi gerginliği tırmandırmıştır.

Körfez Kalkanı Gölgesinde Seçim Öncesi Süreç

Tunus ve Mısır’daki gelişmeler, Bahreyn’de 2011 parlamento seçimlerinde gerilen siyasi atmosfer için önemli bir hareket noktası olmuş ve kitlelerin 14 Şubat tarihi itibari ile İnci Meydanı başta olmak üzere ülkenin önemli merkezlerinde protesto gösterilerinin düzenlenmesi ile sonuçlanmıştır. Ülkeyi yöneten Sünni Halifa hanedanının muhalif gruplarla görüşmelere devam ettiği sırada, Bahreyn’deki Sünni rejimin düşmesinden çekinen Körfez ülkeleri, Suudi Arabistan, Kuveyt ve Birleşik Arap Emirliklerine bağlı kuvvetlerden oluşan Körfez İşbirliği Komisyonu’na bağlı “Körfez Kalkanı” adı altında ülkeye asker göndermiştir. Körfez Kalkanı kuvvetleri Bahreyn’de 17 Mart 2011 tarihi itibari ile olağanüstü hal ilan etmiş ve Şii muhalefet lideri Hasan Meşami ile Vaat Partisi lideri İbrahim Şerif gibi muhalif isimler başta gelmek üzere 1000’den fazla eylemci tutuklanmıştır. Temmuz ayında ise Kral Hamit bin İsa el-Halifa “ulusal diyalog” görüşmelerini başlatarak muhaliflerle uzlaşı sağlama yoluna gitmiştir. Öte yandan Kral, eylemlere katıldıkları gerekçesi ile işlerinden kovulan 1500-2600 kişinin haklarının iade edileceği açıklamasını yapmıştır. Şubat ayı itibari ile ülkede başlayan olayları incelemesi amacı ile “Hakikat Araştırma Komisyonu” kurulmuş, bu kapsamda değişik insan hakları kuruluşları da benzer amaçla komisyonlar oluşturarak çalışmaya başlamışlardır. Ekim sonunda Hakikat Araştırma Komisyonu’nun nihai raporunu açıklaması beklenmektedir.

Ancak tüm bu hamleler ve gelişmeler ülkedeki siyasi gerginliği sona erdirememiştir. Ulusal diyalog görüşmelerinden çıkan tavsiye kararlarına göre parlamentonun seçimle gelen ve 40 vekilden oluşan alt kanadının yetkileri genişletilecek, öte yandan kral tarafından atanan üst kanatın yetkileri korunacaktır. Reform önerilerini yeterli bulmayan El-Vefak grubu, Temmuz ayında görüşmelerden çekilerek ulusal diyalog görüşmelerini sona erdirmiştir. 24 Ağustos’ta hükümet, ulusal diyalog görüşmelerinden çıkan tavsiye kararlarının uygulamaya geçirilmesi için El-Vefak’tan boşalan 18 koltuğun doldurulması ve parlamentonun faaliyete geçmesi gerektiğini belirterek seçimlere gidileceğini duyurmuştur. El-Vefak sadece görüşmelerden çekilmemiş aynı zamanda 24 Eylül’de yapılması planlanan seçimleri de boykot edeceklerini açıklamıştır.

Ekim sonuna gelindiğinde hükümetin “her iki tarafında hatalar yaptığını” ancak “devlet destekli suistimallerin gerçek dışı olduğunu” açıklaması, devletin sistematik ayrımcılık, işkence ve eşitsizlik içeren uygulamaları olduğunu iddia eden muhaliflerin sert tepkisi ile karşılaşmıştır. 31 Ağustos’ta Şii nüfusun yoğunluklu yaşadığı bölgelerden kitlelerin İnci Meydanı gibi merkezlere girme çabası güvenlik kuvvetlerinde engellenmiş ancak önemli bir petrol bölgesi olan Sitra’da 14 yaşındaki bir çocuğun ölümü eylemlerin şiddetlenmesine neden olmuştur.

Muhalifler Ne istiyor?

Demografik yapısı itibari ile Şii çoğunluk nüfus - Sünni monarşi geriliminin yaşananlardaki payı yadsınamaz. Mevcut gerilimde monarşinin yanı sıra önemli tüm mevkiler ve güvenlik kurumlarının, Sünni azınlığın kontrolü altında olmasının payı da oldukça önemlidir. Ana hatları ile muhalif gruplar monarşinin sistematik bir şekilde Şiilerin devlet kurumlarından, yerleşimlerden ve sağlık hizmetlerinden dışlandığını ve Şiilere etnik ayrımcılık uygulandığını iddia etmektedirler. Kilit mevkilerden ve güvenlik kurumlarından dışlanmalarını en görünür kanıt olarak öne süren muhalifler, Şiilerin refah dağılımından eşit pay almadığını ve yoksullaştırıldıkları öne sürmektedirler. Öte yandan Şubat ayı itibariyle gerçekleştirilen protesto gösterilerine katılan pek çok kişinin devlet şirketleri başta olmak üzere büyük kuruluşlardan kovulması, mevcut ekonomik eşitsizliği derinleştirmiş ve gelecekteki olası eylemler için zemin hazırlamıştır.

Etnik temelli ayrımcılık iddialarının yanı sıra, bir diğer önemli anlaşmazlık ise demografik yapının sistematik bir şekilde monarşi tarafından değiştirilmeye çalışıldığı yönündeki söylemdir. 1,2 milyon nüfusa sahip olan Bahreyn’de bu nüfusun yarısı yabancılardan oluşmaktadır. Monarşinin demografik yapıyı Sünni nüfus lehine değiştirmek istediği ve bu nedenle Bahreynli olmayan Sünnilere kolay bir şekilde vatandaşlık ve iş verildiği iddia edilmektedir. Bu iddialar yeni değildir; Bandargate Skandalı olarak adlandırılan, Şii nüfusun demografisinin değiştirilmesine yönelik gizli raporun kamuoyuna 2006 yılında sızdırılması hadisesinden beri muhaliflerin gündeminde bulunmaktadır. Ülkede monarşi ve Sünni nüfus ile Şii nüfus arasında etnik gerilimi arttıran bu olay ve ardında bıraktığı iddia güven sorununu da derinleştirmektedir. Monarşi tarafından İran casusları olarak algılanan Şii muhalifler de monarşiyi doğrudan tehdit olarak algılamakta ve sınırlandırılması gerektiğini savunmaktadırlar.

Son olarak Hak ve Vefak gibi önemli muhalif hareketlerin uzun yıllardır talepleri monarşi üzerine odaklanmıştır. 2002 sonrası dönemde anayasal monarşinin getirdiği modernleşme sürecinde, Şii muhalefetin hareket alanı nispeten genişlemiştir. Yeni anayasa ve parlamento, önceki krizlerde muhalifleri sakinleştirmeye yetmişti. Ancak parlamento alt kanadının yetkilerinin kral tarafından atanan üst Şura tarafından sınırlandırılması, 2006 tarihinden itibaren pratikte test edilmiştir. Bu durum özellikle 30 altı yaş grubunda muhalif anlayışın güçlendirmiş görünmektedir. Ayrıca Parlamento alt kanadındaki vekillerin seçiminde uygulanan usullerin demografik dağılıma ve yoğunluğa göre belirlenmemiş olması Şii nüfusun alt kanata da sınırlı sayıda vekil sokmasına neden olmaktadır. Nüfusun % 70’ini oluşturan Şiiler 2010 seçimlerinde 40 sandalyelik parlamento alt kanadına 18 vekil gönderebilmiştir. Bu durum da büyük bir hoşnutsuzluk nedeni olarak karşımıza çıkmaktadır. Muhaliflerin daha fazla temsil hakkı bu bağlamda değerlendirilmelidir.

Sonuç

Bugün gelinen noktada Bahreyn’de son yedi ayda yaşananları sadece Tunus’taki iktidar değişikliği ile oluşan “domino etkisi” ile açıklamak oldukça güçtür. Tarihsel gerilimin yanı sıra oldukça yakın bir geçmiş olan 2002 tarihinden itibaren ortaya çıkan güncel siyasi sorunların etkisi oldukça açıktır. Öte yandan bahsi geçen sorunların dondurulmaya çalışıldığını söylemek yanlış olmayacaktır. 2010 yılında gerçekleşen parlamento seçimlerinin öncesinde yaşanan süreç ise Şubat eylemlerinin en yakın tarihli gerekçelerini oluşturmaktadır. Bahreyn monarşisinin sorunları “ulusal diyalog” görüşmeleri ile çözme çabası ise sonuçsuz kalmış ve 2002’deki siyasi duruma geri dönülmüştür. Önümüzdeki süreçte ise bazı önemli hususların belirleyici olacağı söylenebilir. Monarşinin izleyeceği yol, boykot kararına rağmen seçimlerin yapılacağının ve seçmen ve adayların korunacağının duyurulması ile ortaya konmuştur. Şii muhaliflerin dışarıda kaldığı bir parlamentoyla bile olsa reform sürecine devam edileceği mesajı açıktır. Bu noktada Hak ve Vefak Hareketleri gibi önemli muhalif grupların tutum ve açıklamaları ile Şeyh İsa Kasım gibi önemli Şii din adamlarının açıklamaları, muhalif kitleler üzerinde etkili olacaktır.

Ayrıca Şii yerleşim bölgelerinden İnci Meydanı gibi önemli merkezlere protesto gösterilerinin kayma potansiyeli hala bulunmaktadır. 14 yaşındaki Ali Cevad’ın, Tunuslu Buazizi gibi önemli bir figüre dönüşüp dönüşmeyeceği ve kitle tepkisi de bir başka önemli hususu oluşturmaktadır. Ekim ayı sonunda açıklanması beklenen Hakikat Araştırma Komisyonunun nihai raporunun da etkileri göz ardı edilmemelidir. Ayrıca Eylül seçimlerinin sonuçlarının da benzer bir etkisinin olacağı düşünülebilir.