Bonn Zirvesi’nin Ardından: 2020’ye Doğru Türkiye’nin Ulusal İklim Değişikliği Stratejisi (I)

İklim değişikliği, içinde bulunduğumuz dönemin en önemli küresel sorunlarından biri konumundadır. Dünya çapında sıcaklık artışı ve buna bağlı etkiler insan medeniyetini pek çok boyutta tehdit etmenin yanında gezegen için de ciddi riskler yaratmaktadır.  Günümüzde iklim değişikliğinin insan kaynaklı olduğu tezi genel olarak kabul edilmektedir. Bu çerçevede çabalar bu doğal olmayan sürecin yavaşlatılması ve mümkünse durdurulması, ve aynı zamanda sürecin olumsuz etkileriyle mücadelesinde yoğunlaşmış durumdadır. Bu yazıda, Kasım 2017’de Almanya’nın Bonn kentinde gerçekleştirilen zirvenin ardından Türkiye’nin iklim değişikliği ile mücadeleye yönelik hazırladığı ilk temel belge niteliğindeki Ulusal İklim Değişikliği Strateji’si tartışılacaktır.

İnsan faaliyetleri kaynaklı iklim değişikliği ve bunun neden olduğu olumsuz etkileri azaltmayı hedefleyen en önemli hükümetler arası çaba Birleşmiş Milletler (BM) İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’dir (İDÇS). İDÇS, 1992’de Brezilya’nın Rio kentinde düzenlenen BM Çevre ve Kalkınma Zirvesi’nde imzaya açılmış, ve 21 Mart 1994 tarihinde yürürlüğegirmiştir. Birkaç yıl içinde bu küresel sözleşmeye taraf olmayan, içlerinde Türkiye’nin bulunduğu çok az sayıda ülke kalmıştır. 2002 yılına kadar, Türkiye, Afganistan, Andorra, BruneiSultanlığı, Vatikan, Irak, Liberya, Filistin ve Somali hariç olmak üzere diğer 186 ülke bu sözleşmeye taraf olmuştur (Türkeş, 2002). Bu arkaplan çerçevesinde, Türkiye’nin uluslararası iklim rejimine “geç ve pasif katılımı” uzunca süredir eleştiri konusu olmayı sürdürmektedir.

Türkiye’nin sözleşmeye taraf olmamaktaki temel tezi, karbondioksit ve diğer sera gazı salımlarını 2000 yılına kadar 1990 düzeyinde tutmasının olanaksız olduğu ekseninde şekillenmişti. Türkiye, ancak İDÇS’nin iki Ekinden de çıkarak, ya da özel koşulları dikkate alınarak kendisine bazı kolaylıklar sağlanmasıkoşuluyla Eklerde kalmayı, ve Sözleşme’ye taraf olabileceğini resmi olarak bildirmişti. 29 Ekim-6 Kasım 2001 tarihlerinde Fas’ın Marakeş kentinde yapılan 7. Taraflar Konferansı’nda (COP-7) Türkiye’nin Ek II’den çıkarak özel koşullarıtanınmış Ek I ülkesi olarak BMİDÇS’ye taraf olma isteği kabul edilmiştir. Bunun üzerine, sözleşmenin yürürlüğe girdiği tarihten ancak 10 yıl sonra, 24 Mayıs 2004’te Türkiye resmen sözleşmeye katılan 189. taraf ülke olabilmiştir. Ne var ki, Türkiye, küresel iklim değişikliğine ilişkin politik alanda son yıllarda daha hızlı mesafe katetmiş bir ülkedir. Bu çerçevede Türkiye, 2009 yılında Kyoto Protokolü’ne taraf olmuş, ve pek çok yasal düzenlemeyi bunu izleyen yıllarda yaşama geçirmiştir.

“Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesine (BMİDÇS) yönelik Kyoto Protokolüne Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı” 5 Şubat 2009 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’nda kabul edilmiştir. Söz konusu 5836 sayılı Kanun 17.02.2009 tarih ve 27144 sayılı Resmi Gazete’deyayımlanmıştır. Türkiye’nin Kyoto Protokolü’ne taraf oluşunu bildiren “Katılım Belgesi” ilgili Bakanlar Kurulu Kararı’nın 13 Mayıs 2009 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanmasını takiben, 28 Mayıs 2009 tarihinde söz konusu Protokol’ün depositeri BM Genel Sekreteri’ne tevdi edilmiştir. Türkiye, Kyoto Protokolü’nün 25inci maddesi uyarınca “Katılım Belgesi”nin tevdi tarihini izleyen doksanıncı gün olan 26 Ağustos 2009 tarihinde Protokole resmen taraf olmuştur.

Çok sayıda yasal düzenlemeye ek olarak pek çok -etkisi değişmekle birlikte- eylem de yaşama geçirilmiştir. Ancak tüm bunları gerçekleştiren Türkiye'nin iklim değişikliği ve kalkınma arasındaki ilişkiye yönelik kabullerinde ciddi değişimler yaşanmamıştır. Bu nedenle, yapılan yasal düzenlemeler ve bunlarla bağlantılı olarak ortaya konan eylemlerin Türkiye'nin iklim değişikliğine uyum ve onunla mücadele konusunda kayda değer sonuçlar ürettiğini savunmak mümkün görünmemektedir. Ülkenin karbon salımındaki artışın sürekliliği bu durumu kanıtlar niteliktedir. 1990 yılından 2006 yılına kadar Türkiye’nin karbon salımı neredeyse ikiye katlanmıştır. Ayrıca, gerek bakanlıklar vb kuruluşlar tarafından hazırlanan raporlar,  stratejiler gibi belgeleri içeren resmi literatürde, gerekse konuyla ilgili kamu otoritelerinin düşünce beyanlarında, iklim değişikliği konusunda atılacak adımların kalkınmaya sekte vuracak nitelikte değerlendirilmesi bu sürekliliğin en önemli göstergesi durumundadır. Bu durumun sonucu olarak, Türkiye'nin günümüzde bulunduğu aşamadan bir ileriki aşamaya geçebilmesi ve iklim değişikliği ile ilgili sonuç alıcı pratikler ortaya koyabilmesi için temel varsayımlarında bir yeniden ele alma sürecini başlatması gerekmektedir.

2009 yılında, o zamanki Çevre ve Orman Bakanlığı eşgüdümünde, kamu kurumları, özel sektör temsilcileri, sivil toplum kuruluşları ve üniversitelerin katılımı ve uzun sureli bir çalışma süreci ile oluşturulan Strateji belgesi, 2007 yılında yayımlanan İklimDeğişikliği Birinci Ulusal Bildirimi’nin ardından, Türkiye’nin iklim değişikliğine yönelik yayınladığı ilk kapsamlı belge niteliğini taşımaktadır.

Ulusal İklimDeğişikliği Stratejisi (2010-2020) Belgesi, 3 Mayıs 2010 tarihinde Yüksek Planlama Kurulu tarafından onaylandı. 2010-2020 Stratejisi’nin en önde gelen özelliklerinden birisi Yüksek Planlama Kurulu (YPK) tarafından onaylanmış olmasıyla diğer pek çok resmi belgeden farklı bir hukuki statüye sahip bulunmaktadır. Başbakan başkanlığında toplanan, ve ülkedeki ekonomik, sosyal ve kültürel hedefler ile politikaların belirlenmesine esas teşkil edecek hususların karara bağlandığı Yüksek Planlama Kurulu’nun görevleri; iktisadi, sosyal ve kültürel kalkınmayı planlamada ve politika hedeflerinin tayininde Bakanlar Kuruluna yardımcı olmak ve hazırlanacak kalkınma planları ile yıllık programları, Bakanlar Kuruluna sunulmadan önce, belirlenen amaçlara uygunluk ve yeterlik bakımından incelemek, ülkenin yurt içi ve yurt dışı ekonomik hayatıyla ilgili konularda yüksek düzeyde kararlar almak, yatırım ve ihracatın teşvikine ilişkin esasları tespit etmek, Toplu Konut İdaresi bütçesini onaylamak, ve kanunlarla ve diğer mevzuatla yetki verilen konularda karar vermek olarak sıralanmıştır. Yasal mevzuata göre, YPK’da görüşülen konular Bakanlar Kurulu tarafından öncelikle karara bağlanır.

Strateji belgesinde Türkiye’nin sera gazıazaltım faaliyetleri çerçevesindeki tutumu özetlenmektedir: “Türkiye’nin ekonomik ve demografik gelişimi göz önüne alındığında, herhangi bir geçmiş yıl referans verilerek sera gazı emisyon azaltım taahhüdü vermesi mümkün değildir. Türkiye emisyon sınırlamasını, sürdürülebilir kalkınmasını ve yoksullukla mücadele çabalarını olumsuz yönde etkilemeyecek şekildealacağı önlemler yoluyla gerçekleştirmeyi planlamaktadır”. Strateji belgesinde pek çok kez Türkiye’nin orta gelirli gelişmekte olan bir ülke olarak bulunduğu özel konum vurgulanmaktadır.

Türkiye’nin olanakları ve potansiyeli le orantılı olarak uluslararası çabalara daha fazla katkıda bulunma niyetini belirttiği Strateji’de temel olarak 2020 yılına kadar ulaşılması hedeflenen ana eylemler belirtilmiştir. Bu çerçevede, 1-Sera Gazı Emisyon Kontrolü, 2- İklim Değişikliğine Uyum, 3- Teknoloji Geliştirme ve Teknoloji Transferi, 4- Finansman, 5-Eğitim, Kapasite Artırımı ve Kurumsal Yapı  başlıklarında kısa, orta ve uzun vadeli hedefler ortaya konulmaktadır. Kısa vadeli hedeflerin bir, orta vadeli hedeflerin bir yıl içerisinde, orta vadeli hedeflerin üç ve uzun vadeli hedeflerin de on yıl içerisinde gerçekleştirilmesi öngörülmektedir. Sera Gazi Emisyon Kontrolü ana başlığı da sektörel alt başlıklara ayrılarak detaylandırılmıştır. Bunlar; enerji, ulaştırma, sanayi, atik, ve arazi kullanımı, tarım ve ormancılıktır. Bu bölümlerin ardından, izleme ve değerlendirme bölümü yer almakta ve burada, Strateji’nin başarılı bir biçimde uygulanmasını sağlamaya yönelik alınacak önlemlerden ve prosedürlerden bahsedilmektedir.