Esad Rejimi Arap Dünyasına Dönüyor mu?

Suriye iç savaşı başladığı günden itibaren başta Türkiye, ABD ve Arap Birliği ülkeleri olmak üzere birçok ülke Esad iktidarına tepki olarak Suriye ile olan diplomatik bağlarını kesme kararı almıştır. Rejim tarafından işlenen savaş suçları ve insan hakları ihlalleri, uluslararası kamuoyu nezdinde rejimin gözden düşmesine sebebiyet vermiştir. 2011’den itibaren yalnızlaşan ve uluslararası arenada itibarını yitiren Esad rejimi, geride kalan 8 yıl boyunca Rusya ve İran’ın desteği ile varlığını sürdürme yoluna gitmiştir. Esad, Suriye iç savaşı boyunca demokratik yaklaşımlardan uzak bir siyaset izlemeye devam etmiş olmasına rağmen değişen bölgesel ve uluslararası dengeler rejimin yeniden muhatap olarak kabul edilmeye başlanmasına sebebiyet vermiştir. Bu noktada birçok Arap ülkesinin Esad rejimi ile ilişkileri yeniden tesis etmek adına çaba sarf ettiği görülmektedir.

New York’ta 2 Ekim 2018’de düzenlenen BM Genel Kurulu’nda Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim’in Bahreynli mevkidaşı ile gerçekleştirdiği samimi görüşme, Suudi Arabistan merkezli Arap dünyasının yüzünü yeniden Suriye’ye dönmeye başladığının ilk somut göstergesi olmuştur. Bu gelişmeyi takiben birçok Arap ülkesinden Şam ile ilişkileri düzeltmeye yönelik adımlar atılmıştır. İlk olarak Ürdün 15 Ekim 2018’de Nasip – Caber sınır kapısını açarak rejim ile ilişkileri normalleştirmeye çalışmıştır. Şam bu gelişme ile sadece bir Arap ülkesi ile ilişkileri düzeltmekle kalmamış, aynı zamanda kontrol ettiği toprakların güney sınırlarını da büyük oranda güvence altına almıştır. Aralık 2018’de Mısır’da toplanan Arap Birliği’ne bağlı Arap Parlamentosu, Suriye’nin yeniden Arap Birliği’ne dahil edilmesi yönünde çağrı yapmıştır. Buna benzer bir çağrı Nisan 2018’de Arap Birliği Genel Sekreteri Ahmed Ebu el-Gheyt tarafından yapılmıştı. Suriye rejiminin yeniden Arap dünyasına dönüşünü simgeleyen en çarpıcı gelişmelerden biri ise Sudan Cumhurbaşkanı Ömer el-Beşir’in Aralık 2018 ayı ortasında Şam’a yaptığı ziyaret olmuştur. Bu ziyaret 2011’den bu yana ilk kez bir Arap liderin Esad’ı ziyareti olarak kayda geçmiştir. Arap Parlamentosu’ndan yapılan çağrıdan sadece iki gün sonra gerçekleşen bu ziyaret hiç kuşkusuz Esad rejimi için önemli bir diplomatik kazanım olmuştur.

Bu gelişmelere paralel olarak Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn Şam’da diplomatik temsilcilik açma niyetlerini gündeme getirmeye başlamıştır. Nitekim 7 yıl aradan sonra, 27 Aralık 2018’de BAE’nin Şam Büyükelçiliği açılmıştır. Bu gelişmeden sadece bir gün sonra da Bahreyn Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada Şam’daki büyükelçiliğin yeniden görevine başladığı duyurulmuştur. Buna paralel bir gelişme Kuveyt Dışişleri Bakanı Yardımcısı Halid el-Jarallah’ın ilerleyen dönemlerde daha çok Arap ülkesinin Şam’da diplomatik temsilcilik açacağına ilişkin açıklamalarıdır. Jarallah, Arap Birliği’nden alınacak onayın bu yönde atılacak adımlara bir ön şart olduğunu da açıklamalarına eklemiştir. Bir diğer gelişme Tunus’taki el-Nahda Hareketi’nin Suriye rejimi ile ilişkileri normalleştirme çağrısı olmuştur. Yapılan çağrıda Suriye’nin uluslararası ve Arap örgütlerindeki doğal statüsüne geri dönmesini sağlayacak kapsamlı bir uzlaşı vurgusu yapılmıştır. Ayrıca 7 yıl aradan sonra Şam’dan Tunus’un Monastır Havalimanına ilk uçuş yapılarak diplomatik gelişmelerin ekonomik girişimlerle pekiştirilmesi hedeflenmiştir.

ABD’nin Suriye’den askerlerini çekme kararı alması Ortadoğu genelinde hareketliliğe sebebiyet vermiştir. Bu kararın ardından Irak Ulusal Güvenlik Danışmanı Faleh el-Fayyad Şam’a giderek Esad ile bir görüşme gerçekleştirmiştir. Bu ziyaret, Irak’ta göreve yeni başlayan hükümetin Esad rejimine karşı ılımlı bir politika izlediğinin de sinyallerini vermektedir. Çünkü bu görüşmede iki ülke sınırındaki IŞİD tehdidine karşı koordineli hareket etme vurgusu yapılarak işbirliği ön plana çıkartılmıştır. Irak gibi önemli bir komşu ülkenin işbirliğine gitme arzusu bölgesel anlamda Esad’ın elini güçlendiren bir araç olmuştur.

Mısır, 3 Temmuz 2013’te gerçekleşen askeri darbeden sonra, Ortadoğu politikasında bağımsız hareket etmekten ziyade Suudi Arabistan’ın yönlendirmelerine daha açık hale gelmiştir. Mısır’ın bu tutumu Suriye politikası için de geçerlidir. Diğer bir ifadeyle, birçok Arap ülkesi gibi Mısır da Suudi Arabistan merkezli Suriye politikasının destekçilerinden biri olmuştur. Dolayısıyla Mısır, Suudi Arabistan inisiyatifiyle başlatılması ihtimali yüksek olan Esad rejimi ile ilişkileri yeniden tesis etme sürecine katılmıştır. 4 Aralık 2018’de ABD Ulusal İstihbarat Direktörü Dan Coats’ın Mısır’a yaptığı sürpriz ziyaret çerçevesinde Cumhurbaşkanı Sisi ve Mısır İstihbarat Başkanı Abbas Kâmil ile gerçekleştirdiği görüşme sonrası Mısır’ın Suriye politikasındaki değişimin temelleri atılmıştır. Bu görüşmeyi takiben Suriye Ulusal Güvenlik Bürosu Başkanı Ali Memlük Kahire’ye gelerek Mısırlı mevkidaşı ile temaslarda bulunmuştur. Basına yansıyan bu görüşmelerin hemen ardından atılan ilk somut adım Mısır ve BAE’den askeri temsilcilerin Münbiç’e gelerek burada incelemelerde bulundukları iddiasıdır. Türkiye’nin muhtemel operasyonu sebebiyle buradan çekilmeye başlayan YPG militanları Esad rejimi askerlerini daha önce bölgenin kontrolünü almak üzere davet etmişlerdi. Mısır ve BAE yetkililerinin de Esad ile işbirliği içinde bölgeye kendi askerlerini konuşlandırmak maksadıyla bu ziyareti gerçekleştirdikleri ileri sürülmektedir. Nitekim bu iddia, Suud merkezli yeni Suriye politikası ile de örtüşmektedir. Öyle ki, bir taraftan Suriye’deki İran etkisi kırılmaya çalışılırken diğer taraftan Türkiye’nin Suriye’deki etki alanını genişletmesinin önüne geçilmeye çalışılmaktadır. BAE’nin Dışişlerinden Sorumlu Devlet Bakanı Enver Gargaş’ın öncelikli hedeflerinin Türkiye ve İran’ı bölgeden çıkarmak olduğu yönündeki açıklaması düşünüldüğünde, Suriye’ye yönelik Suudi Arabistan destekli Mısır – BAE ortak girişiminin hedeflerinden birinin Türkiye’nin bölgedeki gücünü sınırlandırmak olduğu söylenebilir.

Bu çalışmada Arap ülkelerinin Suriye’ye yönelik değişen politikalarının temelinde Suudi Arabistan’ın yönlendirmesinin yattığı savunulmaktadır.  Genelde Ortadoğu’da birlikte hareket ettikleri gözlenen Suudi Arabistan, BAE, Mısır’ın (bunlara kısmen Bahreyn, Ürdün ve Sudan da eklenebilir) Suriye gibi bölgesel ve uluslararası dinamikler açısından son derece kritik bir ülke hakkında koordineli hareket etmemeleri zayıf bir ihtimaldir.

27 Aralık 2018’de Suudi Arabistan kabine değişikliğine gitmiştir. Bakan değişikliklerinde en çok dikkat çeken isim Adil el-Cübeyr’in Dışişleri Bakanlığı görevinden alınarak yerine İbrahim el-Assaf’ın getirilmesidir. Bu değişikliği Suudi Arabistan’ın değişen bölgesel politikaları bağlamında okumak yanlış olmayacaktır. Suriye iç savaşının başlangıcında Esad rejimine karşı muhaliflerin en önemli destekçilerinden olan Suudi Arabistan, bugün gelinen noktada bu tutumundan vazgeçme ve Esad ile uzlaşma yoluna girmiştir. Suudi Arabistan keskin bir politik manevra yapmasının uluslararası arenada itibarını sarsacağından, önce bölgede birlikte hareket ettiği devletler ve Arap Birliği gibi örgütler üzerinden uzlaşı mesajları gönderme yolunu tercih etmiştir. Suriye rejimine karşı sert söylemleri olan Adil el-Cübeyr’i görevden alarak da uzlaşmaya gitme noktasındaki niyetini ortaya koymuştur. Suriye’nin yeniden yapılandırılmasının konuşulduğu bu günlerde Suudi Arabistan Suriye’yi İran etkisine bırakmamak ve Araplık vurgusu üzerinden Esad’ı yanına çekerek bu süreçte yer almak istemektedir. Bölgesel bir güç olduğunu göstermek isteyen Suudi Arabistan, Esad’ı yanına çekmekle sadece İran’a karşı değil, Türkiye’ye karşı da bir avantaj elde etme çabası içindedir. Suriyeli muhaliflerden desteğini çektiği günden beri Suriye’deki rolü pasifleşen Suud yönetimi, siyasi çözüm ve yeniden yapılanma sürecinde aktif rol oynayarak etkin bir bölgesel güç olduğunu gösterme gayreti içerisindedir. Ayrıca, ABD Başkanı Trump’ın Suriye’nin yeniden inşası için gerekli fonlamayı Suudi Arabistan’ın yapacağına ilişkin açıklamaları her ne kadar bu ülkenin ABD Büyükelçisi tarafından yalanlanmış olsa da Suud yönetiminin ve beraber hareket ettiği çevre Arap ülkelerinin icraatları Trump’ın iddiasını destekler niteliktedir. Dolayısıyla Suriye’nin yeniden yapılanmasında Suudi Arabistan’ın etkin bir rol almaya hazırlandığını söylemek mümkündür. Öyle ki Suudi Arabistan, en etkili dış politika aracı olan finansal gücünü etkin bir şekilde kullanacağı bir hareket alanı bulmuş olacaktır. Değeri çeyrek trilyon doları bulan devasa projeleri finanse etmekte Rusya ve İran’ın ekonomik gücü yetersiz kalacağından Suudi Arabistan bu inşa sürecinde ön plana çıkan ülkelerden birisi olacaktır.

Yapılan diplomatik ve ekonomik atılımlarla Suudi Arabistan ve onunla birlikte hareket eden devletlerin Esad rejimi ile ilişkilerini düzeltmeye yönelik çabaları açıktır. Bu durum Esad rejimine yeniden meşruiyet kazandırırken 8 yıl aradan sonra Ortadoğu’da dengelerin yeniden kurulacağının da sinyallerini vermektedir. Suudi Arabistan başta olmak üzere birçok Arap ülkesi ABD’nin Suriye’den ayrılma kararı sonrası büyük bir huzursuzluk yaşamışlardır. Ancak bu güvensizlik onları çatışmacı değil, uzlaşmacı bir siyaset gütmeye zorlamıştır. Dolayısıyla Arap ülkelerinin Esad rejimi ile yeniden ilişki kurma çabasını bölgesel anlamda Türkiye ve İran’a karşı bir hamle olarak görmek mümkün olsa da küresel düzeyde ABD’nin son dönmelerde takip ettiği aşırı değişken ve belirsiz Ortadoğu politikalarına bir önlem olarak da değerlendirmek mümkündür.

Çeşitli Arap ülkelerinin Şam ile ilişkileri onarma çabaları hiç kuşkusuz ki Esad’ın mevcut pozisyonunu güçlendirecektir. Suriye iç savaşına bir şekilde dahil olan bütün bölgesel ve küresel aktörlerin “Esad’sız Suriye” söyleminden vazgeçtikleri şu noktada Esad’ın odaklandığı ana konu iktidarının devam edip etmeyeceği endişesi değil, siyasi çözüm için masaya oturulduğunda elinin güçlü olması meselesidir . Esad’ın elinin güçlenmesi ise başta İdlib ve Münbiç olmak üzere Türkiye’nin terörü temizlemeye yönelik giriştiği harekatları sekteye uğratabilecek zeminin hazırlanmasından geçmektedir. Suriye’de siyasi çözüm aşamasına geçilmesinin beklendiği bir ortamda Esad rejimine daha fazla güven verecek bu tür adımlar Şam’ın taviz verme ve gerçek bir siyasi çözüme yanaşması ihtimalini zayıflatacaktır. Bu durum Türkiye’nin Suriye’de kalıcı ve adil bir siyasi çözüm bulma çabalarını sekteye uğratacaktır. Arap ülkelerinin attığı bu adımların ilerleyen günlerde daha da artması ihtimali göz önünde bulundurulursa Esad rejiminin önemli bir güç elde edeceği çıkarımında bulunmak yanlış olmayacaktır. Bu noktada Türkiye, taraf olduğu Astana görüşmelerinin işlevselliğini artırarak Rusya ve İran üzerinden Esad rejiminin maksimalist taleplerinin önüne geçebilir.