Hakkani Ağı ve Celaleddin Hakkani’nin Ölümünün Olası Yansımaları

“Sovyetler’in Vietnamı” olarak adlandırılan ve SSCB’nin 1979-89 yılları arasında 15 bin civarı asker kaybı, 35 bin yaralı asker, 300 civarı helikopter ve 100’den fazla uçak kaybı ve oldukça ciddi bir prestij kaybının ardından geri çekilmesiyle sonuçlanan Afganistan müdahalesi bugünkü devlet dışı silahlı aktörler yelpazesinin şekillenmesinde önemli rol oynayan olaylardan biridir. Bu askeri hamle yalnız bugün bilinen pek çok yapının ortaya çıkışı ve/veya ulus-aşırı bağlantıları değil, terörizm ile ilgili genel tartışma, tanımlar ve örgütlere yaklaşım konusunda da önemli tartışmaların çarpıcı çıkış noktalarından birini oluşturur. Bu bağlamda “Afgan Cihadı” süresince Batı ve özellikle de ABD tarafından destek gören gruplar ve bunların 1988’den itibaren, özellikle 1. Körfez Savaşı’ndan ve nihayet Bin Ladin’in ABD’ye savaş ilan ettiği ünlü 1996 demecinden sonra yeniden isimlendirilmesinde ve kategorize edilmesinde en önemli örneklerden biri Hakkani ağıdır.

Hakkani ağı ya da örgütü (Haqqani network) olarak bilinen yapı, Afganistan merkezli ve/ya Afganistan merkezli yapılarla temas içindeki pek çok diğer yapı gibi ana referans ve çıkış noktasını Afgan Cihadı yıllarında bulmuştur. Bu dönemde Gulbeddin Hikmetyar’a bağlı Hizb-i İslami’nin yönetici kadrosunda bulunan Celaleddin Hakkani de ABD tarafından önemli ölçüde destek görmüştür. Lider Celaleddin Hakkani 1947 yılında doğmuştur. Zadran aşiretine mensuptur. Aşiret özellikle Paktia, Paktika ve Khost gibi yapının etkin olacağı güneydoğu Afganistan’ın en etkin aşiret yapısı olarak nitelenmektedir. Khost şehrinin Usame bin Ladin’in de sıkça seyahat ettiği ve yaşadığı bir şehir olması hem şehrin önemini artırmış hem de süreç içerisinde kendisi ile Hakkani arasında bir yakınlık doğurmuştur. Hakkani dini eğitimini Pakistan’daki Darü-l’Eman Hakkaniye medresesinde almıştır. 1970’lerde ülkesine geri dönen ve burada bir medrese açmak ve Zahir Şah yönetimine karşı savaşmak fikriyle dönen Hakkani, Zahir Şah’ın devrilmesinden sonra önce Miran Şah’ta medresesini açmış, akabinde de 80’lerdeki mücadelede ABD ve Pakistan desteğiyle sivrilmiştir. Hizb-i İslami içerisindeki ayrışma sonrasında ortaya çıkan Hizb-i İslami-i Halis içerisinde en önemli askeri komutanlardan biri haline gelmiştir. ABD tarafından Afganistan’daki “mücahid”lerin desteklendiği bu dönemde Hakkani, Kongre Üyesi Charlie Wilson tarafından bu yıllarda “iyiliğin vücut bulmuş hali” olarak nitelenmiştir.

Son yıllarda detayı bilinmeyen ancak Hepatit C veya Parkinson olduğu yönünde iddialar bulunan, sağlık sorunları dolayısıyla yatağa bağlı biçimde yaşayan Celaleddin Hakkani’nin, Eylül başında Taliban temsilcisi Zabihullah Mücahid’in Associated Press’e verdiği demeçle açıklanan 71 yaşındaki ölümü, grubun geçmişini, bugününü ve Celaleddin Hakkani sonrası muhtemel senaryoları da önemli hale getirmiştir. Öte yandan Afgan yetkililerin Hakkani’nin esasen 2015’te hayatını kaybettiği, ancak Taliban’ın bunu duyurmak için “doğru vakti” beklediği yönündeki açıklamaları da bu zamanlamanın arkasındaki stratejik aklın üzerinde durmayı gerekli kılmaktadır. Açıklamada Taliban’ın özellikle “doğal nedenlerle” gerçekleşen bir ölüm olduğu vurgusu da 2015’te Hakkani’nin bir saldırıda öldürüldüğü iddiasına cevap niteliğinde algılanabilir.  Açıklamanın Mike Pompeo’nun Pakistan ziyareti öncesi gelmiş olması ve bu ziyarette Afganistan’daki savaşın bitişiyle ilgili görüşmeler yapılacağı bilgisi de bu noktada önem arz etmektedir. Pakistan’la ilişkileri konusunda Trump yönetiminin katı tutumunun ve Pakistan’ın Afganistan’daki kimi gruplara verdiği destekten dolayı bu ülkeye verilecek 300 milyon dolar yardımın iptali yönündeki tavrının da ABD-Pakistan-Afganistan üçgeninde güncel durum bağlamında hatırda tutulması gerekmektedir.

ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından 2012 yılından bu yana küresel terör örgütü olarak nitelenen Hakkani ağı, yapısı itibariyle Taliban’ın geniş çatısı altında bulunmakla birlikte belirli ölçüde özerkliğini korumuştur. Bunda Celaleddin Hakkani’nin Afgan Cihadı gazisi olması ve yapı içerisindeki prestijli konumuyla birlikte oğlu Siraceddin Hakkani’nin hem Ketta Şura Konseyi üyesi ve lider vekili olması hem de askeri operasyon sorumlusu olarak görev yapması da önemli rol oynamıştır. Siraceddin’in 2015’ten beri sürdürdüğü bu görevler örgütün özerk yapısıyla ilgili soru işaretleri uyandırsa da yapının gücünü, tanınırlığını ve prestijini de önemli ölçüde artırmıştır. Celaleddin ve Siraceddin Hakkani’nin uzun süredir Pakistan istihbarat servisi ISI’ın Afganistan’da en yakın irtibat halindeki isimlerinden olduğu ve dolayısıyla grubun güçlenişinin Pakistan’ın bu coğrafyadaki faaliyetlerinin önemli bir göstergesi olduğu algısı hakimdir. Siraceddin Hakkani’nin babasından daha agresif bir askeri tutumu ve Pakistan’la daha yakın ilişkileri olduğu düşünülmektedir. Bu ilişkinin tarihsel arka planı da yine Afgan Cihadı sırasında ABD’nin Suudi Arabistan ve Pakistan aracılığıyla “mücahitlere” yardım politikasına kadar gitmektedir. Ne var ki, bu yapılara karşı tutum değiştikçe Pakistan bu ilişkileriyle nedeniyle suçlanan bir aktör konumuna gelmiştir ki Trump dönemi bu suçlamaların en yoğun ya da en görünür olduğu dönemdir. Celaleddin Hakkani’nin Afganistan-Pakistan sınırı yakınındaki Paktia Eyaleti’nden gelmesi ve yapının oluştuğu ilk günlerden bu yana sınırın iki yakasındaki bağlantılarından önemli ölçüde faydalanmış olması bu algıyı güçlendirmiştir. Örgütün hem Afganistan’daki kimi inşaat projelerine hem de Hindistan’da altyapı projelerine yönelik saldırıları da bu anlamda dikkatleri Pakistan üzerine çekmektedir. Bununla birlikte değerlendirilmesi gereken önemli bir nokta da Pakistan İçişleri Bakanı Rehman Malik’in 2011 yılında yaptığı açıklamadır. Bu açıklamada Malik, SSCB müdahalesi sırasında Hakkani örgütüne ABD’nin verdiği desteği hatırlatarak bu yapının yükselişinde ABD’nin suçu paylaşması gerektiğini ifade etmiş, Pakistan’ın 20 yıl önce yapılanlardan dolayı suçlanamayacağına söylemiştir.

Mücahid grupların Kabil’i ele geçirmesi sonrasında adalet bakanlığına (1992-1995) kadar yükselen Celaleddin Hakkani, bu gruplar arasındaki çatışmalar neticesinde görevden ayrılarak Khost’a dönmüş, Taliban’ın ülkedeki karmaşayı bitirme çabası ve Afganistan’ı kontrolü sırasında da 1996 yılında Taliban saflarına katılmıştır. 1996-2001 arası da aşiretinin de gücü nedeniyle Taliban tarafından Aşiret İşleri Bakanı görevini üstlenmiştir. 2006 sonrası hastalığının kötüye gitmesi nedeniyle, Celaleddin daha ziyade Taliban’a prestij sağlayan, onun aşiretler üstü konumuyla aşiretler arasında bütünleştirici rol oynamasına imkan veren bir sembolik profile dönüşmüştür. Bu tarihten sonra Veziristan’da Miram Şah bölgesinde daha ziyade danışmanlık ve yönlendiricilik görevleriyle özellikle El-Kaide’ye katılan yabancı savaşçılara sembolik bir yol göstericilik yapan Celaleddin Hakkani’nin askeri rolünü hem Karzai’ye, hem muhalif yapılara hem de Batılı birliklere karşı oğlu Siraceddin almıştır. Siraceddin günden güne bu rol üzerinden yükselerek Taliban saflarında da kendisine önemli yer açmıştır. Onun yükselişinde önemli rol oynayan faktörlerden biri de Molla Ömer gibi oldukça etkin bir liderden ve Molla Mansur’un hayatını kaybetmesinden sonra daha ziyade inançla ilgili meselelerle ilgilenen ve siyasi ve askeri alanda ağırlık koymayan Heybetullah Ahundzade’nin liderlik profilidir. Celaleddin’in diğer oğlu Enes Hakkani ise Afganistan’da tutuklu durumdadır ve ölüm cezasına çarptırılmıştır ki Taliban böylesi bir infazın gerçekleştirilmesinin felaket sonuçları olacağı uyarısını yapmıştır. Grubun mevcudu ile ilgili sayısal tahminler 3 binden 10 bin kişiye kadar değişmektedir. Böylesi geniş bir aralığın ortaya çıkmasında grubun El-Kaide ve Taliban ile girift ilişkileri ve insan kaynaklarının geçişkenliği de önemli rol oynamaktadır. İlaveten grubun Leşker-i Tayyibe, Tahrik-i Taliban, Özbekistan İslami Hareketi, İslami Cihad Birliği ve El-Kaide ile yakın ilişkileri olduğu bilinmektedir.

Açıklamanın zamanlamasıyla birlikte düşünülmesi gereken bir veri de şudur: Hakkani örgütü ABD tarafından küresel terör örgütü olarak tanınırken Taliban bu kategoride değildir. Bu sınıflandırma ABD tarafından ülkede sahada oldukça etkili olan Taliban’la görüşülebilecek kanalların açık tutulması maksatlı bir strateji olarak değerlendirilmektedir. Bununla birlikte şu anekdot oldukça önemlidir; 2014’te ABD’li asker Bowe Bergdahl Hakkani örgütü tarafından kaçırılmasına karşın Taliban tarafından -Guantanamo’daki 5 Taliban tutsağı karşılığında- ABD’lilere teslim edilmiştir. Bu ve benzer vak’alar ve Siraceddin’in Taliban içerisindeki etkin konumu dolayısıyla ABD’nin yaptığı bu farklı kategorilendirme hamlesi de soru işaretli hale gelmektedir. Afganistan’da son yıllardaki en büyük saldırıları gerçekleştiren grubun Hakkani örgütü olduğu ve dolayısıyla Siraceddin’in rolü nedeniyle bunun Taliban’dan ayrı değerlendirilip değerlendirilemeyeceği önemli bir ikilem olarak ortaya çıkmıştır. Bir yandan da bu farklılaşma sayesinde ABD ile arasında kurulabilecek diyaloğa zemin hazırlayan Taliban liderliği, kendisini askeri operasyonları sürdüren Hakkani ağından ayrıştırarak bu yapıyı kontrolü dışında bir askeri yapılanma olarak göstermeyi ve kendisi de diplomatik boyutu sürdürmeyi değerlendirmekte olabilir. Siraceddin komutasındaki yapı ülkenin özellikle doğusunda ve kuzeyinde önemli hakimiyet sahibi konumundadır. ABD ile görüşmelerde Taliban’a tatmin edici bir alan açıldığı ve serbesti tanındığı takdirde Taliban’ın Hakkanilerin “ehlileştirilmesine” dair vaadi de bir kart olarak elinde tutması mümkündür. Böylelikle halihazırda Taliban’ın kontrol ettiği alanlar ve halk arasındaki etkisiyle birlikte ülkeye hızla hakim olabilecek ve göreli istikrar getirebilecek bir aktör olarak kendisini lanse etme ihtimali olabilecektir. Bununla birlikte riskli bir diğer ihtimal ise böylesi bir hamlede Hakkani ağının marjinalleşerek ayrışması ve silahlı mücadeleyi sürdürmesi olmakla beraber Taliban çatısı altındaki konum ve uzun yıllardır süregelen organik bağın böylesi bir durumu zorlaştıracağı değerlendirilebilir.

Celaleddin’in ölümünün grup üzerindeki moral bağlamında etkisinin yanı sıra aşiretler üzerindeki saygınlığının ve toparlayıcılığının da önemi düşünüldüğünde bu durumun Taliban için doğurabileceği riskler olduğu değerlendirmeleri yapılmaktadır. Ancak bu noktada Hakkani ağının/örgütünün halen Afganistan’daki en etkin silahlı yapılardan olduğu gerçeği ve Siraceddin’in babasının rolünü askeri olarak daha etkin ve Taliban’ın liderlik kademesindeki önemli konumu sayesinde siyasi olarak da daha nüfuzlu şekilde devralabileceği düşünüldüğünde bunun kısa vadeli ve oldukça aşılabilir bir etkisi olacağı öne sürülebilir. 2006’dan bu yana hem Siraceddin’in hem de kardeşlerinin bölgede aşiretler arasında ve aşiretler ile silahlı örgütler arasında arabuluculuk yürütüyor olması da bu anlamda aşiretler üstü ya da aşiretlere etki edebilir konumun sürdürüldüğünü göstermektedir. Celaleddin’in rahatsızlığını takiben aşiretlerle ilgili bu rolün de hızla diğer aile üyelerine devri, kendisinin yokluğunun ailenin aşiretler arasındaki etkin konumunu zedelememesine yönelik bir hamle olarak gözükmektedir. Şayet 2015’ten bu yana iddia edildiği gibi Hakkani zaten hayatta değil idiyse ve ölümünün geç açıklanmasının nedeni, duygusal etkiyi geciktirmek ve ABD saldırıları dolayısıyla cenaze merasimini gerçekleştirememe riskini bertaraf etmek ise, halihazırda Hakkani örgütünün böylesi bir senaryo için hazırlıklı olduğu, hatta muhtemelen bu olası hasarı bertaraf edecek zemini hazırlamış olması oldukça doğaldır. Taliban’ın da bu çerçeveyi gözeterek aynı zamanda Afganistan-Pakistan-ABD arasındaki süreçlerde kendi rolünü öne çıkarma stratejisi izlemesi mümkündür. Zira Pompeo’nun Pakistan ziyaretinde Pakistan’ın terörle daha etkin mücadelesi konusunda baskı yapıldığı ancak tarafların ciddi bir uzlaşma formülü bulamadığı ve Trump yönetiminin Taliban ile görüşme konusundaki eğiliminin değerlendirildiği de iddia edilmektedir. Siraceddin’in konumu “artık görüşülebilir” bir Taliban içindeki görüşmelerin başarılı sonuçlandığı takdirde “kontrol altında” bir konum olarak lanse edilebilirse, Celaledddin’in ölümünün ardından Hakkani örgütünün ülkeyi istikrarsızlaştıran kanlı eylemlerinin durması ve böylece Taliban’ın ABD’nin eğilimine uygun biçimde muhatap alınması yolunun açılması amaçlanmakta olabilir.