Haşdi Şaabi’nin Sınır Operasyonu ve Bölgesel Denklem

Irak’ta IŞİD’le mücadele süreci, Musul’un şehir merkezinin batı yakasında yürütülen operasyona odaklanmışken, Haşdi Şaabi’nin Musul vilayetinin, Irak’ın Suriye sınırına doğru yaptığı operasyonla yeni bir boyut kazanmıştır. IŞİD’in Irak’ta kontrol sağladığı Haziran 2014’ten bu yana ilk kez Irak-Suriye sınırında bir bölgeye ulaşılmış ve kontrol sağlanmıştır. IŞİD’e karşı mücadelede operasyonel açıdan Musul şehir merkezinin Irak güvenlik güçleri tarafından tamamen IŞİD’den temizlenmesi beklenirken, Haşdi Şaabi’nin yürüttüğü operasyonlar sonucu Suriye sınırına ulaşması, sürpriz olarak görülmektedir. Her ne kadar Haşdi Şaabi, Irak Parlamentosu tarafından çıkarılan yasayla merkezi hükümetin kontrolüne girmiş olsa da sahada Haşdi Şaabi’nin operasyonları kendi planları dahilinde yürüttüğünü söylemek yanlış olmayacaktır. Öte yandan Musul’un batı yakasında Irak ordusu, federal polis, terörle mücadele güçleri gibi Irak merkezi hükümetine bağlı güvenlik güçleri tarafından yürütülen operasyonda sona yaklaşılmış ve IŞİD, eski Musul olarak bilinen çok dar bir alan sıkışmıştır. Böylece Musul şehir merkezinin neredeyse yüzde 95’i Irak merkezi hükümetinin denetimi altına geçmiştir. Ancak eski Musul bölgesinin şehir yapılanması ve nüfus yoğunluğu olarak çok sıkışık bir bölge olması burada yürütülen operasyonların hızını yavaşlatmıştır. Ancak Haşdi Şaabi’nin Suriye sınırının bir bölümünde kontrol sağlaması IŞİD’e karşı yürütülen mücadelenin ivmesini korumuştur.

Haşdi Şaabi’nin Kasım 2016’da IŞİD’in önemli merkezlerinden biri olan Telafer’e yönelik başlattığı operasyonda kısa süre içerisinde büyük başarı sağlayarak, Telafer Havaalanına ulaşması, IŞİD’le mücadeledeki en kritik aşamalardan biri olurken, Telafer merkezine yönelik bir operasyon yapılmamış olması dikkat çekmiştir. Haşdi Şaabi öncülüğünde yürütülen Telafer operasyonu yön değiştirmiş ve Telafer’in çevresinin IŞİD’den temizlenmesi ve Musul’un Suriye sınırındaki diğer ilçelerinin geri alınması yönünde operasyonlar yürütülmüştür. Nitekim Nisan 2017 sonu itibariyle Birleşmiş Milletler Bilim Eğitim ve Kültür Örgütü’nün (UNESCO) kültür mirası listesinde yer alan antik kent Hatra'nın IŞİD’den geri alınması önemli bir başarı olmuştur. Hatra, tarihi öneminin yanı sıra, ulaşım açısından kuzey-güney ve doğu-batı eksenin de Irak’ın kuzeyindeki önemli kavşaklardan da biridir. Hatra’nın alınmasıyla Musul-Bağdat bağlantı yolu kontrol altına alınırken, Bağdat-Telafer yolu ile Batı yönünde Sincar ve Suriye sınırına giden yolun da önü açılmıştır. Hatra’nın alınması ile birlikte tekrar batı yönlü ilerleyen Haşdi Şaabi operasyonu, Kayravan’dan sonra Sincar’ın güneyindeki Yezidi köylerine yönelmiştir. Yezidi köylerine yönelik yapılan operasyona Sincar’da PKK tarafından kurulan ve Yezidilerden oluşan YBŞ (Sincar Savunma Birlikleri) de destek vermiştir. Haşdi Şaabi ve YBŞ’nin ortak operasyonları sonucu Tel Ezeir, Tel Banat, Tel Kasab, Kocho Siba Şeyh Hıdır gibi Yezidi köyleri IŞİD’den kurtarılmış ve böylece Irak-Suriye sınırına ulaşılmıştır. Bir sonraki aşamada Irak güvenlik güçleri tarafından yapılan açıklamalara göre, Haşdi Şaabi’nin yapacağı operasyonlarla Irak-Suriye sınır boyunca IŞİD’in temizlenmesi ve sonunda Anbar’a bağlı Kaim’e ulaşılması hedeflenmektedir. Öte yandan Irak-Suriye sınırına ulaşılmasının hemen ardından İran’ın Kudüs Ordusu Komutanı Kasım Süleymani’nin kurtarılan bölgelerde görünmesi pek çok tartışmayı beraberinde getirmiştir. Zira Haşdi Şaabi yetkililerinden yapılan açıklamalarda Haşdi Şaabi’nin Suriye rejimine yardım etmeye hazır olduğunu ifade etmesi, uzun zamandır İran’ın, Haşdi Şaabi ve Şii milis gruplar vasıtasıyla Irak üzerinden Suriye’ye uzanan bir koridor açma yönündeki iddiaları kuvvetlendirmiştir. Mevcut durum itibariyle Irak’ın İran sınırındaki vilayetlerinden biri olan Diyala’dan başlayacak bir biçimde Bağdat’ın kuzeyinden, Tikrit’e bağlı Şirgat ilçesine ulaşarak oradan Musul’un güneyinde sınıra kadar Haşdi Şaabi’nin kontrol ettiği bir alandan bahsetmek mümkündür. Her ne kadar Irak merkezi hükümeti Haşdi Şaabi’yi yasal bir statüye sokup, hükümete sorumlu hale getirse de halen Haşdi Şaabi’nin kendi hareket planları dahilinde hareket ettiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Haşdi Şaabi içerisinde İran destekli grupların etkin bir biçimde rol alması, Haşdi Şaabi ve bazı Şii milis grupların İran tarafından bir araç olarak kullanıldığı yönünde düşünceler ortaya çıkarmaktadır. Nitekim Haşdi Şaabi’nin yaptığı her kritik operasyonda Kasım Süleymani’nin görüntülenmesi bu düşüncelerin somutlaşmasına yol açmaktadır.

Bu noktada Suriye bağlantılı gelişmeleri de dikkatle incelemek gerekmektedir. Mevcut durum itibariyle Suriye’de IŞİD’e karşı Rakka operasyonu gündemin odak noktasını oluştururken, asıl bölgesel ve hatta küresel mücadelenin Deyr ez-Zor’da yaşanacağını söylemek mümkündür. Zira Rakka’da ABD desteğindeki terör örgütü PKK’nın Suriye’deki kolu olan PYD öncülüğünde kurulan SDG (Suriye Demokratik Güçleri) ile operasyonel üstünlüğü ABD’nin ele geçirmesi sonrası, Rusya-İran-Rejim (Suriye) ittifakının Suriye’nin doğusundaki kontrolü ABD’ye kaptırmamak için Deyr ez-Zor’a yüklendiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Bu noktada önümüzdeki süreçte Haşdi Şaabi’nin Suriye sınırında sağlayacağı kontrol, Deyr ez-Zor operasyonu açısından önemli olacaktır. Burada 2015 yılının son aylarında Rusya, İran, Suriye ve Irak arasında Bağdat ve Şam’da ortak operasyon merkezleri oluşturduğu akıllarda tutulmalıdır.

Bu denklem içerisinde terör örgütü PKK da kendisi için alan açmaya çalışmakta ve bölgesel dengeler üzerinden varlığını korumaya çalışmaktadır. Türkiye’nin yaptığı operasyonlar sonucu bitme noktasına gelen PKK’nın yatay ve dikey bir biçimde ayrışarak hareket kabiliyetini arttırmaya ve meşruiyet sağlamaya çalışmaktadır. Bu anlamıyla terör örgütü PKK yapılanması değişik isimlerle farklı coğrafyalarda çeşitli ittifak ilişkileri kurmaktadır. Örneğin Suriye’de, özellikle Fırat Nehri’nin doğusunda PYD/YPG yapılanması üzerinden IŞİD’le mücadele bahanesiyle ABD ile ittifak ilişkisi içerisine girerken, Afrin’de Rusya ve Rejim ile işbirliği yapmaktadır. Öte yandan PKK’nın Irak’ta, özellikle Sincar’da, Yezidilerin de içerisinde yer aldığı YBŞ’yi kurarak (Sincar Savunma Birlikleri) İran’la temas içerisinde olduğu görülmektedir. Zira YBŞ’ye, Türkiye’nin tüm itiraz ve uyarılarına rağmen, Haşdi Şaabi üzerinden kaynak aktarıldığı bilinmekle birlikte, Haşdi Şaabi’nin Sincar’ın güneyinde yaptığı son operasyonu YBŞ ile ortak bir biçimde yürütmesi ve Musul’da yapılan operasyonlarda İranlı komutanların da yer alması (Shaban Nasiri isimli İranlı bir komutanın 27 Mayıs 2017 tarihinde yürütülen operasyonlar sırasından öldüğü bilinmektedir) İran-Haşdi Şaabi-YBŞ bağlantısını kanıtlar niteliktedir. Ayrıca PKK’nın İran kolu olan PJAK’ın da yaklaşık bir buçuk yıl sonra İran askerlerine saldırması da dikkat çekici olmuştur. İran tarafı saldırıdan Türkiye’yi sorumlu tutsa da buradaki temel meselenin İran ve ABD arasında yaşanan gerginlikten kaynaklandığı, ABD’nin PJAK kartını oynayarak, İran’ı zor durumda bırakmaya çalıştığını söylemek mümkündür. Bununla birlikte ABD’nin bölgesel denklemde İran’ın etkin araçlarını azaltmaya da çabaladığı görülmektedir. Nitekim ABD’nin, İran’ın etki kapasitesi içerisinde olan YBŞ üzerinde baskı kurarak, YBŞ içerisindeki Yezidileri, YBŞ’den ayrılması ve Sincar’ın korunması için Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne (IKBY) bağlı peşmergelere dahil olması yönünde baskı kurduğu, bu nedenle YBŞ Komutanlarından Haydar Şeşo’nun yaklaşık 1000 adamıyla IKBY Peşmerge Bakanlığı’na bağlandığı bilinmektedir. Buradan hareketle ABD ve İran’ın ikili ilişkilerdeki gerginliklerinin yanı sıra, hem PKK ve bağlantılı örgütler hem de yerel, bölgesel ve küresel aktörler üzerinden hamleler yapacağı söylenebilir. Bu noktada PKK’nın önümüzdeki süreçte ABD ve Rusya-İran arasındaki bir tercih yapmak durumunda kalacağı öngörülebilir. ABD’nin PKK’ya açabileceği yaşam alanı ve kazandıracağı bölgesel ve uluslararası meşruiyetin boyutu düşünüldüğünde PKK’nın tercihini ABD’den yana kullanması kuvvetle muhtemeldir. Özellikle Suriye sahasında PYD açılan alan, PKK’nın uzun vadeli emelleri (devlet kurma) açısından son derece kritiktir. Bu nedenle PKK’nın bu avantajı kaybetmek istemeyeceğini söylemek mümkündür.

Bu denklem içerisinde Türkiye ulusal güvenlik risklerini dikkate alarak dengeli bir siyaset yürütmeye çalışmaktadır. Bu denge siyaseti içerisinde hem Rusya hem de ABD ile kurulan stratejik ilişkiler devam etmektedir. Türkiye kendi araçlarını kullanarak güvenlik risklerini azaltmaya gayret etmekte ve bölgede etkin aktör konumunu korumaktadır. Ancak ABD’nin PKK’nın önünü açacak biçimde Suriye’de hamleler yapması, Türkiye ve ABD arasındaki ilişkilerde kırılmalar yaşanmasına yol açabilir.