İdlib’deki Süreci Anlamak

Astana Görüşmeleri sonucunda dördüncü “çatışmasızlık bölgesi” olarak belirlenen İdlib’e ilişkin senaryolar, İdlib’in geleceğine dair ne yazık ki olumlu bir manzara sunmuyor. Zira bir yandan Esad’ın İdlib’i ele geçirme isteği sürerken, diğer yandan da İdlib içerisindeki grupların birbirileriyle olan mücadelesi devam ediyor. Kentte yaşanan bombalı saldırılar ise ciddi bir güvenlik sorunu.

İdlib’i son dönemde odak noktası haline getiren başlıca neden ise Dera, Humus ve Doğu Guta gibi yerlerde rejim tarafından yürütülen askerî operasyonların bitmiş olması. Türkiye ve ABD’nin geçini kontrolü altındaki bölgeleri de bir kenara koyduğumuzda, Esad’ın Suriye’nin geri kalanında kontrolü sağlaması İdlib’i daha somut bir şekilde gündeme getirdi ve İdlib, Esad’ın güç gösterisi yapacağı son alan haline gelmiş durumda. Bunun en somut göstergesi ise ülkenin doğusundaki ve güneydoğusundaki operasyonlarda yer almış ve savaş tecrübesi yüksek rejim unsurlarının, son aylarda ülkenin batısına kaydırılmasıdır.
 

İdlib’in odak noktası haline gelişi
30 Eylül 2015 tarihinden itibaren Rusya Federasyonu’nun muharip olarak Suriye’deki savaş alanına girmesi, ciddi değişimleri beraberinde getirdi. Bu bağlamda Halep’in rejim tarafından ele geçirilmesinin ardından muhalifler ciddi bir güç kaybı yaşamaya başladı.

2016 yılı ise sahada zemin kazanma açısından ciddi kırılmaların yaşandığı bir yıl olarak karşımıza çıktı. 24 Ağustos 2016’da TSK ve TSK tarafından desteklenen ÖSO unsurları Fırat Kalkanı Harekâtını, 6 Kasım 2016’da ise ABD ve ABD tarafından desteklenen PKK’nın Suriye kolu PYD/YPG terör örgütünün çoğunluğunu oluşturduğu SDG, Rakka’yı IŞİD’in elinden kurtarmayı amaçlayan Fırat’ın Gazabı Operasyonunu başlattı. Esad’ın Halep’ten sonra ele geçirmeyi planladığı bu hatlarda başlatılan operasyonlar, Suriye ordusunu bahsi geçen bölgelerden uzak tuttu. Bu süreçte, Suriye ordusu ise operasyonlarını Şam’ın kuzey ve güney hattında yer alan Humus ve Dera gibi yerleşim yerlerinde yoğunlaştırdı. Farklı noktalarda süren operasyonların sonucunda İdlib hem muhaliflerin hem de dinî motifli terör örgütlerinin Suriye’deki son kalesi haline geldi.

Rusya’nın sahaya indiği andan itibaren gündemde olan İdlib’e yönelik askerî müdahaleyi, Rusya, İran ve Türkiye arasında yürütülen Astana Görüşmelerinin altıncısından çıkan İdlib’in “çatışmasızlık bölgesi” olarak kabul edilmesi engelledi. Çatışmasızlık bölgesindeki ateşkesin teminatı olarak İdlib’de Türkiye 12, Rusya 10 ve İran 7 gözlem noktası kurdu.

Çatışmasızlık bölgesinin tesis edilmesiyle birlikte Esad’ın yanı sıra HTŞ vb. terör örgütleri de güçlerini toparlayıp eksiklerini gidermeye çalıştı. İdlib ve çevresinde yaşanan çatışmalar ise Esad tarafından İdlib’e yönelik müdahale sürecinde –elini güçlendirmek için– referans kaynağı haline getirilmekte. Ancak çatışmasızlık bölgelerindeki ateşkes ihlalleri hatırlanacak olursa, bunların sadece sahadaki terör örgütlerinden veya muhalif gruplardan geldiğini söylemek yanıltıcı olur. Zira ateşkes kararı Dera ve Doğu Guta’da rejim tarafından sayısız kez ihlal edildi.

İdlib’i taraflar açısından önemli kılan sebepleri de sıralamak gerek. An itibarıyla İdlib artık farklı yerel militanları, yabancı terörist savaşçıların ve silahlı muhalif grupların bir arada bulunduğu ve birbirileri ile mücadele içerisinde bulundukları son alan. Türkiye açısından ise buradaki gözlem noktaları bölgeye yönelik giriş-çıkışların engellemesi açısından önem taşıyor. İdlib’i Rusya ve Esad yönetimi için özel kılan sebep ise Doğu Akdeniz’in kapısı olan Lazkiye ve kırsalının önemli bir hinterlandı konumunda olması.
 

İdlib’e yönelik rejim müdahalesinin muhtemel sonuçları
Geçtiğimiz hafta Putin’in Suriye özel temsilcisi Alexander Lavrantiev tarafından yapılan açıklamada İdlib’deki mevcut durum için Humus ve Doğu Guta benzetmesinin yapılmış olması endişe verici. Lavrentiev’in söylemiş olduğu bu durum gerçekleştiği taktirde durumları daha da kötüleşen İdlib’deki siviller, bölgeden çıkmanın yollarını arayacaktır. Böyle bir senaryonun gerçekleşmesi durumunda ise sadece sivillerin İdlib’i terk etmesi söz konusu olmayacak; aynı zamanda İdlib sınırları içerisinde bulunan ve farklı terör örgütleri altında savaşan gerek yabancı terörist savaşçılar gerekse yereldeki militanlar, sivillerin kaçışı esnasında kendilerini geniş kalabalıkların arasında gizleyerek Türkiye’ye sızmaya çalışacaktır.

İdlib’deki askerî seçenekleri dikkate aldığımızda ortada Esad haricinde rasyonel bir fayda sağlayacak aktörün bulunmadığını belirtmek gerekir. İdlib’in geri alınması rejimin gücünü toparladığını göstermesi ve ülke genelinde artan gücünü konsolide etmesi açısından önemli. Bu yüzden de operasyon, maliyetlerine rağmen Esad tarafından katlanılabilir gözüküyor.

Esad’ın İdlib’e yönelik –Rus Hava Kuvvetlerinin desteği olmadan– sadece karadan yapacağı bir harekâtın hem İdlib’de yaşayanlar hem de Esad için maliyeti yüksek olacaktır. Çünkü İdlib ve kırsalı Suriye’nin diğer bölgelerinden daha yoğun, yaklaşık 2,5-3 milyon arasında bir sivil nüfusa sahip. Rejimin meskûn mahal tecrübesi, sivil hassasiyeti gözetmeden her yere yıkıp geçerek yürütmek üzerine kurulu olduğu için Esad, ancak Ruslardan destek alarak bu tür operasyon gerçekleştirilebilir. Rejimin tek başına gerçekleştireceği bir kara müdahalesinin askeri maliyeti de Esad açısından oldukça yüksek olacaktır. Meskûn mahal operasyonlarının zorluğunu ve maliyetini dikkate alacak olursak Rusların –böyle bir hamle yerine– hava desteği sağlama ihtimali daha ağır basıyor. Kaldı ki İdlib içerisinde sıkışmış, sayıları 70 ila 80 bin arasında bulunan bir savaşçı varlığı söz konusu.

Esad’ın İdlib’e yönelik muhtemel müdahalesinde gerek Rus Hava Kuvvetleri gerekse Suriye ordusunun hava unsurları –daha önce pek çok yerde olduğu gibi– sivil hassasiyetini göz ardı ederek yoğun bir bombardıman gerçekleştirecektir. Bu tür bir müdahale hem insani kayıpları artıracak hem de bölgeden yeni sivil kaçışları tetikleyecektir.

İdlib’i terk edecek sivillerin ve terör örgütü militanlarının güzergahında en başta Türkiye bulunsa da, seçenekleri sadece Türkiye ile sınırlı değil. Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekâtlarıyla kontrol altına alınan güvenli bölgelere yönelecek bir sivil hareketliliği hem bu bölgelerdeki asayişi bozacak hem de bu bölgelerin üzerindeki yükü kat be kat artıracaktır. Böyle bir senaryonun gerçekleşmesi durumunda, başta Esad yönetimi olmak üzere Türkiye’nin karşısında bulunan pek çok cephenin söylemi de Türkiye açısından oldukça tehlike yaratacak bir zeminde bulaşabilir. O zemin de “Türkiye’nin kontrolü sağlamakta zorlandığı” vurgusu üzerine inşa edilecektir. Bir sonraki hamle de Türkiye’nin Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekâtlarıyla kontrol ettiği alandan çıkarılması için Esad’ın yapacağı çağrı olacaktır.
 

Türkiye-Rusya ilişkilerinde İdlib
30 Eylül 2015 tarihinin öncesinde ve sonrasında Suriye’deki savaş alanında eli en güçlü aktör olarak karşımıza çıkan Ruslar hem sahadaki kazanımlarını hem de yerel ve bölgesel aktörlerle ilişkilerini korumak için tüm kanalları açık tutan bir siyaset izliyor. Rusların hem Esad hem de PYD/YPG ile ilişkileri dikkate alındığında her türlü senaryoda çıkarlarını takip etmeye çalıştıkları açık bir şekilde ortada.

İdlib’de yaşanması muhtemel bir kriz, Türkiye’nin Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekâtlarıyla elde ettiği yerlere yönelik yeni tehditler doğurabilir. Kaldı ki son zamanlarda buradaki asayişi bozmaya yönelik PYD/YPG saldırılarına da dikkat etmek gerek. Hatırlamak gerekirse İdlib’deki Türk gözlem noktalarının tesis edilmesi amacıyla TSK unsurlarının bölgeye intikal etmesi, Zeytin Dalı Harekâtından çok daha önce başlamıştı. Bu da Türkiye’nin İdlib’e verdiği önemin anlaşılması açısından oldukça önemli. Ayrıca İdlib’de TSK’nın kurduğu gözlem noktalarına yakın yerlerde rejimin yapmış olduğu bombardıman da Türkiye’yi bir çeşit test etme yöntemi. Sahanın karmaşık yapısı ve aktör çeşitliliği dikkate alındığında, Türkiye’yi daha fazla çatışma ortamına çekmek isteyecek herhangi bir provokasyonun gerçekleşme ihtimalini de göz ardı etmemek gerekiyor.

Sonuç olarak, sahadaki ikili ilişkilerin hızla değiştiği ve Türkiye-ABD ilişkilerinin oldukça zorlu bir süreçte olduğu şu günlerde Rusya ile Türkiye arasındaki işbirliği, en azından Suriye özelinde oldukça önemli. İdlib’de ortaya çıkacak her türlü sonuç, Suriye’nin geleceğine yönelik devam eden siyasi görüşmeleri de radikal düzeyde etkileyecektir.

 

Bu yazı 13 Ağustos 2018 tarihinde Yeni Şafak Düşünce Günlüğü'nde  “İdlib’deki Süreci Anlamak” başlığı ile yayınlanmıştır.