Irak Su Yönetiminde Son Gelişmeler

Dr. Seyfi Kılıç, ORSAM Su Araştırmaları Programı Uzmanı seyfikilic@yahoo.com
Irak uzun yıllar boyu devam eden savaş, işgal ve iç savaş döngüsü nedeniyle her türlü altyapısı ciddi zarar gören ve bu konuda gelişme gösteremeyen bir ülkedir. Oluşan zarar ve tahribattan da su altyapısının zarar görmeden çıkması ise düşünülemez.
 
1970’lerde artan petrol gelirlerinin de etkisi ile birlikte Irak, Arap ülkeleri içinde kalkınma endeksinin en üst sırasında yer almaktaydı. Ancak 1980’de İran karşı yürütülen savaş ülkenin gelişimine büyük bir darbe vurmuştur. Bu savaş Irak’ın çok değerli yetişmiş insan kaynağına büyük zarar vermiştir. Irak’ın bu savaştaki insan kaybının beş yüz binin üzerinde olduğu düşünülmekle birlikte kesin bir rakam bulunmamaktadır. Yüksek askeri ve sivil kaybının yanı sıra Irak’ın bu savaş nedeniyle uğradığı zararın 700 milyar ABD doları olduğuna dönük tahminler bulunmaktadır.
 
1991 yılına gelindiğinde ise Irak İran ile savaşı bitirmiş ancak bu savaş nedeniyle yüksek bir borç altına girmiş durumdaydı. Bu borçların büyük bir kısmı ise İran’ın Şii ideolojisini yayılmacı amaçlarla kullanmasından çekinerek savaş süresince Irak’a destek veren Körfez’deki Arap monarşilerinden alınmıştı. Bu borçların geri ödenmesi konusunda ihtilafa düşen Irak ve Kuveyt arasındaki ilişkiler, Kuveyt’in Irak’ın petrol fiyatları konusundaki hassasiyetini önemsememesi ve sınırdaki petrol bölgelerinden Irak’ın zararına olacak şekilde petrol çıkarması sonucu gerginleşmiş ve Irak’ın Kuveyt’i işgali ile sonuçlanmıştır. Irak’ın Kuveyt’i işgali ve sonradan ilhakı sonucunda ABD öncülüğündeki koalisyon güçleri Irak’ı Kuveyt’ten çekilmeye zorlamış ve bu savaş sonucunda da Irak’ın altyapısı büyük ölçüde yok edilmiştir. Savaş sonrasında Irak’a uygulanan ambargo dolayısıyla da Irak petrol gelirlerinden mahrum kalmış ve altyapısını yeniden inşa edememiştir. 2003 yılında Amerikan işgalinden sonra ise Baas rejimi çökmüş ve ülke kargaşa içine sürüklenmiştir.
 
2003 yılında, Irak işgal edilmeden önce, tüm şehirlerde nüfusun tamamı temiz içme suyu şebekesine sahip iken, kırsal nüfusun ise % 72’si bu imkana sahipti. Savaştan sonra oluşan zararın onarılması ve tüm nüfusu kapsayan temiz içme suyu ve hıfzıssıhha hizmetinin sağlanabilmesi için 15 milyar ABD dolarına ihtiyaç duyulduğu belirtilmektedir. Bu rakam ilk bakışta yüksek gibi görünse de, yukarıda belirtilen savaşların maliyeti karşısında oldukça düşük bir miktar olduğu göz önüne alınmalıdır.
 
Irak 2005 yılında yeni bir anayasaya kavuşmuş ve son Amerikan birliklerinin ülkeden çekilmesi 2011 yılının aralık ayını bulmuştur. Bu süreçte ise ülke işgale karşı direniş ile birlikte kanlı bir iç savaşa sürüklenmiş ve güvenlik en önemli konu haline gelmiştir. Ancak bu durum yavaş yavaş değişmeye başlamıştır. Irak’ın su yönetimindeki esas sorun olan kaynakların etkin olmayan kullanımı artık Iraklı yetkililerce de kabul edilmeye başlanmıştır. Diğer yandan şehirlerin içme suyu ihtiyacının giderilmesi amacıyla tahrip olmuş altyapının iyileştirilmesi projeleri gündeme alınmaya başlamıştır. 2003 yılındaki Amerikan işgalinden sonra da ABD özellikle Felluce ve Sadr City’de su projeleri için büyük miktarlar ayırmıştır. Bu planlar, doğal olarak söz konusu bölgelerde halkın desteğini alarak devam eden direnişi kırmak amacıyla uygulamaya sokulmuştur. Ancak güvenlik gerekçesi ile bu projelerde büyük kısıtlamalara gidilmiştir. Bu dönemde 600 kadar işçinin su hizmetleri konusunda çalışırken görevi sırasında öldürüldüğü belirtilmektedir.
 
Irak merkezi hükümetinin su ihtiyacının giderilmesi amacıyla uygulamaya koyduğu projelerin yanı sıra bir takım idari düzenlemeleri ve uluslararası alanda girişimleri olmaktadır. İdari düzenleme olarak en önemli gelişme Irak Ulusal Su Konseyi’nin kurulmasıdır. Konseye başbakanın başkanlık etmesi ve iki ayrı komitenin kurulması kararlaştırılmıştır. Konseyde Dışişleri, Su Kaynakları, Tarım bakanlarının da olduğu on bir bakanın yer alması planlanmaktadır. Kürt Bölgesel Yönetimi’nin de temsil edileceği bu konseyde ulusal güvenlik danışmanı da yer alacaktır. Konseyin iki komiteden oluşması öngörülmektedir. Bunlar;  Dışişleri bakanının başkanlığında “Uluslararası Sular Müzakereleri için Yüksek Komite”  adında bir komite ve Su Kaynakları bakanı başkanlığındaki “Dahili Su Kaynakları için Yüksek Komite” olarak belirlenmiştir.(1) Adından da anlaşılacağı gibi birinci komite Irak’ın aşağı kıyıdaş olduğu sular konusunda çalışmalar yürütecektir. İkinci komitenin ise Irak’ın içinde yer alan barajların depolama kapasitelerinin yükseltilmesi ve Şatt-ül Arap’a set inşa edilmesi için su kaynakları bakanlığı ile beraber çalışacağı belirtilmektedir. Konseyin iki komite olarak şekillenmesi Irak anayasasının su kaynakları konusundaki hükümlerine paralel bir yapı olarak değerlendirilmelidir. Bilindiği gibi, Irak anayasası su kaynaklarının yönetimi konusunda ülke dışından gelen sular ve ülke içi sular olmak üzere bir ayrıma gitmiştir.
 
Su kaynakları konusunun Irak’ta yüksek düzeyde ele alınması olumlu bir gelişme olarak görülmelidir. Ancak oluşturulan konseyin alt komitesinin adı, Irak’ın uzun yıllardır devam eden pozisyonunda bir değişme olmadığını göstermektedir. “Uluslararası Sular Müzakereleri için Yüksek Komite”nin içinde yer alan ‘uluslararası sular’ ifadesi birden fazla ülke sınırları içinde akan nehirleri tarif etmek için kullanılırmış gibi görünmekle birlikte, esasen nehir suları üzerinde ortak bir egemenlik iddiasında bulunmaktadır. Bu iddia ise ne Türkiye ne de uluslararası hukuk tarafından kabul edilmemektedir. Türkiye bu durumdaki nehirleri tanımlamak için sınıraşan tabirini kullanmayı tercih etmektedir. Sınıraşan sular tabirinin kullanılması hem söz konusu nehrin birden fazla ülke sınırları içinde aktığını belirtecek hem de tabir dolayısıyla ülkelerin egemenliğine halel getirecek yorumları engelleyecektir. 
 
Irak diğer yandan bir başka girişim içindedir. Bağdat’ta 31 Mayıs-1 Haziran tarihlerinde yapılan ve “Arap Olmayan Ülkelerle Paylaşılan Sularda Arap Su Haklarını Korumada Uluslararası Hukukun Uygulanması” başlığı taşıyan bir toplantı düzenlenmiştir. Irak Su Kaynakları Bakanlığı ve Arap Ligi Genel Kurulu tarafından düzenlenen toplantıda Irak, henüz 1997 tarihli Uluslararası Suyollarının Ulaşım-dışı Amaçlarla Kullanılmasına İlişkin Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’ne taraf olmayan ülkeleri bu sözleşmeye taraf olmaya çağırmıştır. Türkiye’nin taraf olmadığı bu sözleşmenin yürürlüğe girebilmesi için 35 ülkenin onayına ihtiyaç duymaktadır. Halihazırda, 27 ülkenin sözleşmeyi onaylayarak bu konudaki belgelerini depoziter olan Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliği’ne gönderdiğini düşünürsek, bu çağrıya uyulması sonucunda gerekli sayı olan 35’e kısa bir sürede ulaşılması mümkündür. Ancak, Arap ligi devletlerinin söz konusu sözleşmeye üye olma kararları doğal olarak ulusal bir karardır ve bu çağrıdan etkilenmesi beklenmemelidir.  
1. http://www.egov.gov.iq/egov-iraq/index.jsp?sid=3&nid=215&y=2012&m=5&d=11