İran ile P5+1 Ülkeleri Arasında Yeniden Başlayan Nükleer Müzakereler

Pınar Arıkan Sinkaya, ORSAM Ortadoğu Danışmanı
İran ile Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesi (Amerika, Rusya, Çin, Fransa, İngiltere) ile Almanya’nın oluşturduğu P5+1 grubu arasında İran’ın nükleer enerji geliştirme faaliyetleriyle ilgili müzakereler 14 Nisan 2012 Cumartesi günü İstanbul’da yeniden başladı. Sonuncusu 2011 yılının Ocak ayında yine İstanbul’da yapılan ve sonuçsuz kalan müzakerelerin on beş aylık aradan sonra yeniden başlaması, dünyanın meselesi haline gelen ve İran’ın “potansiyel tehdit” olarak görülmesine neden olan nükleer meselenin çözümüne dair bir umut ışığı oldu.
 
Nükleer Silahsızlanma Anlaşması’nın tarafı olan ve bu anlaşma çerçevesinde Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’un (UAEK) denetimlerine tabii şekilde barışçıl nükleer enerji geliştirme hakkına sahip olduğu halde İran’ın nükleer faaliyetlerinin barışçıl niteliği konusunda uzun süredir şüpheler bulunmakta. UAEK’nin İran’ın nükleer programıyla ilgili 8 Kasım 2011’de yayınladığı son raporda, öncekilerden farklı olarak ilk defa, nükleer silah programı olduğuna dair kesin bir kanıta rastlanılmasa da İran’ın nükleer faaliyetlerinin bir kısmının silah yapımında kullanılan yöntemler olduğu ve şüphe oluşturduğu ifade edildi. Bunun üzerine Avrupa ülkeleri ve Amerika yeni kararlar alarak halihazırda İran’a uyguladıkları yaptırım kararlarını ve İran’a karşı söylemlerini ağırlaştırdılar. Amerikan Başkanı Obama, askeri müdahale de dahil olmak üzere İran’ın nükleer faaliyetlerini durdurmak için bütün seçeneklerin masada olduğunu açıkladı. Gerek ağırlaştırılmış yaptırım kararlarına gerekse İran karşıtı söylemin şiddetlenmesine İran’dan sert tepkiler geldi. 14 Nisan’da İran ile P5+1 ülkelerinin müzakerelere yeniden başlaması bu gergin ortamın yumuşaması ve anlaşma için uygun zeminin sağlanabilmesi adına olumlu bir gelişmeydi.
 
P5+1 Grubunun İran’a Yönelik Stratejisi
 
2006 yılında başlayan İran ile P5+1 ülkelerinin görüşmeleri “iki ayaklı strateji” üzerine kuruldu. Bu çerçevede bir taraftan İran ile diyalog kurulması suretiyle müzakereler teşvik edilirken, diğer taraftan müzakerelerden sonuç alınmadığı her ayakta yaptırımlar ağırlaştırılarak İran yönetimi pozisyonunu değiştirmeye zorlandı.   İki ayaklı stratejinin ilk ayağını oluşturan yaptırımlar, BM Güvenlik Konseyi’nde alınan yaptırım kararlarıdır. 2006’dan bu yana İran ile güçlü ekonomik ilişkilere sahip olan Rusya ve Çin’in ciddi çekinceleri ile birlikte çok sayıda yaptırım kararı çıkarıldı. İran ile nükleer ve füze yapımına ilişkin maddelerin ticaretini yasaklayan, İran’ın nükleer programıyla ilgili kişi ve şirketlerin mal varlıklarının dondurulması ve vize verilmemesi gibi uygulamaları içeren bu kararları yeterli görmeyen AB ülkeleri ve ABD, ek yaptırım kararları da aldılar. Müzakerelerin ikinci ayağı ise diplomasi ayağıdır. Yaptırım kararlarının İran’ı zor durumda bırakarak müzakere masasına oturmaya iteceğini varsayan P5+1 ülkeleri İran’ın bu şekilde uzlaşmazlıktan vazgeçip taviz vermeye yanaşacağını düşünüyorlardı.
 
P5+1 ülkelerinin Haziran 2006’da İran’a ilk önerilerinin en önemli maddeleri zenginleştirme ve yeniden işleme ile ilgili bütün faaliyetleri durdurması, İran’ın Ek Protokolü uygulaması, nükleer yakıt garantisi verilerek ortak projeler yolu ile hafif su reaktörünün kurulmasını içeriyordu. İran, öneriye zenginleştirme faaliyetlerini durdurmayı reddederek cevap verdi. Bundan sonra Mart 2008’de aynı öneriyi tekrar gündeme getirdiler. Ancak İran da P5+1’e kendi önerisini sundu. İran’ın önerisinde işbirliğine yönelik maddeler bulunmasına karşın nükleer programa dair hangi adımların atılacağı ve ayakların ne olacağı belirtilmemişti. Aynı yılın Haziran ayında P5+1 öneri paketlerini yeniden gözden geçirerek İran’a sundu. Haziran 2008’de Cenevre’da yapılan görüşmelerde İran, her iki tarafın önerilerinin ortak noktaları üzerinden konuşmak istedi. Ancak görüşmeler sonuçsuz kaldı. Haziran 2009’da İran, UAEK’ye Tahran Araştırma Reaktörü için yakıt ikmali isteğini ilettiğinde ABD 120 kilo yakıt için İran’ın eşit miktarda %4 zenginleştirilmiş uranyumu ülke dışına göndermesini istedi ki bu da toplam 1200 kilo yapıyordu. Ekim 2009’da yapılan görüşmede İran tarafı bu takas için prensipte anlaştı. Ancak İran tarafının takas anlaşmasında değişiklik yapmak istemesi ve anlaşmayı uygulamaktan kaçınması taraflar arasında güvensizliği artırdı.
 
Nükleer meselede bundan sonraki en önemli gelişme 17 Mayıs 2010’da İran, Türkiye ve Brezilya arasında imzalanan Tahran Anlaşmasıydı. Buna göre İran’ın nükleer enerji araştırma ve üretme hakkı tanınırken bir ay içerisinde 1200 kilo düşük oranda zenginleştirilmiş uranyumu Türkiye’ye transfer etmesi, UAEK, Fransa, Rusya ve ABD’nin İran’a bir yıl içinde 120 kilo zenginleştirilmiş uranyum yakıtı sağlaması, bu gerçekleşmediği durumda Türkiye’nin İran’dan transfer edeceği uranyumu geri vermesi öngörüldü. Ancak Fransa, Rusya ve ABD’nin anlaşmayı İran’ın uranyum zenginleştirmesini sınırlamadığını belirterek reddetmeleri nedeniyle anlaşma uygulanamadı. Bu arada İran 2010 itibariyle uranyumu zenginleştirme kapasitesine ulaştı ve İran’ın takas anlaşması yapmasına neden olan uranyum ihtiyacı da ortadan kalktı.
 
İran ile P5+1 arasında bundan önceki son görüşmeler ise Ocak 2011’de yine İstanbul’da yapılmıştı. İki gün süren görüşmelerde İran tarafı BM yaptırımlarının sona erdirilmesi ve uranyum zenginleştirme faaliyetlerine devam etmesi konusunda ısrar edince anlaşma sağlanamadı.
  
İran’ı Müzakere Masasına Getiren Süreç
 
Kasım 2011’de UAEK’nin İran’ın nükleer faaliyetleriyle ilgili son raporunun yayınlanmasının ertesinde AB ve ABD tarafından alınan sert yaptırım kararları sonrasında İran’ın müzakere masasına oturmak istemesi iki ayaklı stratejinin ilk ayağının amacına ulaştığını göstermektedir. Görüşmelerin yeniden başlamasında yaptırımların İran üzerindeki olumsuz etkisinin payı olduğu kadar İran’a Bushehr nükleer santralini inşa eden Rusya ile petrolünün "’sini İran’dan temin eden Çin’in ilişkilerini bozmak istememesi ve müzakere seçeneğini ısrarla öne sürmesi önemlidir. İki ayaklı strateji çerçevesinde bir tarafta yaptırım uygularken bir taraftan da görüşmeye hazır olduklarını sık sık İran tarafına ifade eden P5+1 ülkelerinin görüşme talebinin İran tarafından kabul edilmesinde başka faktörler de etkili olmuştur. Bir kere İran, Suriye’deki ayaklanmalarda Esad rejimini destekleyerek bölgede yalnız kaldı. Suriye’ye olan desteği nedeniyle Arap sokağında imajı zedelenen İran’ın nükleer programı muhafazakar Arap devletleri için tehdit olmaya devam etmektedir. Yaptırımlar nedeniyle ülkenin ekonomik durumu gün geçtikçe kötüleşmektedir. Geçtiğimiz sonbahardan bu yana ülkede Merkez Bankası döviz kuru ile serbest piyasa arasında çok ciddi bir fark oluştu ve İran devleti ülkeye döviz giriş-çıkışı ve döviz satışı ile ilgili kısıtlamalar getirdi. Bir taraftan sübvansiyonları azaltmaya çalışan devlet enflasyonu kontrol edemedi ve fiyatlarda büyük artışlar yaşandı. Merkez Bankası da dahil olmak üzere İran bankalarına getirilen uluslararası transfer yasakları ülkenin uluslararası ticaretini zorlaştırdı. Ülkede iş yapan yabancı şirketler yaptırımlar çerçevesinde yatırımlarını durdurma kararları almaya başladılar.
 
Ekonominin kötüye gidişine ek olarak İran’da siyasi ortam da çalkantılı hale geldi. Bir süredir Dini Lider Hamanei ile Cumhurbaşkanı Ahmedinecad arasındaki gerginlik konuşuluyordu. Ağustos ayında patlak veren bankacılık skandalına Ahmedinecad’a yakın kişilerin adının karışması ile Cumhurbaşkanı Ahmedinecad zor durumda kaldı. Mart ayında yapılan Meclis seçimlerinde Ahmedinecad taraftarlarının ciddi bir varlık gösterememesi Cumhurbaşkanı’nın siyasi olarak köşeye sıkıştığını gösterdi. Böylece göreve geldiğinden bu yana nükleer meseleyi İran’ın milli meselesi olarak gören ve taviz verilmeyeceğini ifade ederek katı bir tavır sergileyen Ahmedinecad, İran siyasetindeki etkin konumunu kaybetti. Böylece Rehber Hamanei, İran Yüksek Ulusal Güvenlik Konseyi Sekreteri Saeed Jalili’yi AB Dış İlişkiler Yüksek Komiseri Catherine Ashton ile müzakere için görevlendirdiğinde ülkede muhalefet olmadığı gibi sert sesler de yükselmedi. Aksine, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın İran’ın fikirlerini masaya taşıyacağına dair olumlu sinyaller aldıklarını ifade etmesi İran’ın uzlaşmaz tavrından vazgeçtiğini anlatmaktadır.
 
Tüm bunların yanında ABD’de 6 Kasım 2012 tarihinde yapılacak başkanlık seçimleri de görüşmelerin yeniden başlamasında önemli bir faktör olarak göze çarpmaktadır. Nitekim Demokrat başkan Obama iş başına geldikten sonra İran konusunda uzlaşmacı bir tavır sergiledi. Ancak ABD kamuoyu ve muhalefet tarafından nükleer meseleyi çözmekte başarısız olmakla itham edildi. İran tarafı Obama’nın görev süresi bitmeden önce tekrar görüşmelere başlamakla bir taraftan başkanlık seçimlerinde Cumhuriyetçi adayın kazanması durumunda müzakerelerde elinin zayıflayacağının ve daha katı yaptırımlarla karşı karşıya kalacağının farkında olduğunu gösterirken diğer yandan Obama’nın uzlaşmacı yaklaşımından faydalanmak istemektedir. Nitekim ABD Başkanı Obama, nükleer meselenin savaşla değil, diplomasi yoluyla çözümünden yana tavır aldı. İran lideri Hamanei’nin bir süredir nükleer silah karşıtı fetvasını konuşmalarında tekrarlarken ABD Dışişleri Bakanı Clinton, geçtiğimiz günlerde eski güvensizlik söylemini bir kenara bıraktı ve “ifade edilen inancın nasıl eylem planına dönüştürülebileceğini konuşmak için İranlılarla buluşuyoruz” diyerek diplomasi yoluyla çözüm için bir adım daha attı.
 
Görüşmelerin yeniden başlamasında Türkiye’nin önemli rolü olmasına karşın bu konu Türkiye-İran ilişkilerinde gerginliğe de neden oldu. Başbakan Erdoğan 28-29 Mart tarihinde İran’a gerçekleştirdiği son ziyaretinde İran dini lideri Hamanei ile nükleer müzakerelerin İstanbul’da yeniden başlamasını konuşmuş ve İran’ın barışçıl nükleer enerji geliştirme hakkını savunarak Türkiye’nin bu konuda desteğini belirtmişti. Hamanei, nükleer silahların dinde yasak olduğu için İran’ın nükleer silah yapmayacağına dair fetvasını yinelemiş, Erdoğan bu söze olan inancını dile getirmişti. Ancak Suriye ile ilgili izlenecek politika konusunda anlaşamadıkları belli olan taraflar arasında Erdoğan’ın Türkiye’ye dönüşünden sonra 1 Nisan’da İstanbul’da düzenlenen Suriye Halkının Dostları toplantısında Esad’ın içinde olduğu bir çözümün kabul edilemez olduğunu açıklamasından sonra ipler gerildi. Nükleer müzakerelerde Türkiye’nin arabulucu rolünü İran’ın kabul etmesi iki ülke ilişkilerinde Suriye konusunda yaşanan anlaşmazlığın üzerini örter görünmekteydi. Ancak İran Meclisi Milli Güvenlik ve Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Alaaddin Burujerdi’nin İran’ın görüşmelerin yapılacağı yer olarak Türkiye’yi düşünmediğini ve alternatif aradığı açıklamalarına Başbakan Erdoğan’ın verdiği İran’ın dürüst olmadığı ve bu nedenle dünyada sürekli itibar kaybettiği şeklindeki sert yanıt nükleer görüşmelerin hangi koşullarda yapılacağı ile ilgili zihinleri bulandırdı. Fakat gelinen son noktada 14 Nisan günü İstanbul’da taraflar bir araya geldi.
 
Sonuç
 
P5+1 ülkeleri ile İran arasında Türkiye’nin ev sahipliğinde yapılan son nükleer müzakereler olumlu bir havada geçti. Görüşmelerin bitiminden sonra iki tarafın basın açıklamalarında da bu olumlu havayı görmek mümkün oldu. AB Dış İlişkiler Yüksek Komiseri Catherine Ashton, görüşmeleri yapıcı ve faydalı olarak nitelendirdi Oturumlarda sunulan önerilerin ne olduğu konusunda açıklama yapmayan Ashton, altı ülkenin de İran’ın samimiyeti konusunda ikna olduklarını söyledi.
 
İran temsilcisi Saeed Jalili de basın açıklamasında her iki tarafta da güven oluşmasının önemine ve bundan sonra güven artırıcı önlemler alınması gerekliliğine vurgu yaptı. Öte yandan İran’ın barışçıl nükleer enerji ve düşük oranlı zenginleştirilmiş uranyum kullanma hakkını yineleyen Jalili fikir ayrılıklarının bulunduğunu ancak mutabık kaldıkları konuların da olduğunu ifade etti.  
 
Her iki tarafın da benzer kelimeler kullanarak yaptıkları açıklamalar ve işbirliğine yaptıkları vurgu görüşmelerin devamı ile ilgili umut vericidir. Nitekim Ashton da bundan sonra arzu edilenin İran ile diyaloğun sürdürülmesi olduğunu ifade etmiştir. İstanbul görüşmesi karşılıklı güven tazeleme amacıyla yapılmış ve bunda başarılı olunmuştur. Ancak nükleer meselenin çözümüne yönelik öneriler görüşmelerin ikinci turunda Bağdat’ta konuşulacaktır.
 
İstanbul’da yapılan ilk tur görüşmelerin olumlu havada bitmesi ve tarafların ikinci tur görüşmeler için anlaşması önemli bir ilerlemedir. Ancak müzakerelerden kalıcı sonuçların alınması iki tarafın da müzakere masasından çıkarlarını koruyarak kalkması ile mümkündür. Hiç kuşkusuz 23 Mayıs’ta Bağdat’ta yapılması kararlaştırılan müzakerelerin olumlu sonuçlanması, hem İran’a hem de başta ABD olmak üzere Batı ülkelerine rahat bir nefes aldıracağı gibi taraflar arasında giderek ciddileşen bir tehdit unsurunu ortadan kaldırmış olacaktır.