Körfez’de Askeri İttifak ve Bölgesel Soğuk Savaş Rüzgârları

Körfez İşbirliği Konseyi, Bahreyn’in başkenti Manama’da 24 ve 25 Aralık tarihlerinde 33. KİK Zirvesini gerçekleştirdi. Geçtiğimiz yıl 20 Aralık’ta gerçekleştirilen KİK zirvesinde kabul edilen Riyad deklarasyonu kapsamındaki amaçların görüşülmesi için bir araya gelen KİK üyesi altı Körfez ülkesi, Körfez Birliği’ne gidecek süreci askeri birliklerin tek komuta altında birleştirilmesi ile başlattıklarını duyurdu. Böylelikle KİK Ortak Askeri Komutası çatısı altında Yarımada Kalkanı Birliklerinin, üye ülkelere ait hava ve kara birliklerinin tek komuta altına alınması ile KİK üye ülkelerinin askeri bir ittifak oluşturmasına yönelik ciddi bir adım atılmış oldu. Manama Zirvesinin ardından yapılan resmi açıklamaya göre Riyad Deklarasyonun ardından geçen son bir yıllık süreç içerisinde tüm üye ülkelerden oluşturulan bir komisyon bu amaç için görüşmeler gerçekleştirmiş ve Manama Zirvesi’nde alınan kararın kurumsal altyapısı oluşturulmuştur. Resmi açıklama, KİK’in birliğe dönüştürülmesi yönündeki inisiyatifi tekrar etmiş, üye devletlerin bu yöndeki motivasyonlarının altını çizmiştir. Manama Zirvesinin ardından Riyad Deklarasyonu ile oluşturulan İşbirliği Konseyi resmen çalışmalarına başlayacaktır. Öte yandan ortak komutanın oluşturulması ile KİK üyelerinden herhangi birine gerçekleştirilecek dış müdahale “ortak tehdit” olarak kabul edileceği tüm üyeler tarafından onaylanmıştır.
 
1981 tarihinde İran-Irak Savaşı’nın etkisiyle güvenlik kaygıları nedeniyle kurulmuş konseyin, işbirliğinin de ötesinde bir birlik yapısına sahip olması yönündeki bu çalışmalar konusunda Körfez ülkelerinin ciddiyeti gerçekleştirilen son iki toplantıda kesinleşmiştir. Bu yöndeki resmi adımların yanı sıra bölgenin hızlı bir şekilde silahlanması ise askeri alanda belli bir hareketliliğe işaret etmektedir.
 
Uzun yıllardır işbirliği yönünde atılan çoğu adımlar, bir şekilde üye altı devletin Suudi Arabistan etkinliği içerisinde erime kaygısı ve her bir ülkenin liderliğe oynaması nedeniyle sekteye uğramış ve yavaşlamıştır. Ortak paradan Serbest Ticaret Anlaşmalarının imzalanmasına kadar ekonomik girişimler bu gibi sorunlar ile karşılaşmıştır. Öte yandan Konsey içerisinde Birleşik Arap Emirlikleri gibi yükselen ekonomik güçlerin daha ön planda olma çabası, konsey içi dengelerin değişmesi yönündeki baskının da örneğini oluşturmaktadır. Kısacası üye altı Körfez ülkesi arasında da anlaşmazlık ve güvensizliğin olduğunu belirtmek yanlış olmayacaktır. Öte yandan bölgeyi sarsan son gelişmeler Körfez monarşilerini bir hayli tedirgin etmiş ve 2003 sonrası giderek keskinleşen güvenlik algılarını daha da derinleştirmiştir. Arap Baharı’nın etkisiyle ortaya çıkan değişim baskıları neredeyse tüm bölgeyi içerisine almıştır. Özellikle Körfez monarşileri açısından Bahreyn’de Mart ayından itibaren gelişen olaylar ve Yemen’deki iktidar krizi bu baskıyı sınırlarında hissetmelerine neden olmuştur. Bu duruma ek olarak Suudi Arabistan’da Şii nüfusun yaşadığı bazı bölgelerde küçük ölçekli ayaklanmalar ile karşılaşması ve Kuveyt’te hükümet karşıtı protesto gösterilerinin yapılması bu tehdit algılamasını yoğunlaştırmıştır. Bahreyn dışındaki üye ülkelerin sınırları içerisinde Mısır ya da Tunus gibi büyük ölçekte kitlesel muhalif grupların eylemselliği henüz söz konusu olmasa da Şubat 2011’de Bahreyn’de başlayan olaylar ciddi bir refleksin gelişmesine neden olmuştur. Mart 2011’de KİK’e bağlı Körfez Kalkanı birliklerinin Bahreyn’e girmesi ve muhalefeti bastırmaya çalışarak Bahreyn’e istikrar getirmeye çalışması bu refleksin belki de en görünür karşılığıdır. 2002 yılında beri anayasal monarşinin geçerli olduğu Bahreyn’deki siyasi kriz buna rağmen çözülebilmiş değil. Sonuç itibari ile birlik yönündeki atılan adımlar ve askeri ittifakın kurulması, rekabet içerisinde olan monarşilerin ortak tehditler karşısında yakınlaşmaları olarak görülmelidir.
 
Aralarında rekabetin olduğu Körfez ülkelerini bir araya getiren ve birlik yönünde ciddi adımlar atmasını sağlayan etmenler ekseriyetle “güvenlikle” ilgili olduğundan sürecin ekonomik işbirliği ve ortak Pazar ile ortak para gibi yarım kalan inisiyatiflerden farklı bir yolda ilerleyeceğini düşünebiliriz. Körfez ülkelerini deyim yerindeyse alarma geçiren bölgesel gelişmeler bu bağlamda Körfez İşbirliği Konseyi’nin son bir yıl içerisinde attığı adımların çerçevesini oluşturmaktadır.
 
2003 sonrası dönemde Körfez ülkeleri çok da arzu etmedikleri yeni bölgesel bir düzen ile karşı karşıya kaldılar. Saddam liderliğindeki Irak, KİK üye ülkelerinin tamamınca “düşman” olarak algılanmaktaydı ancak Saddam sonrası dönemde “Şii” nüfusun siyasette başat duruma geçmesi ve hatta İran ile çok yakın ilişkiler geliştirmesi dengeyi Körfez ülkelerin aleyhine değiştirdi. Yakın ittifak olarak gördükleri ABD ve Batı dünyasının bölgeye yönelik politikalarında önemli bir değişiklik olarak okunması gereken bu gelişme, Körfez ülkelerinin bölgede ayrı bir ajanda izlemesini de beraberinde getirdi. Sonuç olarak Körfez ülkeleri 2003 sonrası dönemde Batılı ittifaklarından ayrılmaya başlayarak kendi dış politikalarını oluşturmaya ve izlemeye başladılar. Bu yeni durum, küresel ve bölgesel aktörlerin kimi zaman örtüşen politikalar izlemesi kimi zamanda birbirleriyle çakışan farklı pozisyonlar almasına neden oldu.
 
Öte yandan Körfez ülkelerinin kendilerini bölgesel anlamda yalnız hissetmeleri, bölgede tırmanan krizlerin de altyapısını oluşturdu. İran’ın 2003 sonrası dönemde oluşan yeni bölgesel dengede, vekil güçlerini (-proxy forces-) arttırması karşısında İran’ın bölgede sınırlandırılması ve çevrelenmesi Körfez ülkeleri açısından en önemli amaç haline gelmiştir. İttifaklarını bu konuda yetersiz ve isteksiz bulan Körfez ülkeleri yoğunluklu bir dış politika izlemeye başlamışlardır. Bahreyn krizi sırasında ülkeye sevk edilen Yarımada Kalkanı Birlikleri, bu bağlamda Körfez ülkeleri tarafından alınacak önlemlerin seviyesi de göstermektedir.
 
Vekil güçler üzerinde süren bu yoğun mücadelenin yanı sıra Arap Baharı’nın ortaya çıkardığı yeni dinamikler ise Körfez ülkelerinin artan güvenlik tehditleri algılanmalarını bir yandan arttırmış bir yandan da derinleştirmiştir. Tunus, Mısır ve Libya’da gerçekleşen halk isyanları ile rejimlerin değişmesi ve Müslüman Kardeşlerin iktidara taşınması, monarşiler açısından bir başka önemli bir tehdidi de ortaya çıkarmıştır. Nasır döneminde ortaya çıkan Pan-Arap ideolojinin meydana getirdiği monarşi karşıtı alternatif 2011 tarihi itibari ile yeni bir formda kendini tekrar hissettirmiş, bu sefer İslamcı bir siyasi akım olarak tüm Arap coğrafyasını etkileyen Müslüman Kardeşlerin bölgede yeni bir alternatif olması yolunu açmıştır. Demokratikleşme tartışmaları içerisinde monarşilerin istikrar ve Arap kimliğine uygunluğu gerek Oryantalistler gerekse de Körfez monarşileri tarafından sıkça dile getirilmekteydi. Ancak Arap cumhuriyetleri içerisinde Müslüman Kardeşlerin iktidar olması Arap coğrafyası ile barışık, demokratik ve katılımcı yeni bir modelin oluşabilmesi için yeni bir yol açmıştır. Bu nedenle de Körfez monarşileri potansiyel bir rejim bunalımı ile karşı karşıya kalmaktan da endişelenmektedir.
 
Arap Baharı’nın ortaya çıkardığı yeni bölgesel dinamikler ile İran’ın bölgedeki etkinliğinin artması Körfez İşbirliği Konseyi üye ülkelerinin, bir araya gelerek ortak bir şekilde hareket etmelerini sağlayacak olan Körfez Birliği projesi üzerinde uzlaşmasını sağlamıştır. Bu birliğin ilk adımının da Körfez Ortak Askeri Komuta olması, Körfez ülkelerinin güvenlik konusunda giderek hassaslaştığını göstermektedir. Yüksek ölçekli silah alımlarının arttığı bölgede hem siyasal tansiyon artmakta hem de silahlanma tırmanmaktadır. Bu süreç Ortadoğu’nun Soğuk Savaşı’nı başlatacağa benzemektedir.