Körfez’de Derinleşen Ayrışma

Katar krizi ile en somut ve çarpıcı hali ile gün yüzüne çıkan Körfez’deki ayrışma Körfez İşbirliği Teşkilatı’nın ciddi derecede yara alması ile sonuçlanmıştır. Katar ve Suudi Arabistan-BAE bloğu arasında gelişen bu ayrışma “Arap Baharı” sonrasında iki taraf arasında gözlenen önemli politik farklılaşma ve çatışma üzerine ortaya çıkmış ve ilk sonucunu 2014’te ilk Katar krizi ile göstermişti. Bu süreçte bölgede Katar’ın temsil ettiği demokratik yaklaşım ile SA-BAE bloğunun temsil ettiği statüko yanlısı politikanın çatıştığı ortaya çıkmıştır. Katar demokratik yaklaşımıyla özellikle Mısır’da Müslüman Kardeşler hükümetini desteklerken, karşı blok “rejim güvenliği” ekseninde Müslüman Kardeşleri terör yapılanması olarak ilan etmiştir. Bu çatışma sonucunda statüko kazanmış ve Mısır’da ilk defa demokratik yolla seçilmiş olan hükümet askeri darbe ile görevden uzaklaştırılmıştı. Hemen akabinde 2014’te SA-BAE bloğu, Müslüman Kardeşler ve Hamas ile olan yakınlığı sebebi ile diplomatik ilişkilerini keserek Katar’ı tecrit etme girişiminde bulunmuşlardı. Bu sırada iktidara gelen Trump yönetiminin Körfez’de statüko tarafında yer alması, SA’da Muhammed bin Selman’ın veliaht ilan edilmesi ve de facto iktidar olması gibi gelişmelerin ardından Mayıs 2017’de çok daha ağır şartlarda yeni bir Katar Ablukası başlatılmıştır. Ablukacı devletler Katar’a başta İran, Türkiye, Müslüman Kardeşler, Hamas vb ile olan yakın ilişkileri olmak üzere tüm bağımsız ve statüko karşıtı politikalarından vazgeçmesini dayatma girişiminde bulundular. Şimdi 18 ayı geride bırakmak üzere olan krizde, her iki tarafın kendi politikalarını tavizsiz sürdürdüğü ve Körfez’deki ayrışmanın derinleşmeye devam ettiği görülmektedir. Bununla birlikte, Ekim ayında yaşanan Kaşıkçı cinayeti sonrası gelişmeleriyle bağlantılı olarak SA tarafında bazı hareketlilikler olduğunu görüyoruz.

Kurulduğu yıl olan 1981’den bu yana her yıl yapılagelen KİK zirvesi, Katar ablukasının tüm şiddetiyle sürdüğü dönemde Kuveyt’in ev sahipliğindeki Aralık 2017 toplantısına Katar Emirinin katılmasına karşılık SA ve BAE liderlerinin katılmaması üzerine iptal edilmişti. Bu gelişme, Körfez entegrasyonunun kurumsal anlamda önemli ölçüde yol almasında merkezi faktör olan KİK’e ağır bir darbe vurmuş ve tamamıyla lağvedilmese bile sona yaklaştığının işaretini vermişti. Nitekim bunun akabinde SA ve BAE, Azim Stratejisi olarak adlandırdıkları işbirliği anlaşmasını KİK’e alternatif yeni bir işbirliği platformu olarak devreye soktular. Bu da uluslararası alanda Körfez’de KİK’in işlevlerini kaybettiği yeni bir dönemin başlangıcı olarak yorumlandı. Son bir yıl içinde, SA-BAE ikilisi ABD-İsrail ile ittifak çerçevesinde bölgede özellikle Yemen savaşında ortaya koydukları son derece saldırgan politikalarına hız vermişti.  Ne var ki, yine bu saldırgan politikaların bir parçası olarak fakat beklenmedik bir şekilde patlak veren Kaşıkçı cinayeti sonucunda son iki ayda hız kesmek zorunda kalmışlardır.

Kaşıkçı vakası, temelde SA-BAE liderliğinde yürütülen bölgesel güç projeksiyonunu kuvvetlendirmek üzere planlanmıştı. Ne var ki, vaka hesaplanmadık gelişmeler ve özellikle Türkiye’nin durumu sahiplenmesi sonucunda dünya kamuoyunda uluslararası bir meseleye dönüştü ve söz konusu projeksiyon büyük bir darbe aldı. Uluslararası kamuoyunda cinayetin arkasındaki siyasi iradenin MbS olduğu kanaatinin yaygınlaşmasına ve MbS aleyhinde CIA’in gösterdiği delillere rağmen Trump yönetimi MbS’yi himayeyi sürdürmektedir. Bu durumda MbS siyasi konumunu korusa da, içine düştüğü itibarsızlık çıkmazından ve meşruiyet krizinden kurtulamamaktadır. Avrupa liderlerinin SA ile ticarete dayalı önemli ekonomik çıkarlarına rağmen, Kaşıkçı cinayetini sembolik de olsa çeşitli yaptırımlarla kınamaları, aslında MbS’nin şahsına karşı takındıkları tavrı ortaya koymaları açısından küçümsenemeyecek derecede önem taşımaktadır. Aradan geçen zamana rağmen olay dünya kamuoyunun gündeminden düşmemekte, buna mukabil, MbS cephesinde olayı açıklayıcı bir girişim görülmemektedir. MbS, bunun yerine düşen itibarını kurtarmak üzere çeşitli diplomatik girişimlerde bulunmaktadır. Öncelikle, babası Kral Selman’a yaptırılan bir açıklama ve akabinde SA Dış İşleri Bakanı El-Cübeyr’in açıklamaları ile kendini aklamaya çalışmıştır. Geçtiğimiz günlerde yapılan G20 Zirvesi’ni kendini uluslararası alanda kabul ettirme fırsatı olarak değerlendirmek isteyen MbS, her ne kadar bir iki lider ile oldukça samimi ve kendinden emin pozlar verebilmiş olsa da, Zirve liderlerinin genel olarak MbS’yi dışladığı görüntüler ortaya çıkmıştır. Son olarak geçtiğimiz hafta yaklaşmakta olan 2018 KİK Zirvesi’ne SA hükümetinin Katar’ı davet ettiğini duyurması aslında MbS’yi rahatlatmak için atılmış çarpıcı bir adım olmuştur. MbS bu girişimle kısa vadede imajını KİK üzerinden yenilemek üzere ılımlı ve yapıcı bir politika sergileme amacı gütmektedir. Ne var ki, bu tür adımlar, uzun vadede KİK’i hayata döndürmek ve Katar krizine son vermek için yeterli olmaktan uzaktır.

Geçtiğimiz haftanın diğer bir önemli sürpriz gelişmesi ise Katar’ın OPEC’ten yılbaşı itibari ile ayrılacağını duyurması oldu. Yaklaşık 60 yıldır OPEC üyeliğini sürdüren Katar’ın ayrılma sebebi olarak doğal gaz (LNG) üretimine ağırlık verileceği gösterildi. Nitekim Katar OPEC’in en etkin üyelerinden olmasına rağmen en düşük petrol kaynağı oranına sahip olan ülkesidir.   Buna rağmen Katar’ın bu kararının arkasındaki asıl nedenin ve stratejinin ne olabileceğine dair tartışma ve yorumlar yapılmaktadır. Bu tartışmalar arasında Katar’ın OPEC’teki Suudi hegemonyasına karşılık bu kararı alması ve Katar’ın ABD ile enerji alanında daha fazla işbirliği geliştirme stratejisi gibi yorumlar yer almaktadır. Zaman içinde gerçek neden/ler kendini göstermeye başlayacaktır fakat şu an için Katar’ın böyle bir karar almış olması aslında Katar’ın Katar krizleri ile başlayan yeni serüveninde kendi yolunda oldukça stratejik ve sağlam adımlarla ilerliyor olması temel gerçeğinin bir yansımasıdır. Halen devam etmekte olan Katar krizi Katar için ekonomisini ve dış ilişkilerini çeşitlendirme ve güçlendirme doğrultusunda yeni bir yol açmıştır. Katar, ablukanın başından beri bu zor ve çetrefilli yola devam etmeyi göze alarak, her ne kadar yüksek profil izleyen politikalarıyla tanınmış olsa da aslında oldukça genç ve küçük bir devlet olması hasebi ile kendini gerçekleştirme ve kendi ayakları üzerinde durabilme sürecine girmiştir. Kriz boyunca abluka bloku ile çatışmaktan ve nispet yapmaktan kaçınıp kavgacı değil diyalog yanlısı bir tavır takınan Katar, diğer taraftan siyasi dayatmalara hiçbir şekilde teslim olmamış, tavizsiz ve tutarlı bir gidişat sergilemiştir. El Cezire televizyonu, Kaşıkçı cinayeti gibi meselelerin üzerine en etkin şekilde gitmekten çekinmeyen küresel yayın organlarından biri durumundadır.  OPEC’ten ayrılma kararı da Katar’ın bölgede ki bu bağımsız fakat stratejik yürüyüşünü sürdürdüğünün önemli bir işaretidir.

Katar’ın özellikle Türkiye ve İran ile geliştirdiği stratejik ilişkiler bir azim ve kararlılık örneğidir. Karşısındaki SA-BAE bloğu ise, özellikle mezhepçiliğe dayalı İran düşmanlığı ekseninde, güvenlik ve güç projeksiyonu yürütmeye çalışmaktadır. Katar’ın bu blok karşısındaki duruşu, Körfez’deki Arap Baharı sonrası netleşen ayrışmanın derinleşerek açılmaya devam ettiğini ortaya koymaktadır. Kaşıkçı cinayetinin MbS’nin elinde patlamış olması SA-BAE bloğunu bir adım geride bırakmış olmasına rağmen, Trump iktidarı sürdüğü müddetçe ABD ve İsrail destekli bu blok korunmaya devam edecektir. Dolayısıyla, MbS’nin, büyük yara alan itibarını kurtarmaya yönelik girişimleri Körfez’deki siyasi yapının geleceğini belirleyecek olan bu ayrışmanın ortadan kalkmasına yönelik bir umut vadetmemektedir. Zaten MbS’nin böyle bir niyet taşıdığı da söylenemez. Aksi halde, kendisini iktidara taşıyan proje ile ters düşmüş olacaktır.