Kuzey Afrika’da El Kaide Tehdidi

Nebahat Tanrıverdi, Araştırma Asistanı
Suriye’de üç yılı aşkındır devam eden iç savaşın en çok dikkat çeken unsuru haline gelen IŞİD ve faaliyetleri, Musul’un IŞİD tarafından işgali ile başlayan krizle birlikte en önemli gündem maddesi haline geldi. Arap Baharı ile Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesindeki ülkeleri saran değişim dinamikleri, hızlı bir şekilde çatışma, iç savaş, vekâlet savaşları ve darbe eksenine kaydı. Son gelişmeler bölgedeki Kaide faaliyetlerinin ulaştığı noktayı ve trajik etkilerini gözler önüne sererken, güvenlik kaygısının da artmasına neden oldu. Her ne kadar son günlerde ilgi Suriye ve Irak özelinde yoğunlaşmış olsa da, benzer kaygılar ve riskler daha geniş bir coğrafyayı kapsamaktadır. Bugün gelinen noktada Kaide’nin Afrika kıtasında ve Ortadoğu bölgesinde Arap Baharı’nın da etkisi ile etki alanını genişlettiği ve istikrarsızlık ve çatışma kaynağı haline geldiği pek çok tarafça kabul edilen bir gerçek. Öte yandan her ne kadar Afganistan ve Irak işgalinin ardından Kaide’nin yerelleştiği ve daha küçük birimlere ayrılarak uluslararası iletişim ağından koptuğu düşünülse de son gelişmeler yerel örgütler arasında iletişimin devam ettiği ve birbirlerini etkilediklerini gözler önüne serdi. Irak’taki son gelişmelerin ardından Magrip Kaidesi’nden ve Ensar El Şeria’dan gelen çağrılar bu durumun en açık örnekleridir. Mağrip Kaidesi, Arap Baharı’nın bölgedeki dengeleri kökten değiştirmesinin de etkisiyle Kuzey Afrika başta olmak üzere Afrika’daki faaliyetlerini yoğunlaştırmıştır. Özellikle yabancıların rehin alınması ve kaçırılması ile ön plana çıkan Mağrip Kaidesi, Arap Baharı öncesinde 2008 yılında BM yetkilisinin Nijerya’da kaçırması ile gündeme gelmişti. Bugün gelinen noktada Afrika’daki pek çok ülkede Kaide bağlantılı örgütlerin çok etkin hale geldiği gözlenmektedir.
 
2011 sonrası dönemde Mağrip Kaidesi, Mali’de Cezayirli diplomatı kaçırılmasıyla yeniden gündeme gelmişti. Eylül ayında Libya’da ABD Büyükelçisi Chris Stevens ile birlikte üç ABD yetkilisinin öldürülmesinin ardında bölgede faaliyet gösteren Kaide olduğu bilinmektedir. Öte yandan Mali’de çıkan iç savaşın en önemli aktörü de Kaide’dir. Mayıs ayında Bingazi’de gerçekleşen saldırılarılar Ebu Yahya El Libi’nin Pakistan’da öldürülmesinin ardından gerçekleştirilmişti. Mayıs ayında Bingazi’deki Kızıl Haç Ofisi ve daha sonra da Birleşmiş Milletler konvoyuna ve ABD misyonuna da düzenlenen çeşitli saldırıların ardında gene bu örgütlerin olduğu iddia ediliyor. Kızıl Haç Ofisine yönelik saldırının Ömer Abdul Rahman Tugayları tarafından üstlenilmesi ve grubun bu eylemi Kaide’nin şu an ki lideri olan Ayman el Zevahiri’nin yaptığı intikam çağrısının ardından gerçekleştirmesi bu iddiaları güçlendiriyor. Öte yandan Libya'da Kaide üyelerine dönük ABD operasyonları hem milis güçlerince hem de siyasi aktörler tarafından ciddi tepkiler görmüş ve hatta bu gerilim Libya Başbakanı’nın İçişleri Bakanlığı’na bağlı milis güçlerince tutuklanmasına kadar varmıştı.
 
Özellikle Kuzey Afrika’da yoğunlaşan Kaide faaliyetlerinde Libya’nın ana üs haline geldiği gözlenmekte. Tahmini 125.000 Libyalının silahlandığı Libya’da, silahsızlanmaya yönelik yürütülen programların başarılı olmaması, güçlü merkezi bir yönetimin henüz kurulamamış olması etkin kontrolü sağlayacak askeri yapının ve bürokratik kurumların tesis edilememesi Libya’nın Kaide için “güvenli sığınak” haline gelmesine neden oldu. Devletin tamamen çöktüğü, tarafların çatışmaya sürüklendiği ve federalizm taleplerinin istikrarı tehlikeye soktuğu, güvenliğin yerel aşiretler, milis güçler ve güçlü aileler tarafından sağlandığı ülkede Kaide, eğitim kampları kurmak, silah temin etmek, taraftar toplamak ve bağlantı oluşturmak için uygun bir zemin buldu.
 
Öte yandan iç savaş boyunca muharebe deneyimi kazanmış silahlı milisler, Kaide için önemli bir insan kaynağı potansiyeli haline geldiler.  Bu milis güçlerin önemli bir kısmı iç savaşın ardından Kaide bağlantılı çeşitli grupların safına geçerek özellikle ülkenin doğusunda, yani Bingazi merkezli Barka bölgesinde etkin bir güç haline geldiler. Eski bir Guantanama tutuklusu olan Sufyan bin Kumu’nun liderliğindeki Ensar El Şeria Barka bölgesi başta olmak üzere ülkedeki faaliyetlerini hızla arttırdı. Ensar El Şeria şu ana kadar açık bir şekilde Kaide ile bağlantılı olduğunu ilan etmese de örgütün söylem, siyasi duruş ve amaçları Kaide ile paraleldir. Benzer bir şekilde, ABD Konsolosluğu’na gerçekleştirilen saldırılarda adı geçen Ömer Abdul Rahman Tugayları da ülkede aktif bir örgüttür. Libya’da pek çok milis örgüt bulunduğu için uzun bir liste oluşturmak da mümkün ancak verilen her iki örnekte de ülkede güçlü ve aktif Kaide bağlantılı örgütlerin var olduğu görülmektedir. Irak ve Suriye’deki son gelişmelerin ardından Libya’daki bazı gruplar IŞİD çatısı altına girdiklerini açıkladılar. Örneğin el-Battar (Libyalılar) Tugayı IŞİD’e katıldıklarını ve Libya’da da bir cephe açacaklarını duyurdular.
 
Libya’nın Kaide ve bağlantılı örgütler için “güvenli bölge” haline gelmesi başta sınırdaş ülkeler olmak üzere Afrika’daki diğer ülkelerde de Kaide bağlantılı örgütlerin faaliyetlerinin artışına neden oldu. Kaide bağlantılı örgütler Libya’dan Mali, Nijerya gibi yakın sınırdaş ülkelere doğru genişlemeye başladılar. Mali’de merkezi iktidarın ülkenin bir kısmındaki kontrolünü kaybetmesi ve ardından başlayan iç savaşta Mağrip Kaidesi ile Tuareglerin işbirliğinin rolü önemlidir. Benzer şekilde Sahra-altı Afrika ülkelerinde silahlı milislerin eylemlerinde gözle görülür biçimde bir artış yaşanmaktadır. Libya’dan kaçan Çat, Nijerya ve Mali vatandaşlarının ülkelerine geri dönmek zorunda kalması toplumsal yapının sarsılmasına neden oldu. Yabancı işçilerin hem işsizlik sorununa çare olduğu hem de ekonomik bir kaynak haline geldiği bu ülkelerde Libya sınırından akan silahlar da siyasal ve güvenlik alanlarında istikrarsızlığın kapısını araladı. Bu nedenle Mağrip Kaidesi hem Sahra-altı ülkelerinde hem de Libya ve Cezayir gibi Kuzey Afrika ülkelerinde uygun bir ortam buldular.
 
2011 sonrası süreçte Kaide bağlantılı örgütler kısa sürede Tunus’u da etkisi altına aldı. Libya’daki otorite boşluğu ve güç mücadelesi nedeniyle Tunus-Libya arasındaki sınırlarda güvenliğin sağlanması ciddi bir sorundur. Sınır güvenliğinin sağlanamadığı Tunus-Libya sınırından Kaide bağlantılı örgütlerin kolayca Tunus’a geçebilmekte ve şiddet eylemleri gerçekleştirebilmekteler. Tunus Ensar el-Şeria’sının lideri de ülkede artan operasyonlardan ötürü Libya/Derna’ya kaçmıştı. Mevcut durum Tunus’ta özellikle kırsal kesimleri etkiliyor. Halk isyanlarının gerçekleştiği ve rejimin değişim yönünde zorlandığı geçiş dönemlerini yaşayan diğer ülkeler gibi Tunus’ta da devlet ortaya çıkan boşluğu tam olarak dolduramıyor. Ortaya çıkan güç ve otorite boşluğu ise işsizlik ve yoksulluk gibi faktörler ile bir araya gelerek radikal akımlar ve şiddet için daha elverişli bir ortam yaratıyor. Bu nedenle de 2011 sonrası süreçte Kaide bağlantılı örgütler, Tunus’un kırsal kesimlerinde etkinliğini arttırdı, okul ve hastane gibi temel bazı sorumlulukları üstlendi ve kaçakçılık ve ticaret gibi ekonomik faaliyetler de giderek daha etkin hale geldiler.
 
2011 sonrası dönemde Tunus’ta yaşanan şiddet olayları ve siyasi suikastlar, Ennahda, CPR ve Ettakatol’den oluşan troyka hükümetini zorda bıraktı ve özellikle Nahda’nın ağır eleştiriler almasına neden oldu.  Üniversite kampüslerinin basılması, içkili kafe ve restoranlara yapılan saldırılar ve bazı grupların sokaklarda devriye gezerek hicap kontrolü yapmaya çalışması gibi sosyal hayatta doğrudan karşılığı olan gelişmeler Tunus’ta siyasi krizin derinleşmesine neden oldu. Polis karakollarına, ülkenin en köklü sendika konfederasyonu olan UGTT ofislerine, seküler ve sol partilerin binalarına yapılan saldırılar ile muhalif, seküler siyasi liderler Şükrü Belaid ve Muhammed Brahimi’nin öldürülmesinin ardından troyka hükümeti içişleri bakanlığını bir teknokrata bırakmış ve “müzakere ile ikna” stratejisine dayalı politikalar yerine “güvenlikçi” politikalar uygulamaya başlamıştı. Bu kapsamda Tunus’ta Selefi gruplar ile Kaide bağlantılı örgütlere geniş çaplı operasyonlar başladı.
 
2012 Eylül’ünde gerçekleşen ABD Büyükelçiliği saldırısı, Ensar El Şeria’nın önemli isimlerinden Ebu İyad (Seyfullah Bin Hüseyin) ile ilintilendirilmişti ve bu saldırı çerçevesinde aranmaktadır. Eylül saldırısının failleri olarak tutuklanan Beşir Golli ve Muhammed Bahti’nin açlık grevinde ölmesi üzerine Ensar El Şeria, En Nahda’ya yönelik söylemini açık tehdide dönüştürdü. 27 Mart’ta Ebu İyad (Seyfullah Bin Hüseyin) Facebook’tan yaptığı duyuruda En Nahda ile savaşacaklarını ve onu devireceklerini ilan etti. Bu tehdit ise Ensar El Şeria’nın doğrudan En Nahda’yı hedef aldığı ilk açıklama olması bakımından dikkat çekici. Öte yandan Tunus Ensar El Şeria’sının lideri Ebu İyad Haziran 2014’te bir açıklama yaparak diğer cihatçı gruplarla IŞİD arasında “barış” yapılmaya ve tüm cihatçı grupları bir araya gelmeye çağırmıştır.  Haziran 2014 Tunus İçişleri Bakanı Lutfi bin Ciddu’nun yaptığı açıklamaya göre Suriye’de savaşan 2400’den fazla Tunuslu bulunuyor. 2014 Şubatında ise 400’ya yakın Tunuslu genç, Suriye’den ülkeye geri dönüş yapmıştı. Ülkeden gençlerin bölgedeki çatışmalara savaşmaya gitmesi ve gidip geri dönen Tunusluların faaliyetlerine Tunus’ta devam etmeye çalışması, ülkedeki terörle ilgili sıkıntıların boyutunu attırıyor.
 
Libya ve Tunus başta olmak üzere Kuzey Afrika ülkelerinde artan Kaide bağlantılı örgütlerin faaliyetleri, Suriye ve Irak’ta yaşanılanlar da göz önünde bulundurulduğunda bölge açısından ciddi bir tehdit haline gelmektedir. Libya’daki istikrarsızlığın sınır aşan etkisi sınırdaş ülkelerden başlayarak kıtaya yayılması Kaide bağlantılı bu örgütlere avantajlar sağlamakta ve bölgedeki dönüşüm süreçlerini olumsuz yönde etkilemektedir. Özellikle ABD’nin Libya’da Kaide bağlantılı örgütlere karşı düzenlediği operasyonlar bölgede gelecekte olası dış müdahalelerin yoğunlaşacağı sinyalini de vermektedir.