Libya Devriminin Üçüncü Yılı: İstikrarsızlık, Darbe Girişimleri ve Siyasi Kriz

Nebahat Tanrıverdi O Yaşar, ORSAM Ortadoğu Uzman Yardımcısı
17 Şubat 2014’de Libyalılar başarısız darbe çabaları, protesto gösterileri, çatışmalar ve siyasi istikrarsızlık tartışmaları gölgesinde Muammer Kaddafi’nin devrilmesinin üçüncü yıldönümünü kutladılar. Son üç yılda kimileri bölgede demokratikleşmenin ancak deyim yerindeyse sıfırdan başlayan Libya’da mümkün olduğunu dile getirdi, kimileri ise devletin çökmesi illetinden ötürü güvenlik sorunlarına ve Cihatçı örgütlere dikkat çekti. Birbirinden taban tabana zıt olan görüşlerin muhatabı olan Libya’da yaşananlar ise Libya üzerine tartışmaların devam edeceğini gösteriyor. Öte yandan başarısız da olsa darbe girişimleri Libya’da siyasetin ne kadar çalkantılı olduğunu bir kez daha gösterdi.
 
14 Şubat 2014 sabahında tümgeneral Haftar’ın küçük bir televizyon kanalından yaptığı marşla başlayan darbe konuşması dikkatleri Libya’ya çevirdi. Özellikle Mısır’daki darbenin ardından Libya’nın da benzer bir yola girip girmeyeceği en büyük merak konusu oldu. Günün ilerleyen saatlerinde Haftar’ın darbe denemesinin başarısız olduğu anlaşıldı, fakat Libya’da darbe yapılabilir mi sorusu sorulmaya devam ediyor. Çünkü Haftar’ın darbe girişiminden birkaç gün önce Libya hükümeti darbe girişimini engellediklerini duyurmuştu. Yani ülkede Haftar’dan önce başkaları da darbe yapma hazırlıklarına girişmişlerdi. Kaddafi’nin iktidara darbe ile geldiği ülkede konunun hassasiyet taşıdığı aşikâr. Lakin ülkede herhangi bir grubun darbe yaparak iktidarı ele geçirme ihtimali ise oldukça düşüktür. Haftar’ın çabasını da başarısız hale getiren şey, mevcut hükümetin kudreti değil, Haftar’ın darbe için kullanmak istediği ordunun buna muktedir olmamasıydı.
 
Libya ordusunun darbe yapmasını engelleme çabası Kaddafi döneminin en önemli önceliklerinden biriydi. Özellikle 1987 tarihinden itibaren Kaddafi, orduyu bir dizi reformun öznesi haline getirmişti. Devrim komisyonları aracılığıyla ordu üzerinde kontrol mekanizmaları oluşturulması bu reform çabalarının başlangıcı olmuştu, fakat reform çabaları geniş çaplı cadı avı ile sonuçlanmıştı. 1993 yılında Kaddafi’nin Hava Kuvvetlerinde görevli üst düzey askeri idam ettirmesi Libya’daki cadı avının en çarpıcı örneği olmuştu. 90’ların ikinci yarısından itibaren Kaddafi bir yandan Libya ordusunu, mensubu olduğu Kaddafi aşiretinin kontrolüne verirken diğer yandan da teknik anlamda orduyu güçsüzleştirdi ve pasifize etti. Ordunun sahip olduğu tankların ve silahların mühimmat depolarında çürümeye terk edilmesi, Kaddafi’nin oğullarının kontrolü altında bazı özel askeri birliklerin giderek güçlendiği döneme denk gelir.
 
Libya ordusu bu nedenledir ki 2011’de başlayan iç savaşta kurumsal bütünlüğünü koruyamamış ve mevzilerini terk etmek zorunda kalmıştı. İç savaşta Kaddafi askeri üstünlüğünü Libya ordusundan çok özel askeri birliklere, yani lejyonlara borçluydu. Ancak bu lejyonlar Afrika’daki diğer ülke vatandaşlarından oluşan paralı askerler oldukları için iç savaş sonrası dönemde tamamen ortadan kalktılar. İç savaştan sonra yeni iktidarın elinde eski rejimden miras, merkezi ve düzenli bir ordu bulunmuyordu. Öte yandan Geçici Libya Ulusal Konseyi’ne bağlı askeri birlikler aşiretlerin ve irili ufaklı siyasi grupların kontrolünde milis güçlerden ve silahlandırılmış sivillerden oluşmaktaydı. Bu askeri yapı merkezi koordinasyondan yoksundu ve tüm iç savaş boyunca da siyasi çekişmelerden doğrudan etkilendi. Nitekim muhalifler başarıya ancak dış müdahale sayesinde ulaşabildiler. Bu dağınıklık ve merkezi komuta eksikliği iç savaş sonrası dönemde de devam etti ve bugün de aksini iddia etmek mümkün değil. Ülkedeki askeri birliklerin gevşek bir şekilde entegre edilmesiyle tesis edilen bugünkü Libya ordusu ile milislerin İçişleri Bakanlığına bağlanmasıyla elde edilen emniyet güçleri, ülkenin siyasi yapısında da yaşanan aşiret çekişmesinin muharebe alanları halindeler. Sonuç itibari ile şimdilik ülkede ne tek bir gücün “zor kullanma tekeline” sahip olması mümkün ne de herhangi bir grubun zor/güç kullanarak diğer grup ve aşiretleri bastırması, siyasal alanın dışına itmesi ya da itaate zorlaması mümkün.
 
Hal böyleyken Haftar ve bazı ordu mensuplarının darbe girişimini açıklamak için ülkedeki duruma daha dikkatli bakmak gerekiyor. Ülkede yaşanan siyasi kriz, sokak siyasetinin ivme kazanması ve aşiretlerin milisler aracılığı ile özerklik ve merkez üzerinde otorite sahibi olması durumu, ordu içerisinde bazı isimler tarafından “darbe” için fırsatlar oluştuğu yönünde okunmuştur.
 
Öncelikle darbe teşebbüslerinin gerçekleştiği dönem aynı zamanda ülkede siyasi krizin ve çözümsüzlüğün en görünür hale geldiği dönemdir. Ocak 2014’te Ali Zeydan hükümeti hem kabine içinden hem de dışından baskılara maruz kalmıştı. Libya Milli Genel Kongresi’nde güvenoyu yoklamasının hükümet lehine sonuçlanması, kabine ortaklarından Müslüman Kardeşlerin siyasi kanadı Adalet ve İnşa Partisi’nin beş bakanını çekmesine engel olamamıştı. Kabinenin yenilenmesi üzerinde tartışmaları beraberinde getiren bu gelişmeye ek olarak Siyasi Tecrit Yasası yüzünden de siyasi tansiyon oldukça yükselmişti. Yasanın kapsamının çok geniş tutulması Milli Genel Kongre’deki taraflar arasındaki rekabeti çetinleştirmekle kalmadı, süreci de büyük ölçüde tıkadı.
 
Kangren haline gelen siyasi krizin yanı sıra, ülkede devrimin yıldönümüne doğru protesto gösterileri de hız kazanmıştır. Siyasi kriz ve güvenlik sorunlardan bunalan Libyalılar, kongre içinde siyasi krizi çözemeyen taraflar ve federasyon taleplerini yenilemek isteyen aşiretlerin seslerini duyurmak için Libya devrimin seneyi devriyesinde sokak siyasetine yüzlerini dönmeye başlamışlardır. Sokağın nispeten hareketlendiği bir dönemde Libya’da bazı aktörler sokakta da kendini gösteren hoşnutsuzluğu kullanarak taraftar toplayacağını düşünmüştür. Keza Haftar’ın darbe açıklamasını yaptığı günün ilerleyen saatlerinde “top Libya halkında” demesi de bunu desteklemektedir. Ancak Libya’da, sokağı da belli bir grup etrafında toplamak şu an için mümkün görünmüyor.
 
Son olarak aşiretlerin milisler aracılığı ile özerklik ve merkez üzerinde otorite sahibi olması durumu, aşiretler ve milislerin desteğiyle iktidarın darbe ile ele geçirilebileceği beklentisini güçlendirmiştir. Bu beklenti Libya’nın tarihsel deneyimin doğal bir sonucudur, çünkü Yeşil Devrim’in başarılı olmasında Kaddafi’ye verilen desteğin rolü oldukça önemliydi. O günün şartları içerisinde krala karşı aşiretlerin ordu içerisindeki darbeci genç subaylara destek vermesinin hem ekonomik hem de siyasal gerekçeleri bulunmaktaydı. Bir zamanlar Kaddafi’ye yakın bir isim olarak bilinen Haftar’ın o dönemdeki gibi darbeye destek verecek aşiretlerin çoğunlukta olacağına dair beklentisi olduğu düşünülebilir. Ancak şartların bugün 1970’lerden pek çok açıdan farklılık arz etmesi, mevcut darbe teşebbüsünün akıbetini de farklılıklaştırdı.
 
Libya’da Kaddafi döneminde idari yapının bel kemiğini aşiretler arasındaki konsensus/uzlaşı oluşturuyordu ve her idari birimde aşiretler çok güçlüydü. İç savaş sırasında merkezin çökmesiyle birlikte aşiretlerin etkin olduğu idari yapı dağılarak kendine ait ordusu ve idari yapısına sahip özerk birimlere bölündü. Hala varlığını koruyan bu durum hem Libya’da ciddi istikrarsızlığa neden olmaktadır hem de siyasi krizi daha da derinleştirmektedir. Öte yandan bu durum ülkede güçlü merkezi bir idarenin kurulmasını da güçleştirmektedir. Hatta milis güçlerinin İçişleri Bakanlığına bağlı birimler haline getirilmesi bu parçalanmışlığın devlet erkine daha da nüfuz etmesine neden olmuştur. Geçtiğimiz yıl içinde Başbakan Zeydan’ın bu milis güçlerince kaçırılması olayı da devletin bu durum karşısındaki çaresizliğini fiili olarak ortaya koymuştu. Ancak Libya’daki mevcut durum aynı zamanda darbe olasılığını da azaltmaktadır, çünkü milis güçleri ile aşiretler de merkezi bir gündem ile ortak hareket etmemekte, farklı çıkarlar doğrultusunda ayrışmaktalar. Her ne kadar Haftar yaptığı çağrının bazı aşiret ve milis güçlerince destekleneceğini umsa da beklenilen cevap gelmedi, çünkü Yeşil Devrimin yapıldığı dönemde Libya’daki aşiretleri bir araya getiren ortak düşman ve ortak amaçlar bugün mevcut değil.
 
Öte yandan ordu içerisinde bazı isimlerin fırsat olarak gördüğü mevcut krizler ve sorunlar varlıklarını hala devam ettiriyorlar. Siyasi Tecrit Yasası, yol haritası, anayasa ve seçim tarihi gibi belli başlı konuların odağında siyasi kriz varlığını koruyor. Anayasa Komisyonu üyelerinin değişmesi ise kutuplaşan Libya siyasetindeki derin ayrışmaların masada çözülmesi için yeterli olacağa benzemiyor. Milis güçlerinin ön plana çıktığı “başarısız devlet” sorunu da hala Libya’daki siyasi aktörlerin en temel sorunu ve uzun vadede de en zorlu görev olmaya devam edecek. Aşiretlerin birer taraf olduğu siyasi ve ekonomik mücadele de bu görevi daha da zorlu hale getiriyor. Genel olarak bu koşullar Libya’daki bazı aktörler için “iktidarı zor kullanarak ele geçirme” seçeneğini ön sıralara taşıyacaktır. Fakat gene aynı nedenlerden ötürü herhangi bir aktörün başarılı olma ihtimali oldukça düşüktür. Bu gibi çabaların artarak devam etmesi, Libya’daki sonuçları krizin derinleşmesi, düşük-orta ölçekli çatışmaların artması veya Libya’da yeni bir iç savaşa neden olabilir. Bu ihtimallerin ciddiyetle değerlendirilmesi ve toplumsal uzlaşıya yönelik gerekli adımların atılması Libya’daki geçiş sürecinin selameti ve ülkenin geleceği açısından önem arz etmektedir.