Lübnan’da Kırılgan Uzlaşı: Cumhurbaşkanı Aun - Başbakan Hariri

Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Süleyman’ın Mayıs 2014’te görev süresinin dolmasının ardından, gerek siyasi gruplar arasındaki anlaşmazlıklar gerek bölgesel güçler arasında mutabakat sağlanamaması nedeniyle cumhurbaşkanlığı seçimi için mecliste düzenlenen 45 oturum başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Ancak, 31 Ekim 2016’da Lübnan Meclisi’nde cumhurbaşkanı seçimi amacıyla düzenlenen 46. oturumun ikinci turunda 128 sandalyeli mecliste 83 vekilin oyunu alan General Mişel Aun, Lübnan’ın 13. Cumhurbaşkanı oldu ve böylelikle 2,5 yıldır boş olan cumhurbaşkanlığı makamı da dolmuş oldu. Bölgesel dinamikler ve gelişmeler ile General Aun’ı cumhurbaşkanlığına taşıyan hassas dengeler üzerine kurulu ittifak birlikte değerlendirildiğinde Lübnan’da işlerin yoluna girdiğini düşünmek oldukça iyimser bir yaklaşım olacaktır.

 

General Mişel Aun Kimdir?

1935’te Beyrut’ta işçi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Aun, 1955’te katıldığı Lübnan ordusunda Genelkurmay Başkanlığına kadar yükselmiştir. 1988’de görev süresi dolan Cumhurbaşkanı Emin Cemayel tarafından geçici askeri hükümetin başbakanı olarak görevlendirilmesiyle 1975-1990 yılları arasında süren Lübnan iç savaşının son dönemindeki en önemli figürlerden biri olmuştur. Mezhebe dayalı temsiliyetin anayasal olarak tanındığı ve bu sistem çerçevesinde tüm kamu görevlerinin dinî cemaatler arasında paylaşıldığı Lübnan’daki siyasi sistem gereği başbakanlık makamının Sünnilere ayrılmış olması nedeniyle bu görevlendirme, Lübnanlı Sünniler ve o dönemde bu grupları destekleyen Suriye tarafından kabul görmemiştir. Buna ek olarak Aun’ın hem ağırlıkla Falanjist milislerden oluşan Samir Caca liderliğindeki Lübnan Güçleri’ne karşı Hristiyanlar içinde bir iç mücadele hem de iç savaşın en önemli bölgesel aktörlerinden olan Suriye’ye karşı “bağımsızlık savaşı” başlatması, ülkedeki iç savaşı daha da şiddetlendirmiştir. Aynı süreçte Aun, Suudi Arabistan’ın Taif kentinde Lübnanlı parlamenterler tarafından kabul edilen ve dönemin önemli aktörlerinin de arkasında olduğu Taif Anlaşması’nı kabul etmemiş ve antlaşma imzalandığı sırada Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nı işgal etmiştir. Bu gelişmelere üzerine gerek Sünni grupların gerek ülkedeki diğer güçlü Hristiyan lider Samir Caca’nın ve bu grupları destekleyen Suriye Silahlı Kuvvetleri’nin zorlamasıyla Aun, 1990’da Fransız Büyükelçiliği’ne sığınarak Lübnan’dan ayrılmak zorunda kalmıştır.

 

26 Yıl Sonra Cumhurbaşkanı

Lübnan eski Başbakanı Refik Hariri’nin suikastla öldürülmesini müteakip Suriye ordusunun Lübnan’dan çekilmesinin  ardından ülkesine dönen  Mişel Aun, Özgür Yurtsever Hareketi’ni kurmuş ve Mayıs 2005’te gerçekleştirilen seçimlerden en güçlü Hristiyan grubun lideri olarak çıkmıştır. Bu dönemde iç savaştaki siyasi duruşunun aksine taraf değiştirerek Suriye destekli Hizbullah ile yakınlaşmış ve 8 Mart İttifakı’nın önemli Hristiyan aktörü olmuştur. Ortadoğu’daki bölgesel gelişmelerin ve güç dengelerinin bir yansıması olan Lübnan’daki bu değişimin, İran-Suriye ekseninin ülkedeki etkisinin güçlenmesine katkı sağladığı söylenebilir.

İlk başlarda resmen açıklanmasa da Mayıs 2014’ten itibaren Hizbullah liderliğindeki 8 Mart İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı Mişel Aun olmuştur. Karşı blok olan 14 Mart İttifakı ise süreç içerisinde çeşitli adayları desteklemiştir. İlk başlarda bu isim Samir Caca iken, 2015’in sonlarına doğru Saad Hariri siyasi bir manevra ile Suriye-İran yanlısı eksenin üyesi ve Beşar Esad’a kişisel yakınlığı ile tanınan Süleyman Franci’yi aday olarak öne çıkarmıştır. Hariri’nin desteğini yitiren Caca ise Ocak 2016’da Franci’nin adaylığına alternatif olarak Mişel Aun’ı desteklediğini açıklamıştır. Mişel Aun’a Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın kapısını aralayan ve Lübnan’daki Hristiyan cemaatin iki önemli lideri arasındaki bu yakınlaşmanın, kendi tabanlarında büyük bir coşkuyla karşılandığı, o dönemde Lübnan’da olan yazar tarafından da müşahede edilmiştir.

Samir Caca’nın desteğini alarak Baabda Sarayı’na giden yolda elini daha da güçlendiren Aun, Başbakanlığı Hariri’ye vermesi koşuluyla Sünni liderin de desteğini aldıktan sonra Dürzi lider Velid Canbolat’ın desteğini sağlayarak cumhurbaşkanı olmayı başarmıştır. 1990’da Samir Caca’nın, Sünni grupların ve Suriye’nin bombaları tehdidiyle terk ettiği Baabda Sarayı’na, 26 yıl sonra yine aynı grupların desteğiyle geri dönmesi, Lübnan’ın karmaşık siyasetinde dünün ittifaklarının bugünün veya yarının bağlamında önem taşımayabileceğini veya bağlayıcı olmayabileceğini bir kez daha açıkça göstermiştir.

 

Saad Hariri Hükümeti

Cumhurbaşkanı Mişel Aun’ın ilk icraatı, Müstakbel Hareketi lideri Saad Hariri’ye hükümeti kurma görevini vermesi oldu. Aslında bu görevlendirme, kendisini cumhurbaşkanlığına taşıyan yerel ve bölgesel uzlaşının doğal sonucudur. Hariri ise hükümeti kurmak üzere görevlendirilmesinden sonra Lübnan tarihinde rekor sayılabilecek 1,5 ay gibi kısa sürede Ulusal Birlik Hükümeti’ni kurabildi. Bu kısa süre, cumhurbaşkanı seçimi sürecinde sağlanan uzlaşıda aslında hükümet dengeleri konusunda da anlaşmanın yapıldığını göstermektedir.

28 Aralık 2016’da Meclis’ten güvenoyu alarak göreve başlayan Saad Hariri liderliğindeki 30 üyeli kabinede, Mişel Aun’ın partisi Özgür Yurtsever Hareketi 8, Müstakbel Hareketi 7, Lübnan Güçleri Partisi 4, Emel Hareketi 3, Hizbullah 2, İlerlemeci Sosyalist Parti 2 bakanla yer alırken; hükümete destek veren diğer siyasi gruplar birer kişi ile temsil ediliyor. Yapısından da kolayca anlaşılacağı üzere oldukça farklı siyasi grupların yer aldığı hükümetin öncelikli ajandasında, Mayıs 2017’de yapılması planlanan genel seçimler, bölgesel krizlerin etkisiyle derinleşen ekonomik problemler, Suriye krizi ve mülteci sorunu yer almakta ki, bu konuların hükümeti kuran gruplar arasında kabinenin bütünlüğünü dahi tehdit edebilecek ciddi krizler çıkarma potansiyelini haiz konular olduğu mütalaa edilmektedir.

Taif sonrası dönemde Lübnan Anayasası’na göre yürütmede en yetkili makam başbakan ve hükümet olsa dahi, Hariri hükümetinin, üzerinde kurulu olduğu hassas dengeler nedeniyle, bütüncül bir iktidar olamayacağı ve konuları siyasi gruplar arasındaki pazarlıklar neticesinde ele alacağını tahmin etmek zor değildir. Bu nedenle Saad Hariri’nin yaptığı ilk açıklamada kabinesini “seçim hükümeti” olarak tanımlaması da tesadüf olarak değerlendirilmemekte olup hükümetin Lübnan’ın temel sorunlarını ele almaktan ziyade –gerçekleştirilebilmesi halinde– Mayıs 2017’deki seçimlere odaklanmakla yetineceği tahmin edilmektedir. Bu bağlamda İçişleri Bakanlığı’nın Müstakbel Hareketi’nde olması, Hariri’nin bu konuya önem verdiği şeklinde yorumlansa da bugünlerde Lübnan gündeminde sıklıkla yer aldığı üzere yeni bir seçim kanunun hazırlanabilmesi ve buna göre seçimlerin düzenlenebilmesi, mezhebi kotaların ve feodal kalıntıların güçlü olduğu Lübnan’da kendisi için oldukça zor bir mesele olacaktır.

 

Sürdürülmesi Zor Uzlaşı

Aun’ın cumhurbaşkanlığı ve Hariri’yi başbakan olarak görevlendirmesi, kendisini bu makama taşıyan çetin mücadelesini aratmayacak kadar hassas dengeler üzerine kuruludur. Çünkü cumhurbaşkanı seçilebilmesi karşılığında kendisini destekleyen ama aynı zamanda bambaşka amaçları olan gruplara verdiği sözlere ne derece sadık kalabileceği oldukça şüphelidir. Bahse konu grupların Lübnan’ın geleceğine ilişkin tasavvurlarının birbiriyle uzlaşması mümkün olamayacak kadar zıt olması nedeniyle, Lübnanlı birçok analistin de ifade ettiği gibi, bu gruplara verilen sözlerin aynı anda uygulanabilmesi imkânsız görünmektedir. Bu nedenle yürütmenin üst mevkileri hâlihazırda doldurulmuş olsa da Ortadoğu’daki mevcut çatışmalar da göz önünde bulundurulduğunda önümüzdeki dönem için Lübnan’da işler bir siyasi sistemi beklemek oldukça iyimser bir yaklaşımdır.

General Aun’ın cumhurbaşkanlığı makamı karşılığında başbakanlığı Saad Hariri’ye vermesi ve bu kabinede Hizbullah’a yakın siyasi grupların oldukça kuvvetli olması Lübnan’da varılan uzlaşının ne kadar süre sürdürülebileceğine ilişkin şüpheleri arttırmaktadır. Zaten Hariri’nin Hizbullah’ın adayı Aun’ı desteklemesi ve Mişel Aun’ın cumhurbaşkanlığı döneminde ilk görevi Hariri’ye vermesi de ancak Lübnan siyasetinde görülebilecek kadar çelişkilidir. Geçtiğimiz aylarda Suudi Arabistan’ın da dâhil olduğu Körfez İşbirliği Teşkilatı üyelerince “terörist örgüt” olarak nitelendirilen Hizbullah’la Saad Hariri’nin General Aun aracılığıyla nasıl ve hangi şartlarda bir uzlaşıya vardıkları düşündürücüdür. Bu uzlaşı, kuruluşundan itibaren Suudi Arabistan’la ilişkisi iyi olan Müstakbel Hareketi’nin ekseninin değiştiği şeklinde yorumlanabilir mi? Babası Refik Hariri’nin suikastındaki iddialar, Saad Hariri’nin bu suikastın araştırılması amacıyla kurulan BM Lübnan Özel Mahkemesi’ne desteği, bu destek nedeniyle Lübnan’ın yakın geçmişinde yaşanan siyasi krizler ve Hariri’nin başbakanlığının ilk konuşmalarında bu konuya tekrar değinmesi birlikte değerlendirildiğinde Lübnan’ın tıkanmış siyasetine çözüm olarak getirilen ve Hizbullah’ın da desteği alınan Cumhurbaşkanı Aun - Başbakan Hariri uzlaşısı ciddi sorunlar barındırmaktadır.

Taif Anlaşması’ndan itibaren Lübnan siyasetindeki en önemli konulardan biri de iç savaşta yer almış diğer milis ve silahlı gruplar gibi Hizbullah’ın da silahsızlanmasıdır. 1990’lı yıllarda Suriye’nin sağladığı koruma kalkanı, İsrail işgali ve daha sonrasında da örgütün kendisini İsrail’e karşı direniş kuvveti olarak tanımlaması nedeniyle Hizbullah şu ana kadar silahlarını teslim etmemiştir ve hâlihazırda Lübnan’da bu yaptırımı sağlayabilecek bir devlet mekanizması da bulunmamaktadır. Ancak, Suriye İç Savaşı ve Hizbullah’ın Suriye’deki varlığı Lübnan’daki grupların çıkar algılarını bütünüyle gözden geçirmelerini sağlamıştır. Suriye’deki mücadeleyi kendisine yönelik “varoluşsal bir tehdit” olarak gören Hizbullah ve tabanı ile “örgütün hem Suriye’de hem civar ülkelerdeki savaşını İran’ın istekleri doğrultusunda kendi mezhepdaşlarına yönelik girişilen bir kıyım” olarak gören Sünni tabanın mevcudiyetinde silahsızlanma ve dış politika dâhil temel konularda Nasrallah ile Hariri’nin uzlaşabilmesi mümkün değildir.

Hizbullah’ın ikna edilmesi konusunda Aun’ın takınacağı tavır ve kendisine yönelecek baskıları nasıl yönlendireceği veya Nasrallah’la 2006’dan beri var olan ittifakını gözden geçirip geçirmeyeceği de önemli soru işaretleridir. Muhtemel bir Nasrallah -Aun gerginliğinin ise, Ali Haşim’in de ifade ettiği gibi, popüler desteği güçlü olan iki taraf arasındaki tansiyonun artmasına neden olabileceği gibi bunun sokağa yansıma potansiyeli de oldukça risklidir. Aun’ın Hizbullah’ın Lübnan içerisindeki devlet otoritesine meydan okuyan yapısına göz yumması ise hem Hariri hem Caca ile olan ilişkilerini zedeleyecektir. Bu şartlar düşünüldüğünde Cumhurbaşkanı Aun - Başbakan Hariri koalisyonunun işleyebilmesi için muhtemel tek senaryo, Makram Rabeh’in de ifade ettiği gibi, 2005 öncesi Cumhurbaşkanı Emil Lahud - Başbakan Refik Hariri modelidir. Bu model, Suriye yanlısı bir dış politikanın Hizbullah destekli Aun’a bırakılması karşılığında başta ekonomi politikaları olmak üzere iç siyasetin başbakan tarafından yönlendirilmesi üzerine kuruludur. Bu senaryonun Lübnan’ın istikrarına ne kadar katkı sağlayabileceği ve ne kadar süre boyunca yürütülebileceği sorusunun cevabını ise Lübnan’ın yakın tarihinde bulmak mümkün olduğu gibi 2017’nin Lübnan siyaseti açısından oldukça hareketli geçeceğini öngörmek zor değildir.