Mısır-Amerika İlişkilerinde Son Durum

Nebahat Tanrıverdi O Yaşar, Araştırma Yardımcısı, ORSAM
ABD’nin Mısır’a yönelik dış politikası, askeri yardımlar konusunda alınan son kararlar nedeniyle yeniden uluslararası ilginin odağı haline geldi. Darbe sonrası gerilen Mısır-ABD ilişkilerinde dondurulan askeri yardımların salınması ve karşılıklı diplomatik ziyaretlerin hız kazanması, ABD’nin Mısır’a yönelik dış politikasının geleceğini ve muhtemel sonuçlarını tartışmaya açtı.
 
Obama hükümeti, Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin devrildiği 3 Temmuz Darbesinin ardından temmuz ayı sonrasında Mısır’a yaklaşık 40 yıldır yaptığı yardımları askıya almıştı. Yardımların askıya alınması kararı ile birlikte Mısır’a ulaştırılan askeri mühimmat ve silahların sevkiyatı Temmuz sonu itibariyle tamamen durmuştu. Gerek ABD Kongresinde gerek uluslararası toplumda ABD’nin aldığı bu karar, ABD’nin benimsediği demokrasi değerleri söylemleri karşısında yetersiz bulunsa da, bu karar ile birlikte ABD, son 40 yıl içerisinde Mısır’a yaptığı askeri yardımların herhangi bir nedenle ilk defa durdurmuş oldu.
 
Esasen ABD Dış Yardım Yasası'na göre “seçimle iktidara gelmiş bir hükümet başkanı askeri darbe veya irade yoluyla devrildiği takdirde” Amerika Birleşik Devletleri'nin, söz konusu ülkeye yaptığı dış yardımlarını askıya alması gerekmekte. Bu nedenle de 3 Temmuz Darbesinin ardından gözler ABD’ye çevrilmiş ve Mısır’da yaşananların ABD tarafından nasıl kabul edileceği önemli bir mesele haline gelmişti, çünkü ABD’nin 3 Temmuz’u bir darbe olarak kabul etmesi Camp David’den beri Mısır’a yaptığı yardımları kesmesi manasına gelmekteydi. Fakat Obama yönetimi şu ana dek yayınlanan ve yapılan tüm resmî açıklamalarında, dikkatli bir şekilde “darbe” kelimesini kullanmaktan imtina ederek Mısır’a “tam yetkinin bir an önce demokratik yollarla seçilecek bir sivil hükümete devredilmesi” yönünde uyarılar yapmakla yetinmektedir. Öte yandan Kongre içinde artan eleştiriler ve baskılar nedeniyle Ekim 2013’te Mısır’a yaptığı tüm askeri ve ekonomik yardımları durdurmuştu. Büyük bir çoğunluğu askeri yardımlardan oluşan 1,5 milyarlık ABD yardımının dondurulması, Mısır rejimi tarafından tepkiyle karşılansa da darbe konusunda geri adım atılmasına yetmemiş ve hatta Mısır, Rusya ile gelişmiş askeri silah alımı için masaya oturmuştur.
 
Öte yandan ABD, 3 Temmuz darbesinin ardından Kahire’de 2011 tarihinden itibaren gören yapan büyükelçisini geri çekti. ABD büyükelçisi Anne Patterson’ın Temmuz 2013’te Mısır’dan geri çağrılmasından beri de ABD, Mısır’daki büyükelçiliğinde diplomatik temsilini maslahatgüzar düzeyinde devam ettiriyor.
 
Büyükelçi Patterson, Mısır’daki görevine Hüsnü Mübarek’in istifasının ardından yönetimi geçici olarak devralan Yüksek Askeri Konsey yönetimi günlerinde, Temmuz 2011’de başlamıştı. Mısır’ın zorlu değişim ve mücadele döneminde göreve başlayan Patterson, Mısırlı muhaliflerce zaman zaman eleştirilmekteydi, fakat Temerrüd Hareketi cumhurbaşkanı Mursi’nin istifasını istemek için Tahrir Meydanı’na çıktığında, “değişimin yolu sokak eylemlerinde geçmemeli” dediğinde Mısırlı muhalifler, rejim yanlıları, medya ve rejimin bizzat kendisi tarafından “azılı düşman” ilan edilmişti. 3 Temmuz Darbesine giden yolu açan Temerrüd Eylemleri sırasında Patterson’ı hedef alan afişler Tahrir Meydanının dört bir yanını sarmış durumdaydı ve Patterson, Müslüman Kardeşler karşıtlığını organize etmek için rejimin kullandığı Arap milliyetçiliğini yeniden üreten anti-ikon haline gelmişti. 3 Temmuz darbesi sonrası ülkeyi saran darbe karşıtı eylemlerin sert bir şekilde bastırılacağının sinyallerini veren ve Müslüman Kardeşlerin bir “ulusal güvenlik tehdidi” olarak ilan edildiği Sisi’nin 24 Temmuz tarihli konuşmasının da ana hattını oluşturan “teröre destek veren dış mihraklar” teması, Patterson üzerinden Mısır medyasınca çeşitli söylentiler üzerinden pek çok şekilde kurgulanmıştı. ABD içerisinde eleştirilerin artması ve Patterson’a karşı Mısır’da öfke patlamasının yaşanması nedeniyle Patterson’ın merkeze çağrıldığı tarihten itibaren ABD yaklaşık sekiz aydır Mısır’a yeni bir büyükelçi atamış değil.
 
ABD’nin 3 Temmuz sonrası süreçte Kahire’den büyükelçisini geri çekmesi ile yerine yeni bir ismi atamaması ve askeri yardımlar da dahil olmak üzere Mısır’a kırk yıldır düzenli bir şekilde yaptığı yardımları dondurması, Obama’nın 2009 Kahire konuşmasında ileri sürdüğü “demokratikleşme gündeminin” yanında sönük kalsa da Amerikan dış politikasında iki önemli gelişmedir. ABD, Mısır’da darbeyi tanımlayan herhangi resmi bir açıklama yapmadığı ve uzun yıllar müttefiki olan otoriter rejimle kurduğu ilişkiyi derinden değiştirecek köklü adımları atamadığı için hem içerde hem de dışarıda bir dizi sert eleştiriyle muhatap olmak zorunda kaldı. Demokrasiye acil dönüş çağrıları gibi itidalli öncü söylemler yeterli olamayınca, özellikle Kongre’den gelen eleştirilerin de etkisi ile önce yardımlar donduruldu, sonra da büyükelçi Patterson merkeze geri çağrıldı. Fakat bu iki hamlede ABD’nin Mısır konusundaki itidalli söylemleri ile oluşan “arada kalmış” pasif imajını düzeltmeye yetmedi.
 
ABD dış politikasında Mısır’a yönelik atılan ve aslında ABD-Mısır ilişkilerinde tarihi anlamda önemli sayılabilecek bu iki adım ABD dış politikasında köklü değişim ihtimalinin zayıf görülmesi nedeniyle pek tartışma konusu olmadı. Her ne kadar ABD-Mısır ilişkileri tarihine bakıldığında her iki olayın önemli gelişmeler olduğu görülse de, ABD’nin hem yardımların dondurulması hem de büyükelçisini geri çekmesinde asıl belirleyiciler ABD’nin iç dinamikleridir. Bir yandan Kongre içerisinde artan eleştiriler Obama yönetimini zor durumda bırakırken diğer yandan da Mısır’da büyükelçi Patterson’a yönelik tepkilerin kitlesel nefrete dönüşmesi ABD’yi karar almaya zorlamıştır. Yardımların dondurulması kararı, ABD yardım paketinin üçte ikisi hâlihazırda yapıldığı için yardımların bir kısmını engelleyebilmişti. Öte yandan Patterson’un Kahire’den uzaklaştırılması ve yeni büyükelçinin atanmaması ABD’ye yönelik artan tepkinin yatışması için zaman tanımış oldu. Nitekim Temmuz 2013’te ABD Büyükelçisini “Mısır’daki ABD Yüksek Komiseri” olarak tanımlayan -ki bu tanımlama başlı başına Mısırlıların kolektif hafızasında İngiliz sömürge dönemini çağrıştırıyor- Mısırlı medya kuruluşları 2014’e gelindiğinde Kahire’de ABD büyükelçisinin olmayışını eleştirmeye başladılar.
 
Mısır-ABD hattında yaşanan gelişmeler, hatta ilişkilerdeki düzelme, Kasım 2013’te ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin darbeden sonra Mısır’a ilk defa ziyaret gerçekleştirmesi ile gözle görünür hale geldi. Kerry’nin verdiği destek mesajlarının ardından, 2014 Nisan’ında hem Mısır’a yönelik ABD askeri yardımı konusu yeniden gündeme geldi hem de bu sefer Mısır geçici Dışişleri Bakanı Nebil Fehmi ABD’ye darbe sonrası ilk resmi ziyareti gerçekleştirdi. Her iki gelişmenin de ortak noktası güvenlik ve terör konularına yapılan vurgu.
 
Nebil Fehmi’nin ABD ziyareti sırasında Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Susan Rice ve ABD Savunma Bakanı Chuck Hagel ile yaptığı görüşmelerden ABD’nin otoriter müttefikleri ile ilişkilerinde demokrasi karşısında öne sürdüğü terörle mücadele, güvenlik ile bölgesel istikrar gibi başlıklar basına yansıdı. Öte yandan Nebil Fehmi’nin ABD ziyaretinden kısa bir süre önce ABD-Mısır arasındaki güvenlik işbirliğinin devam ettiğini ve Camp David’le doğan yükümlülüklerini yerine getireceklerini, ayrıca Kongre’yi askeri yardımların devam edeceğine yönelik bilgilendirdiğini açıklaması ABD saffındaki gelişmeleri ortaya koydu. Kerry’nin açıklaması ve Fehmi’nin ABD ziyareti, Obama yönetiminin darbe sonrası gerilen ABD-Mısır ilişkilerinin normalleştirilmesi arzusunu ortaya koymaktadır. Bu yöndeki en önemli gelişme de ABD’nin Sina’da devam eden operasyonlara destek vermek amacıyla 10 adet apaçi saldırı helikopterinin Mısır’a teslim edilmesine karar vermesidir. Öte yandan Obama yönetiminin aldığı bu karar Kongre’de tepkiyle karşılanmış ve şimdilik kısmen engellenmiştir. Obama yönetimi, Mısır-ABD ilişkilerini normalleştirmek için 10 adet apaçi saldırı helikopterinin gönderilmesinin yanı sıra 650 milyon dolarlık askeri yardımın da salıverilmesini de istemekteydi. Fakat 650 milyon dolarlık askeri yardım Senatör Leahy tarafından yürütülen muhalefet sayesinde yeniden donduruldu. Fakat Obama yönetimine karşı gösterilen bu direncin, özellikle de Suudi Arabistan ile İsrail’in yaptığı baskılar da göz önüne alındığında, uzun sürmesi pek mümkün görünmüyor. 2011 sonrası süreçte otoriter müttefikleri ile istikrar ve düzen söylemi çerçevesinde geliştirdiği ilişki ve Bush sonrası kabul edilen demokratikleşme gündemi arasında zorlu bir sınavla karşı karşıya kalan ABD, eski politika hatlarına geri çekileceğe benzemektedir. Fakat Ortadoğu’da son üç yılda yaşanan gelişmeler, eski politika hatları içerisinde istikrarın yeniden tesis edilmesini imkânsız hale getirmiştir. Bu nedenle de güvenlik, istikrar ve terörle mücadele söylemleri ile ABD-Mısır ilişkilerinde aralanan yeni kapı daha zorlu sınavları beraberinde getirecektir.