Mısır’da Sancılı Değişim

Mısır’da Mübarek’i deviren halk ayaklanmalarının üzerinden neredeyse iki yıl geçti, ancak Mısır sokakları hala protesto gösterilerine, siyasi ve ekonomik çalkantılara sahne olmaya devam ediyor. Mübarek sonrası dönemde anayasa referandumu, parlamento ve devlet başkanlığı seçimi ülkede kutuplaşma yönünde bir kapı aralarken tırmanan siyasi gerilim yargının aldığı parlamentonun fesih edilmesi kararının yolunu açtı. Lakin gelişmeler bununla sınırlı kalmadı. Müslüman Kardeşlerin adayı olarak devlet başkanlığı koltuğuna oturan Mursi, önce orduyu siyasi alanda pasifize etti ve sonra parlamentoyu göreve çağırdı. İslamcıların domine ettiği anayasa yazım komisyonu ise anayasa taslağını hazırlarken liberaller ve sol partiler anayasa yazım sürecinden dışlanmaları sebebiyle sokaklara döküldüler. Mursi’nin kendisine süper yetkiler tanıyan ve yargı kontrolünden muaf tutan bir kararname hazırlaması ise kutuplaşan Mısır siyasetinde çifte krize neden oldu. Günlerdir devam eden muhalif gösterilere karşılık Müslüman Kardeşler yandaşları da destek için sokağa çıkınca gösteriler kana bulandı.
 
Mısır Askeri Bürokrasisi
 
Mursi’nin devlet başkanı olarak seçilmesi ile eşzamanlı olarak Yüksek Yargının parlamentoyu feshetmesi ve geçiş dönemi için yetkiyi askere vermesi, rejimin geçiş döneminde etkin olmaya çalışmasının en önemli hamlesi olmuştur. Lakin Mursi, beklenmedik bir hızla parlamentoyu göreve çağırmış ve ardından da Yüksek Askeri Konsey’in iki önemli üyesini tasfiye etmiştir. Bu hamleyi Tahrir meydanına dökülen kalabalıkların desteği sayesinde gerçekleşmek yerine, devlet başkanlığı yetkilerini bir süre sonra tekrar kullanarak yaptı. Böylece Mursi askerin daha önce yaptığı anayasal düzenlemeleri iptal etti ve savunma bakanı Mareşal Tantavi ve genelkurmay başkanı Sami Anan’ı emekli ederek Askeri Konseyin yeni süreçte etkin olamayacağını gösterdi.
 
Ancak bu durum askerin tamamen pasifize edildiği manasına gelmemektedir. Ülkede siyasi ve ekonomik alanlarda tartışılmaz bir etkiye sahip olan askeri bürokrasinin tek bir hamle ile ekarte edilmesi olanak dahilinde görünmemektedir. Zaten emekliye sevk edilen Mareşal Tantavi ve Sami Anan, devlet başkanı Mursi’nin müsteşarı olarak atandılar. Sürecin, büyük olasılıkla, sokak gücü ile değil asker ile yapılan görüşmelerin sonunda elde edilen bir uzlaşı ile sona erdiği karşımızda çıkmaktadır. Ancak bu uzlaşıdaki taraf olan askeri bürokrasinin rızasının nasıl elde edildiği büyük bir muamma olmaya devam etmektedir.
 
Bu noktada Mısır askeri bürokrasisinin eğilimi iki ana etkenle açıklanabilir. İlk olarak uluslararası dengenin ve ittifakların Mısır askeri bürokrasisinin kararında etkin olduğu düşünülebilir. Büyük oranda dış yardım ve modernizasyon programları sayesinde etkin ve güçlü olan Mısır askeri bürokrasisi, bu bağlamda, sadece iç dinamiklere göre hareket edememektedir. Bu nedenle askeri bürokrasiyi izole edilmiş bir devlet-altı aktör olarak değerlendirmek eksik analize yol açmaktadır. Mısır askeri bürokrasisinin hareket alanı küresel aktörler ve uluslararası bağlam tarafından kısıtlanmaktadır.
 
İkinci etken ise Mısır ordusunun bütünlüğünü koruma çabasıdır. Ülke özellikle Mursi ve Ahmet Şefik arasında yaşanan devlet başkanlığının ikinci turundan itibaren hızlı ve artan bir şekilde kutuplaşmıştır. Müslüman Kardeşler genel kanının aksine Selefi gruplar ile yakın bir siyasi ittifak kurmuş öte yandan diğer tüm gruplar –seküler, sol, sosyalist, Nasırcı, liberal ve rejim yanlıları- Müslüman Kardeşler karşıtı bir konumda bir araya gelmişlerdir. Mısır askeri bürokrasisinin siyasi alana girmesi bu kutuplaşmada taraf olmasını gerektireceğinden, askeri bürokrasinin de içinde fraksiyonların oluşması riskini taşımaktadır. Şu anda Mısır askeri bürokrasisinin önceliğini, yapısal ve ideolojik bütünlüğün korunması almıştır.
 
Sonuç itibari ile Mısır askeri bürokrasisi, siyasi alandan çekilmiş ve geçiş sürecine doğrudan dahil olmamaktadır. Ancak askerin ekonomik kazanımları herhangi bir daralma olmaksızın varlığını devam ettirmektedir. Yeni anayasal düzenlemede de (yani anayasa taslağında) bu ekonomik kazanımlar tehdit edilememektedir.
 
Mısır Siyasetinde Yeni Bir Aktör: Yargı
 
Yargı Mısır siyasetindeki çatışma alanına “yumuşak bir darbe” yaparak giriş yaptı. Devlet Başkanlığı seçimleri sürerken aldığı bir karar ile parlamentonun seçim yasasına uygun olmadığına hükmederek meclisi feshetti ve yeniden seçimlere gidilmesi kararını verdi. Böylece askeri bürokrasinin yanı sıra ülkede sivil bürokrasi de geçiş sürecine dahil oldu. Bu hamle Müslüman Kardeşlerin, yargıyı “eski rejim kalıntısı” olmakla suçlamasını da beraberinde getirdi. Devlet Başkanı Mursi’nin kendine “süper yetkiler” tanıyan ve kararlarını yargının yetki alanından tamamen çıkaran kararı bu gerginliğin en görünür hattını oluşturdu. 
 
Bu hatta giden yolun en önemli taşı ise belki de yargının Müslüman Kardeşler hareketinin geleceğine yönelttiği “yasal statü” sorusu oldu. Müslüman Kardeşler, şu anda hala ülkede yasal bir zemini olmayan ve devlet tarafından resmen tanınmış bir “sivil toplum kuruluşu” değildir. Hürriyet ve Adalet Partisi, Müslüman Kardeşler hareketinin siyasal bir uzantısı ve resmi partisi olarak görülmektedir, ancak hareketin gelecekte kendini siyasi alandan tamamen çekip çekmeyeceği ve sosyal alanda faaliyet gösteren bir sivil toplum kuruluşuna dönüşüp dönüşmeyeceği hala bir muamma niteliğindedir. Müslüman Kardeşler, resmi bir statüye sahip olmadığı için yargının da yetki alanında bulunmuyor; ancak gelecekte yargının Müslüman Kardeşlere karşı yasal bir adım atma ihtimali potansiyel bir tehlikeyi temsil etmektedir.
 
Öte yandan yargı bürokrasisinin yozlaşmış bir kurum olduğu ülkedeki her kesim tarafından kabul edilmektedir. Özellikle liberal, sol ve merkezi muhalefet yargı kurumunun yeniden yapılandırılmasını talep ediyorlar. 2011 sonrası süreçte muhaliflerin tutuklanması, işkence ve haksız kararlar bu yöndeki talebin güçlenerek devam etmesine neden oldu. Ancak aynı muhalif gruplar Mursi ile temsil edilen Müslüman Kardeşler ile yargı arasındaki mücadelede de Müslüman Kardeşlerden taraf olmamaktadır. Bunun ise en temel sebebi, yargıya karşı atılan adımların yeniden yapılandırılma olarak değil de Müslüman Kardeşlerin kendi siyasi manevralarını güvence altına almak, yargıdan muaf bir alan yaratmak ve kadrolaşmak olarak görmeleridir. Bu nedenle Mursi’nin yargı karşısında attığı adımlar, yapısal reformlar olarak değil de “Mübarek tarzı yeni diktatör” olma eleştirilerine maruz kalmaktadır.
 
Mısır’da yaşanan geçiş sürecinde sivil bürokrasi içerinde fraksiyonların ortaya çıktığı yargı örneğinde görülmektedir. Son gelişmelerde sivil bürokrasi içerisinde Müslüman Kardeşler karşıtı kampın sözcüsü haline gelen yargı, mevcut sistemin Müslüman Kardeşler tarafından domine edilmesini ve sivil bürokrasinin geçiş sürecinde aktör olarak kabul edilmemesi unsurlarına direnmektedir. Bu direnişin uzun vadede devletin tüm bürokratik ağlarında görünür hale gelmesi, kamplaşmanın tüm kurum yapılarına nüfuz etmesi ve devlet mekanizmasında işlev kaybına neden olması gibi riskler mevcuttur. Kurumların işleyemez hale gelme ihtimaline karşı Müslüman Kardeşlerin daha uyumlu çalışabileceği yeni ekipler için gerekli insan kaynağına ise henüz sahip olmadığı gerçeği unutulmamalıdır. Eski rejim yanlısı bürokratlar, dünyada gözlemlenen diğer yumuşak geçiş örneklerinde, yeni kadroların oluşacağı tarihe kadar, geçiş sürecinin en önemli insan kaynağı olmaya devam etmiştir. İran’daki devrimde bile devletin bürokrasi ağı tamamen tasfiye edilmemiştir. Bu durum, geçiş hükümetleri için fiziki bir sınır oluşturmaktadır ve şimdilik Müslüman Kardeşler de başat geçiş aktörü olarak bu durumdan muaf görünmemektedir.
 
Devrim-Karşı Devrim Tartışması Işığında Müslüman Kardeşler ve Muhalifler
 
2011 sonrası süreçte Müslüman Kardeşler, Selefi Nur Partisi’nin de desteğini alarak anayasal referandumda, meclis ve devlet başkanlığı seçimlerinde başarılı olmuştur. Elde ettiği konum tam muktedir olmasa da “iktidar” niteliklerini taşımaktadır. Kendi belirlediği kabine ile anayasa taslağı oluşturmuştur ve anayasa taslağını referanduma götürmeye hazırlanmaktadır. Eski rejimden kalma sivil ve askeri bürokrasi ise Müslüman Kardeşlerin elde etmiş olduğu yeni kazanımlara ciddi bir tehdit üretme konusunda şu ana kadar yeterli olamamıştır.
 
Müslüman Kardeşler, 2011 sonrası süreçte devlet başkanlığı koltuğunu kazanarak ve parlamentoya egemen olarak konumunu güçlendirmiştir. Öte yandan parlamentodaki bir diğer güçlü aktör olan Selefi Nur Partisi ile ittifak kurarak süreçteki başat rolünü güçlendirmiştir. Mursi’nin devlet başkanlığı yetkilerini arttıran kararnamesi ve parlamentonun diğer siyasi partilere rağmen anayasa yazım sürecini kendi ittifakı ile devam ettirmesi bu başat role işaret etmektedir. Bu noktada Müslüman Kardeşlerin geçiş sürecinin başat aktörü olarak stratejisini anlamak önem taşımaktadır.
 
Mısır’daki siyasi süreçte mevcut siyasi duruşları üç gruba ayırmak mümkündür: Radikal Dönüşüm Talep Eden Liberal, Sol ve Nasırcı gruplar; Reformist kanat olarak tanımlanan Müslüman Kardeşler ve Selefi İttifakı ve üçüncü olarak Değişim Karşıtı Eski Rejim Yanlıları ile Bürokrasi. Radikaller, 2011 sonrası süreçte sokaktaki ağırlıklarını kaybetmeden korumayı başardıkları gibi özellikle devlet başkanlığı seçimlerinin ardından Amr Musa, Hamden Sabbahi ve Muhammed El Baradey liderliğinde bir çatı kuruluş olan Ulusal Kurtuluş Cephesi altında bir araya gelmeyi başardılar. Bu cephenin ve cepheye dahil olmayan irili ufaklı diğer radikal grupların sosyal tabanı, 2011 sonrası süreçteki artan ekonomik yükün altında ezilen gençler ve işsizler tarafından beslenmektedir. Mursi’nin temel tüketim maddeleri, vergiler ve elektrik ile yakıt fiyatlarında artış kararı alması, toplumun alt katmanındaki ekonomik yükü arttırmakta ve radikal değişiklik yanlıları için sosyal alanda daha çok yer açmaktadır. Bu duruma ek olarak, 2011 sonrası dönemde protesto gösterilerinde yaşanan can kayıplarının sorumlularına dair “adil yargılama” sürecinin başlatılmamış olması, Mübarek döneminin İçişleri ve Savunma bakanı ile Askeri Konseyin üyelerinin yargılanmaması da ideolojik olarak bu sosyal tabanın konumunu güçlendirmektedir.
 
Müslüman Kardeşler ve müttefiki Selefiler ise reformcu grup olarak değerlendirilmektedir. Bugüne kadar esas itibari ile bu grubun icraatları, sokaktaki hareketliliği sona erdirme, devlet erklerine hakim olmaya çalışma, askeri bürokrasiyi pasifize etme ve temel geçiş yasalarını hazırlama noktalarına odaklanmıştır. Askeri bürokrasinin siyasi alandan çekilmesi ancak ekonomik gücünü korumaya devam etmesi ile birlikte askeri bürokrasinin sivil yargı alanına bırakılmamış olması Müslüman Kardeşler- Asker ilişkisinin ana hatlarını oluşturmaktadır. Bu temel esaslar üzerinde siyasi alan Müslüman Kardeşlere bırakılmıştır ancak Savunma Bakanlığı Askerin kontrolünde kalmıştır. Öte yandan Müslüman Kardeşler, yüksek seviyeli üyelerinin pek çoğunun iş adamı olmalarının da etkisi ile Mübarek ve yakın çevresinin kontrol ettiği önemli ekonomik sektörlere hakim olmaya ve önemli devlet kurumlarında kadrolaşmaya çalışmaktadır. Bu genel durum itibari ile Müslüman Kardeşlerin mevcut durum içerisindeki temel stratejisi mevcut yapıda kök salmaya yöneliktir. Bu nedenle de radikal değişiklik talep eden kitleleri ve muhalif grupları tatmin edememektedir. Bu tatminsizliğe ek olarak ülke ekonomisinin kötü seyreden durumu, alt sınıflar üzerine bindirilen vergi ve fiyat artışları ile ezilmektedir. Sosyal tabanı güçlü olan Müslüman Kardeşlerin bu ekonomik politikasını kitlelere daha iyi anlatması ve belli bir seviyede “rıza” üretmesi gerekliliği göze çarpmaktadır.
 
Ülkedeki üçüncü siyasi grup ise eski rejim bağlantılı askeri ve sivil bürokrasi ile Mübarek döneminde otoriter rejimden beslenen patronaj ağından oluşmaktadır. Bu grup değişimden en çok rahatsız olan çıkar çevrelerini temsil etmekte ve bu nedenle de değişim karşısında direnç gösteren en örgütlü grubu oluşturmaktadır. Devlet başkanlığı seçimleri sırasından Ahmet Şefik’in elde ettiği I’luk başarısının ardında bu örgütlü direnç merkezinin desteği bulunmaktadır. Devlet başkanlığı seçimlerinde gösterdikleri başarı 2011 sonrası süreçte kapatılan rejim partisinin kendini toparladığını ve yeniden organize olduğunu işaret etmektedir. Buna ek olarak direncin askeri ve sivil bürokrasi içerisinde de giderek belirginleştiği göze çarpmaktadır. Sivil ve askeri bürokrasinin tamamını değişim karşıtı olarak değerlendirmek doğru bir yaklaşım değildir; halihazırda ülkedeki bürokratik ağın ezici bir çoğunluğu “kararsızlardan” oluşmaktadır. Ancak kararsız gruplar, reform süreçlerinin aktif ve etkin bir şekilde uygulanması konusunda yeterli olmadıkları gibi daha çok bürokrasi içerisinde Müslüman Kardeşler karşıtı muhalif ve eski rejim bağlantılı kesimin elini güçlendirmektedir. Kararsızların aynı zamanda kurumsal tehdit karşısında eski rejim tarafına geçme olasılığı her zaman daha yüksektir.
 
Sonuç Yerine
 
Mısır siyaseti her geçen gün giderek daha da kutuplaşmakta ve kamplar giderek daha belirgin hale gelmektedir. Geçiş süreçlerinde tolere edilebilir seviyedeki kutuplaşmanın demokratikleşme açısından yapıcı bir etkisi olduğu kabul edilmekteyse de kontrol edilemeyen kutuplaşma otoriterleşme ve istikrarsızlık ile sonuçlanmaktadır. Müslüman Kardeşlerin, siyasi reform programlarını gerçekleştirebilmesi için hem radikaller nezdinde hem de rejim nezdinde belli bir ölçüde “rıza” üretmesi gerekmektedir. Aksi halde reformun muhalefet karşısında güçlenme olasılığı düşmektedir.
 
Devletin varlığı açısından hayati önem taşıyan sivil bürokrasinin reform yönünde ikna edilmesi ve reformun uygulayıcısı haline getirilmesi geçişin önemli bir parçası niteliğindedir. Öte yandan sivil bürokrasinin, ülkedeki kutuplaşmadan payını alarak parçalara bölünmesi ve işlevsiz hale gelmesi Mısır gibi büyük ve önemli bir ülke için ciddi riskleri de beraberinde getirir. Bu durum “başarısız devlet” ihtimalini ortaya çıkarırken; askeri bürokrasi için “top yekün darbeye” uygun zeminin oluşturabilme olasılığını taşımaktadır. Köklü ekonomik programların uygulanmadığı geçiş süreçlerinde ise halk desteğini devamlı kılmak oldukça zor hale gelmektedir. Devrim sonrasında yeni yönetimlerin ekonomik kaynakları yeniden dağıtmasının nedeni halk desteğini sağlamaktır. Mısır’da ise ekonomik kriz, yapısal reformlardan ziyade fiyat artışları ve ek vergiler ile aşılmaya çalışılmaktadır. Bu durum ise Müslüman Kardeşler yönetimi ve reformları açısından pek çok riski beraberinde getirmektedir.