Mısır-Körfez İlişkilerinde Gerilim Noktasına Doğru mu?

Nebahat TANRIVERDİ YAŞAR, ORSAM Ortadoğu Uzman Yrd.
Mısır’da 3 Temmuz 2013 tarihinde yapılan darbeye kuşkusuz en büyük desteği Körfez ülkeleri, hatta Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri verdi. Mısır’da darbe sonrası kurulan geçici hükümete ilk destek Suudi Arabistan gelmişti. Kral Abdullah, Mısır’a gönderdiği mesajında, "Tarihin bu kritik dönemecinde Mısır'da üstlendiğiniz liderlik dolayısıyla sizi tebrik ederim. Allah, omuzlarınıza yüklenen kardeş Mısır halkının umutlarını gerçekleştirme görevinde yardımcınız olsun. Mısır'ı karanlık tünelden kurtaran General Abdülfettah el Sisi'nin temsil ettiği tüm silahlı kuvvetleri de güçlü şekilde tebrik ederiz." sözleriyle geçici hükümeti ve Mısır ordusunu kutlamıştı. Benzer bir şekilde darbenin hemen akabinde Birleşik Arap Emirlikleri de Mısır’da orduyu tebrik etmişti. Birleşik Arap Emirlikleri Bakanı Abdullah bin Zayid, "Büyük Mısır Ordusu, ülkenin bir hukuk devleti olarak kalması için koruyucusu olduğunu bir kez daha göstermiştir." diyerek Mısır’da orduya verdikleri desteği göstermişti. Bu iki ülkenin doğrudan desteğinin ardından Kuveyt ve Katar da Mısır’da geçici hükümeti tebrik etmişlerdi.
 
Körfez ülkelerinin Mısır’da orduya ve geçici hükümete verdikleri destek resmi söylemin ötesine de geçerek geniş kapsamlı mali yardımları da içermektedir. 3 Temmuz’dan bugüne kadar geçen süreçte Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar, Mısır’a yüksek miktarda hibe ve kredi yardımında bulundular. Şimdiye kadar sözü verilen mali yardımların yaklaşık 12 milyar dolara ulaştı. Bahsi geçen yardımın 5 milyar doları Mısır’a ulaşmıştır. 12 milyar dolarlık yardımın 6 milyar doları faizsiz şekilde Mısır Merkez Bankası’na, 3 milyar doları hibe şeklinde, 3 milyar doları ise petrol ürünleri olarak dağıtılması planlanmaktadır. Bu yardımın 5 milyar dolarını Suudi Arabistan, 4 milyar dolarını Kuveyt ve 3 milyar dolarını ise Birleşik Arap Emirlikleri sağlamaktadır. Bu yardımlar doğrudan nakdi yardım, petrol ürünleri ve hazine tahvili gibi farklı biçimlerde ülkeye ulaştırılmaktadır. Örneğin Birleşik Arap Emirlikleri Devlet Bakanı Sultan Cabir'in başkanlığını yaptığı üst düzey askeri heyet “Mısır'ın içerisinden geçtiği önemli süreçte açıkladığı destek kapsamında uygulanacak projelerin eylem planı ve stratejisinin geliştirilmesi” amacıyla Eylül’ün ikinci haftası Mısır’da üst düzey bir ziyaret gerçekleştirdiler. Şimdiye kadar yapılan yardımlar doğrudan Mısırlıların günlük hayatını iyileştirmeyi hedefleyen yardımlardır. Özellikle yapılan petrol ürünleri yardımları, ülkede önemli bir sorun haline gelen yakıt kuyruğu ve kıtlığı sorununun hafifletilmesini sağlamıştır. Ayrıca Körfez ülkeleri yaptıkları açıklamalarda Batılı ülkelerin Mısır’a yaptıkları yardımları kesme, askıya alma veya durdurma durumunda ortaya çıkacak olan açığı da kapatacaklarını belirtmekteler.
 
Nasır döneminde Arap milliyetçiliği ve Pan-Arap politikalar nedeniyle Mısır- Körfez ülkeleri arasındaki ilişkiler gergin seyretmiştir. Cumhuriyet-monarşiler arasındaki bu tarihi gerilimin yerini, özellikle 2011 sonrası dönemde Arap Baharı ile birlikte Müslüman Kardeşlerin yönetiminde bulunduğu cumhuriyetler ve monarşiler gerilimine bırakmıştır. Arap Baharı ile ortaya çıkan ve bölgeyi sarsan değişim yönündeki dinamikler Körfez monarşileri tarafında kaygı ile karşılanmıştır. Özellikle Müslüman Kardeşlerin iktidarı, monarşiler tarafından ciddi bir meşruiyet ve rejim tehdidi olarak görülmektedir. Körfez ülkelerinde Müslüman Kardeşlerden esinlenerek kurulan ve monarşilere karşı ciddi bir muhalefet merkezi olarak faaliyet gösteren hareketlerin 2011 sonrası dönemde dönüşüm içerisinde olan Mısır ve Tunus gibi ülkelerden etkileneceği kaygısı bu algının en temel gerekçesidir. Örneğin Suudi Arabistan’da EL Sahva Hareketi, Birleşik Arap Emirlikleri’nde El-Islah Hareketi Arap Baharı’nın ardından bu ülkelerde aktivitelerini arttırmış ve monarşilerden reform talep etmeye başlamışlardır. Bahreyn’de ise Şii parlamento üyelerinin toplu istifası ile başlayan parlamento krizi ardından tek taraflı olarak parlamentonun yeniden kurulması sırasında Müslüman Kardeşler üyeleri tasfiye edilmiş ve yerlerine Selefi vekiller atanmıştır. Mevcut gerginlik özellikle Birleşik Arap Emirliklerinin Mısır’da darbe yapmaya çalıştığı yönündeki haberler ile daha tırmanmıştı.
 
3 Temmuz darbesi ise monarşilerin bu gerilimi bertaraf etmek için cumhuriyetlerdeki otoriter rejimlerle ve eski yönetici elitlerle yakından işbirliği içerisine girebildikleri ve hem siyasi hem de ekonomik desteği sağlama konusunda oldukça cömert olabilecekleri görüldü. Özellikle darbe sonrası doğrudan sert yaptırımlar uygulamasalar da Batının Mısır ordusu ve geçici hükümeti konusunda benimsediği dış politika, ülkeyi Körfez ülkelerine daha da yaklaştırmıştır.
 
2011 halk ayaklanmaları ardından başlayan dönüşüm süreci içerisinde artan istikrarsızlık Mısır ekonomisini kötü şekilde etkilemiş ülkeyi iflasın eşiğine getirmiştir. Son üç yılda ülkenin turizm gelirleri büyük oranda azalmış, yabancı yatırımcıların önemli bir kısmını kaybetmiş ve yerli ekonomik elitin de ambargosu ile karşılaşmıştır. Tüm bu nedenlerden ötürü bugün Mısır açısından Körfez yardımı hayati önem taşımaktadır. Körfez ülkelerinin Mısır’da darbeye uluslararası toplumda verdikleri desteğin siyasi etkisi ve önemi olmasının yanı sıra, Körfez ülkelerinin sağladığı mali yardım darbenin konsolidasyonunda doğrudan etkili olmaktadır.
 
Öte yandan Suriye’ye olası müdahale konusuna Mısır ve Körfez monarşileri arasında oldukça farklı bir politik söylem oluştuğu da görülmektedir. Bu noktada ise Mısır’da darbeye destek veren monarşilerin yakın gelecekte Mısır konusunda dış politikalarını gözden geçirip geçirmeyecekleri tartışılmaya başlanmıştır.
 
Bu noktada altı çizilmesi gereken husus, Mısır’da rejimin iç siyasetteki politikaları nedeniyle bölgesel siyasetteki rolünü ikinci plana itmeye başladığı ve içine kapandığı gerçeğidir. Her ne kadar Afrika ve Nil gibi Mısır dış politikasında önemli sayılan konularda yeni bir dış politika izleneceğine yönelik sinyaller verilse de Mısır rejimi en azından seçimlere kadar ülkenin iç politikası ile daha yakından ilgilenmek zorunda kalacaktır. Çünkü halihazırla ülkede Müslüman Kardeşlere ve siyasal İslamcı Gruplara yönelik oldukça kapsamlı bir operasyon yürütülmektedir. Öte yandan Eylül ayının ilk iki haftası göstermiştir ki bu operasyon diğer muhalif grup ve partileri de kapsayacak şekilde genişlemektedir. Özellikle darbe ve ordu karşıtı sol gruplara yönelik de adımlar atıldığı gözlenmektedir. Gazetecilere yönelik tutuklamalar da muhalefete karşı yapılan operasyonların kapsam olarak genişleyeceği yönünde ciddi sinyaller vermektedir.
 
Gene Mısır’da rejim 3 Temmuz sonrası süreçte “Arap ve Mısır milliyetçiliği” propagandası yaparak Siyasal İslamcı hareket ve grupları baskı altına almaya çalıştığı için Suriye konusunda müdahale karşıtı bir tavır takınmıştır. Genel Kurmay Başkanı Sisi’nin Nasır’a benzetilerek ulusal bir kahramana dönüştürülmeye çalışılması ve bu yöndeki medya kampanyası önemli bir örnektir. Benzer şekilde Mısır’da Müslüman Kardeşlerin ulus-aşan bir örgüt olması bu nedenle de Mısırlıların çıkarlarından çok ulus-üstü Müslüman Kardeşler hareketlerinin çıkarlarına öncelik verdiği yönünde medya kampanyası yürütülmektedir.
 
Sonuç itibari ile Mısır Suriye konusundaki tavrı bölgesel güç dengesi ya da çıkar çatışmasının bir neticesi olmaktan çok iç siyasetteki gelişmelerin bir sonucudur ve daha çok kısa vadede bölgedeki gelişmeler konusunda pasif bir yaklaşımı benimseyeceği sinyallerini vermektedir. Öte yandan Körfez ülkeleri ve Mısır, şimdilik ortak düşman olarak kabul ettikleri “Müslüman Kardeşlere” karşı işbirliği yapmaktalar. Bu nedenle de Suriye konusunda Mısır’ın benimsediği pasif ve dış müdahale karşıtı politika yakın ve orta vadede Körfez-Mısır ilişkilerini olumsuz yönde etkileyeceğe benzememektedir.