Ortadoğu’da ‘Hidrolik Misyon’: Türkiye Örneği

Neredeyse insanlığın başlangıcından beri barajlar inşa edilse de, Sanayi Devriminden sonra bu alanda hızlı bir artış kaydedilmiştir.19’uncu yüzyılın ikinci yarısında, uygun makine tesisatı ve  geniş enerji kaynaklarıyla, günümüz barajları gibi geniş yapıları inşa etmek teknik açıdan mümkün hale gelmiştir. Ekonomik kalkınmada barajlar köklü bir role sahiptir.Ekonomik açıdan, barajların dikkate değer faydaları mevcuttur. Tüm insanlar ve ekonomik sektörler için güvenilir su tedarikinin yanı sıra, enerji de sağlamakta ve akışları düzenlemekte, böylece kıtlık ve sel gibi durumlardan ortaya çıkabilecek ekonomik kayıpları önlemektedirler. Diğer bir deyişle, su kaynaklarının sağladığı pek çok fayda barajlar sayesinde kolayca erişilir hale gelmiştir. Böylece barajlar 20’nci yüzyılda kalkınma anıtları olarak görülmeye başlamıştır.

Bu durum, ilk olarak ‘hidrolik misyon’ kavramı kapsamında Kuzey ülkelerinde ortaya çıkmıştır. ‘1930’lardan 1970’lere kadar, büyük barajların inşa edilmesi pek çok kişinin nezdinde kalkınma ve ekonomik ilerlemeyle aynı anlama gelmiştir.Modernleşme ve insanoğlunun doğadan yararlanma becerisinin sembolü olarak görülen baraj inşası önemli ölçüde hız kazanmıştır. Dünyanın herhangi bir yerinde her gün ortalama iki veya üç büyük barajın kurulduğu 1970’li yıllarda bu eğilim zirve noktasına ulaşmıştır.Ortadoğu’da da aynı durum söz konusu olmuştur. Mısır, Suriye, Irak, İran ve Türkiye’de baraj tarihi, bu ülkelerdeki değişen sosyoekonomik dinamiklere rağmen hidrolik misyonun devamını örnekler niteliktedir.Türkiye örneğine yakından bakılması durumu daha iyi ortaya koyabilir.

Türkiye’nin su sorunlarıyla başa çıkmada temel yol olarak başvurduğu baraj inşaatına verdiği büyük önem, ülkenin sosyoekonomik dinamiklerinde meydana gelen yapısal değişikliklere rağmen değişmemiştir. Bu nedenle, Türkiye’deki su yönetiminin merkezinde barajların olduğunu belirtmek hala mümkündür. Devlet Su İşleri, ‘mevsimler, yıllar ve bölgeler açısından akışta gözlemlenen önemli değişiklik nedeniyle, Türkiye’nin nehirleri üzerinde su depolama sistemlerinin bulunmasının kesinlikle gerekli olduğunu’ ileri sürmüştür. Bu durum, gerektiği andasuya erişimi sağlamaktadır.Türkiye’de sadece sulama ve su gücü üretimi için değil, aynı zamanda uzun vadeli kullanma suyu tedariki için barajlar inşa edilmektedir.Sonuç olarak, Türkiye su depolama tesislerinin inşasını öncelik olarak belirlemiştir.’

Hidrolik misyon neden çok güçlüdür? Bunun –en az- üç temel nedeni vardır: 1- Piyasaya bağlı, kurumsal, finansal ve hatta entelektüel engeller. Alternatif yollar benimsemek göründüğünden daha zordur. 2- Geleneksel su tedarik çözümlerini, özellikle barajları teşvik eden kurulu destekleyici mekanizmalar bulunmaktadır. Bu teşvik mekanizmalarının bazıları oldukça dolaylıdır. 3- Dünya genelinde pek çok hükümet için büyük altyapı yatırımlarını başarı olarak göstermek daha kolay görünmektedir. Tedrici, ve ufak/yerel gelişmelerin seçmenlerin desteğini alması genellikle zordur.

Türkiye’nin baraj inşaatı söylemi,aşağı yukarı bir silsile izleyerek, üç öncelik veya tema ile yönlendirilmektedir. Bunlar i) tarım, ii) enerji veiii) kıtlıktır.

Türk ekonomisi 1980’lere kadar geniş ölçüde tarıma dayanmıştır. Dünya Bankası istatistiklerine göre,tarımın Türk ekonomisindeki payı 1960 yılında yaklaşık %56 olmuştur. Ancak tarım arazilerinin çoğunluğu sulanamamıştır.Sulamanın mümkün olması, verimde ve dolayısıyla geniş tarım nüfusunun gelirinde önemli artışlar vaat etmiştir. Bu nedenle, sulama planlarının genişlemesi kalkınmaya giden kestirme yol olarak görülmüştür.Bu bağlamda, çağın gelişmekte olan diğer pek çok ülkesi gibi, Türkiye de kırsal yoksullukla mücadelede temel ve en iyi yöntem olarak baraj inşaatını benimsemiştir. Böylece, 1954’ten itibarenHirfanlı (Kırşehir-1959), Ayrancı (Karaman-1958), Demirköprü (Manisa-1960), Elmalı-II (İstanbul-1955), Kemer (Aydın-1958), May (Konya-1960), Sarıyar (Ankara-1956), Seyhan (Adana-1956), Sille (Konya-1960), Şabanözü (Çankırı-1960) gibi önemli barajlar tamamlanmıştır.

1960-70’li yıllara gelindiğinde, tarımın payı %50’den fazla küçülmüş ve 1980 yılında %26,5’e gerilemiştir. Aynı zamanda, Türkiye pek çok büyük barajı sulama amacıyla tamamlamıştır. Tarım önemini yitirirken, Türkiye 1960’lardan 1980’lere doğru baraj inşa eden en büyük ülkelerden biri olmaya devam etmiştir. 1960-1980 yılları arasında yaklaşık 111 baraj inşa edilmiştir.

1980’lerden itibaren temel baraj yanlısı söylem ülkenin enerji ihtiyaçlarıyla ilgili olmuştur. Bunun birçok nedeni bulunmaktadır. İlk olarak, Türk ekonomisinde tarımın rolü azalmaya devam etmiştir. 1980 yılında tarımın payı %26,5’tir. Yirmi yıl sonra, 2000 yılında daha da küçülerek %11’i bulmuştur. Ayrıca, 1980’lerin başıyla ortası arasındaki dönemde görülen liberalleşme çabalarını takiben, Türk ekonomisi hızla ihracata dayalı bir ekonomi haline gelmeye başlamıştır. Örnek vermek gerekirse, Türkiye’nin toplam ihracatı 1980’de 2.91 milyar ABD dolarıdır. On yıllık dönemin sonunda dört katından fazla artış göstererek 1990 yılında 12.96 milyar ABD dolarına ulaşmıştır. Türkiye 1980li yıllardayoğun bir kentleşme dönemi de geçirmiştir. Kentsel nüfus 1980-1990 yılları arasında %43’ten%60’a yükselmiştir. Kentleşme hızı sonraki on yıllık dönemde yavaşlayarak 2000 yılında %64’e ulaşmıştır. Bu doğrultuda, Türk yetkililer, baraj inşaatlarının gerisinde başlıca öncelik olarak artan enerji taleplerini içeren bir çerçeve oluşturmaya başlamıştır.Örneğin, Dışişleri Bakanlığına göre, ‘Türkiye’nin enerji tüketimi hızlı kentleşme ve sanayileşmeden dolayı önemli bir artış kaydetmektedir. Türkiye’de kişi başına düşen enerji tüketiminin AB ortalamasının sadece altıda birine tekabül ettiği ve enerji tüketimindeki artışın Türk vatandaşlarının yaşam kalitelerinin artırılması anlamına geldiği de ayrıca vurgulanmalıdır.Petrol veya gaz üretmeyen Türkiye, artan enerji ihtiyacını, doğal kaynaklarının ve bu açıdan su gücünün kullanımının artırılması dâhil olmak üzere, birçok yoldan karşılamayı planlamaktadır.’

Bu nedenle, Türk yetkililerinin enerji ihtiyacı olan üretim sanayilerinin ihtiyaçlarını karşılamaları bir zorunluluk haline gelmiştir. Buna ek olarak, 1980’lerde turizm sektörü Özal hükümetlerinden önemli oranda destek görmeye başlamış ve çok geçmeden ekonomik hayatın en büyük enerji kullanan sektörlerinden biri haline gelmiştir.

1980’li yıllarından ortasından itibaren, örneğin, neoliberalkalkınmacı devletin yükselişi boyunca, söylem odağı kıtlık söylemine doğru kaymıştır. ‘Kıtlık zihniyetinin’ yükselişinin (ve beraberinde ‘enerji mantığı’nın düşüşünün) arkasında yatan nedenlerden biri, 1980’lerin sonu ile 1990’ların başında pek çok büyük hidroelektrik amaçlı barajın Türkiye tarafından tamamlanmasıyla ilişkilidir. Örneğin, 1990’ların ortasına kadar GAP çerçevesinde 19 hidroelektrik tesisinden çoğu tamamlanmıştır.Öte yandan, doğalgazın giderek daha yaygın kullanılması, geçici olarak da olsa Türkiye’nin enerji ihtiyaçlarını 1990’lardan beri gidermektedir.Aynı zamanda, 1989’da Falkenmark İndeksinin tanıtılması, barajlar aracılığıyla suyun artırılmasının Türkiye gibi bir ülke için zorunluluk olduğu düşüncesine dikkat çekmiştir. Çünkü Dışişleri Bakanlığına göre, ‘Türkiye yarı kurak bir bölgede yer almaktadır ve Kuzey Amerika ve Batı Avrupa gibi su bakımından zengin bölgelerde kişi başına düşen mevcut suyun yaklaşık beşte birine sahiptir.’ 1990’lı yıllardan itibaren, Devlet Su İşleri gibi pek çok yetkili makam, ‘sıklıkla addedildiği üzere Türkiye’nin “su bakımından zengin” bir ülke olmadığını, aksine, gerekli tedbirlerin alınmaması durumunda ülkenin yakın gelecekte su kıtlığı sorunlarına karşı savunmasız olduğunu’ vurgulamaya başlamıştır. DSİ aynı zamanda ifade etmektedir ki, ‘kişi başına düşen kullanılabilir su 1,600 m3’tür, diğer bazı ülkelere ve dünya ortalamasına bakıldığında Türkiye’nin kişi başına düşen kullanma suyu tedariki açısından su kıtlığıyla karşı karşıya olduğunun görülmektedir. Günümüzde, bir ülkenin “su bakımından zengin” olarak sınıflandırılması için kişi başına düşen su potansiyelinin 5000 metreküpten fazla olması gerektiği kabul edilmektedir. Türkiye’nin nüfusunun 2023 yılında 100 milyona ulaşması beklenmektedir. Bu nedenle, Türkiye’de kişi başına düşen su potansiyelinin bu yılda 1,125 metreküpe gerileyeceği sonucuna varmak mümkündür.’ 1980-2000 yılları arasında, Türkiye’de 385 barajtamamlanmıştır.Bunların 151’inin kapasitesi 1 milyar m3 üzerindedir.2000-2015 yılları arasında (mevcut en son yılın verileri) 120 baraj tamamlanmıştır. Ancak, bunlar arasında sadece 12’sinin kapasitesi 1 milyar metreküpten fazladır.

Kısacası, büyük Küresel Güneyin parçası olarak Ortadoğu, halihazırdahidrolik misyona bağlı durumdadır. 2010’ların sonları itibariyle halen su tedarikine ilişkin barajsız çözümler yaygın şekilde kullanılmamaktadır. Türkiye örneğinde de görüldüğü üzere, bir ülkenin sosyoekonomik yapılarında gerçekleşen önemli değişikliklere rağmen hidrolik misyon uygulanabilir bir politika seçeneği olarak kalmaktadır.