Silahsızlandırılmış Bölge Heyet-i Tahriru’ş-Şam İçindeki Gerginliği Artırıyor

Türk ve Rus cumhurbaşkanları 17 Eylül 2018'de Soçi'de gerçekleştirdikleri buluşma sonrasında İdlib'de “silahtan arındırılmış bölge” kurmaya karar verdiler; ancak Heyet-i Tahriru’ş-Şam (HTŞ), İdlib'i konu alan Soçi Anlaşması'na yönelik resmi duruşunu henüz açıklamadı. Hareketin içinde yer alan farklı gruplar arasında gerilim yükselmiş gibi görünüyor.

Esad yanlısı Suriye güçlerinin kontrol ettiği alanı muhalif bölgelerden ayırmak için yaklaşık 15-20 kilometrelik silahtan arındırılmış bölge öngören anlaşma, 15 farklı Suriyeli guruptan oluşan Ulusal Kurtuluş Cephesince (UKC) kabul gördü. Türk diplomasisinin, Esad güçleri ve müttefiklerinin saldırılarından, 3 milyondan fazla sivilin yaşadığı kalabalık nüfuslu İdlib'i koruma çabaları sevinçle karşılandı. Öte yandan, aynı anlaşma, kendileri açısından kenti Esad’a kaybetme yolunda bir gelişme olduğu gerekçesiyle El-Kaide bağlantılı “Hurrasu’d-Din” örgütü tarafından resmi olarak reddedildi. Bu makale yayımlanana dek HTŞ sessizliği korudu ve anlaşma ya da anlaşmanın maddeleri hakkında resmi herhangi bir açıklamada bulunmadı.

Ancak, sahaya baktığımızda, UKC'nin HTŞ ile birlikte ağır silahlarını anlaşma kapsamında belirlenen bölgelerden belirlenen zaman diliminde (en geç 10 Ekim) çektiği gözlemlenmiştir. Aynı zamanda HTŞ'nin silahtan arındırılmış bölgeden çekilmesi, örgüte bağlı önde gelen dini şahsiyetlerin anlaşmaya karşı yürüttükleri medya kampanyasıyla aynı döneme denk gelmiştir.

Daha önce “En-Nusra Cephesi” olarak bilinen HTŞ, 2016'dan bu yana ciddi bir dönüşüm geçirmiş ve El-Kaide ile olan ilişkisine nokta koyup yeni bir isim almıştır: Şam Fethi Cephesi veya Fethü’ş-Şam Cephesi. Bununla birlikte, 2017 yılında bazı guruplarla birlikte yeni bir yapının oluşturulduğu bir değişiklik gerçekleşmiştir: Heyet-i Tahriru’ş-Şam. Her ne kadar değişiklikler, düşünce çerçevesinin ana ilkelerini etkilemese de, örgütün politik davranışı önemli ölçüde değişmiştir. Bu değişikliklerin bir kısmı İdlib kentini idare etmek için bir sivil hükümetin (Kurtuluş Hükümeti) desteklenmesi, siyasi işler sözcüsü bulundurulması ve Soçi Mutabakatının sürdürülmesi amacıyla Hurrasu’d-Din’in, Esad'ın birliklerine karşı saldırı düzenlenmesinin önüne geçilmesi olarak sıralanabilir. Bu tür eylemler örgütün nihilist silahlı bir gruptan siyasi bir oyuncuya dönüşümünü doğrular nitelikteydi. Aslında, bu değişimler bazı faktörlerden bağımsız değerlendirilemez. Bunlardan ilki, bazı Suriyeli muhalefet gruplarının aksine, örgütün ana yapısını parçalanmadan uzak tutma ve etkinliğini sürdürme noktasında bugüne kadar başarılı olan, örgütün pragmatik lideri Ebu Muhammed el Culani'dir. İkinci faktör ise, Suriye ile uzun ortak sınıra sahip ve temel bölgesel aktörlerden biri olan Türkiye’nin baskısıdır. Türkiye, HTŞ’nin 2017'de Ahrar el Şam hareketini yenmesinden ve İdlib ile Hama çevresinde bulunan stratejik noktaları ele geçirmesinden sonra HTŞ ile mücadele için ödül ve ceza yaklaşımını benimsemiştir. Türk hükümeti, İdlib ve Hama çevresindeki gözlem noktalarının uygulanmaya konması için HTŞ'ye teşvik ve yaptırımlar yoluyla baskı uygulamıştır. Son faktör ise iç savaşın karmaşık bağlamıyla etkileşim ve diğer aktörlerin ve dinamiklerin etkisidir. Bu iç ve dış faktörler, HTŞ liderlik kademelerinde pragmatik eğilim oluşması noktasında hayati bir rol oynamıştır.

Ancak, pragmatik eğilim karşı eylem ve söylemle karşı karşıya kalmıştır. Tahrir el-Şam'ın kurulmasından sonra önde gelen isimlerin liderlik ettiği yüzlerce üye örgütten ayrılmıştır. Bu kişilerin çoğu Sami el-Uraydi, Ebu Jilibib Tubas ve Ebu Khadija el-Ürdüni gibi Suriyeli olmayan Ürdünlü Selefi-Cihatçılardır. Daha sonra bu kişiler HTŞ’nin El-Kaide’yle bağlarını koparmasına ve örgütün pragmatik eğilimini terk etmesine karşı olanlar için bir merkez haline gelen Hurrasu’d-Din grubunu kurdular. Aynı şekilde, HTŞ'nin önde gelen isimleri, yani Mısırlılar, Ürdünlüler ve Suudiler, İdlib anlaşmasını kabul edecek örgütlere veya liderlere karşı medya kampanyası başlattılar.

HTŞ'nin pragmatik kanadı, İdlib anlaşmasının üzerinde anlaşmaya varılmış düzenlemeleri uygulamaya ve önü açılan yasaklar gibi pragmatik söylem kullanmaya devam ederken, nihilist kanat ağır silahların tampon bölgeden çekilmesini reddetmeye devam etmiştir. Örneğin, Mısırlı HTŞ Şeriat Komitesi üyeleri Ebu’l-Fetih el-Farğali ve Ebu el-Yaktan, anlaşmayı din ve şehit düşenlerin kanı için bir ihanet ve bir tür aldatmaca olarak görüyorlar. Bu da, HTŞ içinde gerçek bir tartışmaya yol açtı; ve hatta bu tartışma bazı üyelerin Hurrasu’d-Din grubuna katılmalarına kadar varabilir.

HTŞ'nin farklı kanatları arasındaki gerginliğin doruğa ulaştığı görülüyor; haberlere göre HTŞ’nin El-Culani'nin danışmanı Ebu Yusuf el-Cezire ve Muhammed Ebu İslam gibi Suriyeli olmayan ve önde gelen dini ve askeri isimleri patlayıcı kullanılarak ya da faili meçhul cinayet yoluyla suikasta uğradılar. Bununla birlikte, bu kişilerin hareket içinde hangi kanatları destekledikleri veya faillerin kim olabileceği noktasında hala kesin bilgi mevcut değil. Bu durum, böyle kritik bir zamanda bu tür olaylardan kimin fayda sağlayacağı ile ilgili daha fazla soru işareti ortaya çıkarmaktadır.

Öte yandan, HTŞ liderliğinin pragmatik eğiliminin politik sürece dahil olma yolunda daha ileri gidebilmesi bölgesel ve uluslararası aktörlerin desteği olmaksızın mümkün değildir. Silahlı grupların siyasi desteğe sahip olması yaklaşımı, Suriye'nin yakında kurması gereken istikrarlı ve düzenli bir siyasi çözümün önünü açmada etkinliğini kanıtlamıştır. Böyle bir kapsayıcılık HTŞ’nin pragmatik kanadının dönüştüğü sürece devam etmesini desteklemek için daha fazla teşvik sağlayacak, hükümetlerin İslami hareketleri siyasi çözümün parçası olarak kabul etmeyeceklerini savunan aşırılıkçı kanatların söylemini zayıflatacaktır. Öte yandan, Türkiye gibi bölgesel aktörler, Avrupa hükümetleriyle birlikte, Esad rejimine ve müttefiklerine (özellikle İran) İdlib anlaşmasının maddelerini yerine getirmeleri ve tampon bölgelerden çekilmeleri için baskı uygulamalıdır. Rusya’yı daha önce çatışmasızlık bölgelerinde (Rastan ve Talbiseh, Doğu Guta, Dera ve Kuneytra) olduğu gibi fikrini değiştirmemesi için anlaşmaya bağlı kalması noktasında da zorlamalıdırlar. Aslında, İdlib’e yönelik Soçi Anlaşması'nın çöküşü ciddi sonuçlara yol açacaktır. Büyük bir katliam ile Türkiye'ye, ardından da Avrupa'ya göç edecek bir mülteci akınının ortaya çıkması böylesi bir senaryonun ilk ve temel yansımaları olması muhtemeldir. Dahası, aşırılık yanlısı söylemler de gelişebilir, ki bu da yakın gelecekte Suriye'de siyasal çözüme ulaşmayı olumsuz yönde etkileyecektir.