Sudan Bölünmeye Giderken Nil Nehrinde Sular Isınıyor

Dr. Seyfi Kılıç, ORSAM Su Araştırmaları Programı Uzmanı
1979 yılında, İsrail ile barış andlaşması imzalandıktan sonra, Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat, artık Mısır’ı savaşa sokabilecek tek konunun su olduğunu açıklamıştır. 1990 yılına gelindiğinde ise, daha sonra Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri olacak olan, Mısır’ın Dışişlerinden Sorumlu Bakanı Butros Gali de, Nil nehri suları üzerine kurulu olan Mısır’ın ulusal güvenliğinin, başka ülkelerin elinde olduğunu ve bölgede çıkacak diğer savaşın su meselesi nedeniyle olacağını belirtmiştir.
 
Enver Sedat ve Butros Gali’yi bu açıklamaları yapmaya iten neden, Mısır’ın tarımda, sulamaya dünyada hiçbir ülkenin olmadığı kadar bağımlı olması ve bu suyun kaynağının da, henüz işletilmeye alınmamış olan fosil sular gözönüne alınmazsa, Mısır’ın hiçbir katkısı olmayan, Nil nehri olmasıdır. Mısır’da mevcut ve gelecekteki tüm sulamalar esas olarak bu iki kaynağa dayanmak zorundadır. Ancak fosil suların çıkarma maliyetinin yüksekliği ve yenilenme şansı bulunmaması dolayısıyla, ancak tek seferlik kullanılabilir olması, kalıcı bir çözüm için ele alınmasını, imkansız hale getirmektedir.
 
Son zamanlarda Nil nehrini yeniden gündemin üst sıralarına taşıyan iki önemli gelişmeden söz etmek mümkündür. Bunlardan ilki Mayıs 2010’da Nil havzasında bulunan dört ülke tarafından imzalanan ve Nil sularından faydalanmayı içeren andlaşma, diğeri de Sudan’ın bölünmesi ve havzadaki ülke sayısının ona çıkmasıdır.
 
Nil nehri havzası, 2,9 milyon km2’dir ve Afrika kıtasının ’una denk gelen bir büyüklüğe sahiptir. Havzada dokuz ülke bulunmaktadır. Bunlar; Mısır, Sudan, Etiyopya, Kenya, Ruanda, Brundi, Tanzanya, Uganda ve Kongo Demokratik Cumhuriyeti’dir. Nil nehri 6,825 km’lik uzunluğuyla dünyanın en uzun nehridir.
 
Nil nehri esas olarak iki koldan oluşur. Ekvator göllerinden doğan ve Beyaz Nil olarak adlandırılan kısım, Sudan’ın başkenti Hartum’da, Etiyopya platosundan doğan Mavi Nil ile birleşir. Beyaz Nil Sudan toprakları içinde Sudd bataklıklarına girmektedir. Burada yılda, 34 milyar m3 kayıp yaşanmaktadır. Aswan’da, toplam akımı 84 milyar m3/yıl olan Nil nehrinin % 85’ini, yani 72 milyar m3’ünü, Etiyopya’da Tana gölünden doğan Mavi Nil sağlarken, kalan kısım olan 12 milyar m3 diğer yukarı kıyıdaş altı ülke tarafından sağlanmaktadır.
 
2. Dünya Savaşı’ndan sonraki yıllarda Mısır ve Sudan arasındaki Nil sularına ilişkin ihtilaf artarak devam etmekteydi. Mısır, Aswan’da bir baraj inşasını planlarken, Sudan da Mavi Nil üstünde, Gezire bölgesinde bulunan Roseries’de, sulu tarıma geçmek ve elektrik üretmeyi amaçlayan bir baraj yapmak istemekteydi. Bu durum iki ülke arasında gerginliklere yol açmış, ancak 1956 yılında Sudan bağımsızlığını kazandıktan sonra durum değişmiş ve 1959 Nil Suları Andlaşması’na giden yol açılmıştır. Sudan, bu andlaşmadan sonra Dünya Bankası’ndan ve Batı Almanya’dan Roseries barajı için kredi almış ve barajı 1966 yılında bitirmiştir.
 
1961 yılında bağımsızlığını kazanan Tanganyika (sonradan Tanzanya) Devlet Başkanı Julis Nyerere, daha sonraları Nyerere doktrini olarak kabul edilecek olan açıklamasında, koloniyal dönemde imzalanan andlaşmaların oluşumunda hiçbir etkileri olmayan devletlerin, bağımsızlıklarını kazandıktan sonra bu andlaşmalara otomatik olarak uymalarının beklenmemesi gerektiğini bildirmiştir. 1962 yılında da Tanganyika hükümeti; İngiltere, Sudan ve Mısır’ı, artık Nil havzasını ilgilendiren 1929 tarihli andlaşmayı, Tanganyika açısından bağlayıcı görmediği şeklinde bilgilendirmiştir. Kenya da 1963 yılında bağımsızlığını kazandıktan sonra Nyerere doktrinini kabul ettiğini, Uganda ise, İngiliz idaresi tarafından imzalanan tüm andlaşmaların geçersiz olduğunu açıklamıştır.
 
Sudan’ın bağımsızlığını kazanmasından bir ay sonra, 1956 Şubat’ında Etiyopya kendi toprakları içindeki Nil sularından faydalanma hakkı olduğu açıklanmıştır. Birkaç ay sonra da, tam da Süveyş krizinin ortasında, Etiyopya, Kahire’ye gönderdiği bir nota ile kendi halkının faydası için Nil nehri sularından yararlanma hakkını saklı tuttuğunu bildirmiştir.
 
Bölge ülkelerinin bağımsızlıklarını kazanmadan önce Nil havzasında hakim güç olan İngiltere, öncelikli amaç olarak, Mısır’ın, daha sonra da Sudan’ın, Nil’e dayanan kullanımlarını korumayı görmüştür. Bu amaçla da, Nil nehri sularının yukarı kıyıdaş ülkelerde kullanımını engelleyecek andlaşmalar yapmıştır. Diğer kolonyal güçler olan Fransa, İtalya ve Belçika ise, daha çok egemenlikleri altındaki ülkelerin sınırları içindeki sorunlarla ilgilenmekteydiler. Nil nehri suları ile ilgili olarak yapılan tüm andlaşmalar Mısır’ın kullanımlarını korumaktadır. “1959 Nil Sularının Tam Kullanımı Andlaşması” hariç diğer tüm andlaşmalar koloniyal güçler tarafından ya da onların etkisi altında imzalanmıştır. Bu düzenlemeler ise:
 
15 Nisan 1891 İngiliz-İtalyan Protokolü,
15 Mayıs 1902 İngiltere-Etiyopya Andlaşması,
12 Mayıs 1906 İngiltere-Belçika Andlaşması,
13 Aralık 1906 İngiltere-Fransa-İtalya Andlaşması,
1925 İngiltere-İtalya Nota Teatisi,
7 Mayıs 1929 Mısır-İngiliz Sudanı Andlaşması,
8 Kasım 1959 Mısır-Sudan Nil Suları Andlaşması olarak sıralanabilir.
 
8 Kasım 1959 Nil Sularının Tam Kullanımı Andlaşması, Nil havzasının, en kapsamlı andlaşmasıdır ve toplam akımın 84 km3 olarak hesap edildiği Aswan’da suların tahsisini öngörmektedir. Andlaşma ile Mısır, Aswan’da bir baraj inşa etme hakkını kazanırken, Sudan da Mavi Nil üzerinde Roseries barajını inşa etme hakkını kazanmıştır. Beyaz Nil nehrinin yukarı kesimlerinde, akımı artırmak amacıyla yapılacak çalışmalar sonucunda elde edilecek ilave suyun da, eşit olarak paylaşılacağı hükme bağlanmıştır. Andlaşma ile iki ülke, Daimi Ortak Teknik Komisyon adıyla bir yapının kurulmasını ve Nil nehrine kıyısı bulunan diğer ülkelerin suların yeniden tahsisine yönelik taleplerinin olması durumunda da, ortak bir tutum takınmayı kabul etmişlerdir. Andlaşmanın ilgi çekici yönü, Mısır ve Sudan’ın müzakereleri sürdürürken diğer havza devletleriyle hiçbir danışma mekanizmasını işletmemiş olmalarıdır.
 
Değerlendirme
 
Mısır ile Sudan arasında, Nil nehrinin kullanımı ile ilgili olarak 1924 yılında ortaya çıkan ve 1929 yılında ulaşılan andlaşmanın müzakereleri sırasında, Mısır doğal durumun bütünlüğü doktirinini tam olarak ileri sürmese de buna benzer bir tutum takınmıştır. Söz konusu uyuşmazlığın çıktığı sırada, İngiltere’nin yönetimi altında bulunan Sudan, başkent Hartum’un güneyinde yer alan Gezire bölgesinde bir sulama projesi geliştirmek istemekteydi. Bu durumda Nil nehrine bağlı olarak çıkarlarının tehlikeye gireceğini düşünen Mısır, İngiltere nezdinde girişimlerde bulunmuştur. İngiltere ve Mısır, sorunu incelemek üzere nota teatisi ile 26 Ocak 1925 tarihinde bir komisyonun kurulmasına karar vermişlerdir. Mısır 26 Ocak 1925 tarihli notasında:
 
“Mısır hükümeti her zaman ve ısrarla, söz konusu sulama projesinin hiçbir şekilde Mısır’daki sulama faaliyetlerine zarar verecek nitelikte olmaması ve ayrıca bu ülkede sayısı gittikçe artan tarım nüfusunun ihtiyaçlarını karşılamak için elzem olan muhtemel projelerine de zarar vermemesi gerektiğini...” ileri sürmüştür. Bu notada Mısır hükümeti doğal durumun bütünlüğü doktrinine yakın bir tutum takınmış, sadece mevcut kullanımların değil, aynı zamanda gelecekteki kullanımların da korunmasını isteyerek, Sudan’ın Nil nehrinin kendi ülkesindeki kesiminde herhangi bir su kaynaklarını geliştirme faaliyetine girişmesini engellemeyi amaçlamıştır.
 
Nil komisyonu, 21 Mart 1926 tarihli raporunda, Mısır’ın ileri sürdüğü iddiaları kabul etmemiş ancak, Nil nehri sularının 19 Ocak-15 Temmuz döneminde, Mısır’a bırakılması ve Sudan’ın da bu süre dışında Nil sularından belli bir oranda faydalanabileceğini belirtmiştir. Mısır da sonradan bu görüşü benimsemiş ve 1929 Andlaşmasında da komisyonun kararlarını andlaşmanın tamamlayıcı bir parçası olarak kabul etmiştir.
 
Mısır ile Sudan, 1929 Andlaşması’na giden süreçte, Nil sularının kullanımı konusundaki uyuşmazlıklarında, ön kullanımın dokunulmazlığı ilkesini de karışlıklı olarak kabul etmişlerdir. Sudan yukarı kıyıdaş olarak, bu konudaki görüşünü şu şekilde bildirmiştir:
 
“Mısır’ın halen sulama amacıyla kullandığı su miktarı üzerinde kazanılmış bir hakka sahip olduğu reddedilmemektedir. Sudan da aynı hakka sahiptir.”
 
Söz konusu dönemde Sudan, İngiliz idaresi altında bulunduğu için, İngiltere de konunun içinde yer almış ve Mısır’ın mevcut kullanımlarına dokunulmazlık tanımıştır. Ancak İngiltere, 1956 yılında bağımsızlığını kazanmış durumda bulunan Sudan ve Mısır arasında müzakerelerin devam ettiği sırada, yukarı kıyıdaş ülkeleri olan Tanganika, Uganda ve Kenya’yı idare eden güç olarak, aşağı kıyıdaşların kullanımlarına, yukarı kıyıdaşların aleyhine olarak, mutlak bir dokunulmazlık tanınamayacağını ve bu konuda müzakerelere girme hakkını saklı tuttuğunu açıklamıştır. Zaten söz konusu devletler de, bağımsızlıklarını kazandıktan sonra, İngiltere’nin kendi adlarına imzaladığı andlaşmaların, kendilerini bağlamayacağını açıklamışlardır.
 
Nitekim, daha andlaşma imzalanmadan önce, Etiyopya hükümeti, 1957’de yayınladığı bildiriyle Nil nehri sularının % 85’ini karşılayan bir ülke olarak tıpkı diğer doğal kaynakları gibi, su kaynaklarını da kullanabilme hakkı olduğunu beyan etmiştir.
 
Bu açıklama esasında, Soğuk Savaş'ın Nil Havzasına bir yansımasıdır. Söz konusu tarihte Mısır, Aswan Barajı’nın inşası sürecini yaşamakta ve bunun için Sovyetler Birliği’nden yardım almaktaydı. Etiyopya ise batı yanlısı Halie Selasiye’nin yönetimi devam etmekteydi ve bildirisinde sözettiği projeleri uygulayabilmek için ne mali kayağı ne de teknolojisi bulunmamaktaydı. ABD Toprak Kazanma Bürosu’nun yaptığı çalışmalar da, Mısır’ın batı yanlısı bir politika gütmeye başlamasından sonra sona ermiştir.
 
Sonuç olarak Mayıs 2010 tarihli ve Ruanda, Etiyopya, Uganda ve Tanzanya arasında imzalanan andlaşma, yukarı kıyıdaş ülkelerin kendi ülkelerindeki su kaynaklarını geliştirme haklarını sömürge sonrası dönemden bu yana kullanmak istemelerinin doğal bir sonucudur. Artan nüfuslarının gerek gıda gerek enerji ihtiyaçlarını karşılamak zorunda olan bu ülkeler sömürge döneminden kalma andlaşmaları tanımayarak su kaynaklarını makul ve hakça bir şekilde kullanmak hakkına sahiptirler.
 
Sudan’ın güneyinde oluşan yeni devlet Nil havzası denkleminin yeni bir bilinmeyeni olarak ortaya çıkmaktadır. Ne ekonomik ne de jeopolitik bir bütün oluşturmayan Nil havzasında ortaya çıkacak olan yeni devlet, özellikle aşağı kıyıdaşlar olan Sudan ve Mısır'ın tüm hesapları yeniden yapmasını gerektirecektir.