Suriye’de Ateşkes ve Siyasi Çözüm

Suriye krizine çözüm amaçlı olarak birçok kez ateşkes yapılmış ancak başarı sağlanamamıştır. Ankara’da Türkiye, Rusya ve Suriyeli muhalifler arasında gerçekleşen görüşmeler neticesinde 30 Aralık 2016 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere Suriye’de bir kez daha ateşkes ilan edilmiştir. Ateşkes sürecinin Ocak 2017 ayı içinde Astana’da yapılması planlanan siyasi çözüm görüşmelerine temel oluşturması amaçlanmaktadır. Daha önceki başarısız girişimler ile kıyaslandığında Türkiye ve Rusya’nın garantör olduğu ateşkesin daha fazla umut vaat ettiğini söylemek mümkündür. Bunun temel nedeni Suriye iç savaşında askerî taraflar üzerinde en fazla etki/kontrol/yönlendirme kapasitesine sahip güçlerin sürecin içinde yer alması ve bu aktörlerin iç savaşı sonlandırma konusunda samimi olmalarıdır. 


Ateşkese Giden Süreç
Suriye’de ateşkes ve siyasi çözüm çabalarının hızlanmasına giden süreç Türkiye ve Rusya’nın Suriye’deki önceliklerinin değişmesi ve pozisyonlarının yakınlaşması ile mümkün olmuştur. Rusya açısından bakıldığında, iç savaşa ilk müdahil olduğunda üç temel hedefi vardı: Esad rejimini ayakta tutmak ve siyasi çözüm masasına güçlü taraf olarak oturmasını sağlamak; Suriye’de Rus askeri üsleri kurmak, var olanı tahkim ederek Rusya’nın Ortadoğu’ya dönüşünü sağlamak ve son olarak Rusya için tehdit oluşturan Kafkasya ve Orta Asya kökenli savaşçılarla mücadele etmek. Rusya Halep’i rejime teslim ederek artık ilk iki amacına ulaştığını düşünmektedir. Rus deniz ve hava üslerinin kapasitesini artıran ve 50 yıllık kullanım haklarını alan Rusya artık siyasi çözüme güçlü taraf olarak oturmak istemektedir.

Türkiye açısından bakıldığında ise IŞİD ve YPG/PKK’nın güçlenmesi ile Suriye’deki önceliklerinin değişmesi söz konusudur. Başta ABD olmak üzere Batı’nın Suriye krizine IŞİD ile mücadele merkezli yaklaşması ve bu çerçevede PKK’nın Suriye uzantısı YPG ile ittifak geliştirmesi de Türkiye’nin Suriye politikasında ve hatta genel dış politika yaklaşımında değişimi beraberinde getirmiştir. Türkiye’nin Batı ittifakı ile ulusal çıkarlarını koruyamayacağını, hatta Batı’nın Suriye politikası vasıtasıyla kendi yaşamsal çıkarlarının altını oyduğunu düşünmesi, Türkiye’yi daha çok bölge merkezli bir dış politika izlemeye yönlendirmiştir. Bu da Suriye konusunda Türkiye’nin Rusya ve İran ile daha koordineli bir politika izlemesi sonucunu doğurmuştur.

Taraflar arasında yaklaşan pozisyonlar ilk meyvesini Doğu Halep’in tahliyesi sürecinde vermiştir. Türkiye ve Rusya’nın öncülüğünde Doğu Halep’teki silahlı gruplar ve sivil halk güvenli bir şekilde İdlib’e geçmiştir. Bu sürecin istisnası rejim ve İran desteği altında sahada mücadele eden milis güçlerin sivillere saldırıları olmuştur. Ancak 'büyük ağabey' Rusya’nın baskısı ve hatta 'devamı olursa vururuz' tehdidini takiben tahliyeler güvenli bir şekilde gerçekleşmiştir. Sahadaki askerî gruplara söz dinletebilme gücüne sahip bu ittifakın yeni ateşkesin garantörü olması başarı şansını artırmaktadır. 

Halep tahliyesini takiben Moskova’da gerçekleşen Türkiye-Rusya-İran görüşmesinde bir mutabakat imzalamıştır. Bu mutabakatta öne çıkan başlıklar şu şekildedir: Taraflar Suriye’nin toprak bütünlüğüne, demokratik ve seküler yapısına olan bağlılıklarını dile getirmiştir. Bu maddede Suriye’nin çok sayıda etnik ve dinsel grubu barındıran sosyal yapısı da vurgulanmıştır. Buradan çıkan sonuç Suriye’de federalizmin reddedildiği; ancak tüm toplumsal grupların sosyal, siyasal, ekonomik haklarını garanti altına alacak demokratik bir model üzerinde anlaşıldığıdır. Diğer bir madde üç ülkenin Suriye’de askerî çözüm olmadığına ikna olduğudur. Bu da tarafların askeri olarak sınırlarına ulaştığı ve iç savaşın tek bir kazananının olmasının mümkün olmadığının kabulü anlamına gelmektedir. Bütün taraflar maksimalist taleplerini bir kenara bırakarak rejim ve muhaliflerin kırmızı çizgilerine riayet edileceği bir siyasi çözüm üzerinde uzlaşacaktır. Ancak siyasi çözüm masasında rejim kanadının çok daha güçlü bir konumda olduğu ortadadır. Dolayısıyla siyasi çözümün bazı tavizler vermekle birlikte rejimin taleplerine daha yakın olmasını beklemek doğru olabilir. Ateşkesin sağlanması ve siyasi çözüm sürecine diğer aktörlerin katılımı gibi beklentileri de içeren mutabakatın son maddesi siyasi çözümün nasıl işleyeceği ve hangi taraflar arasında olacağı konusunda işaretler sunmaktadır. Bu maddede Türkiye, Rusya ve İran, IŞİD ve Nusra Cephesi ile ortak mücadele ve silahlı muhaliflerin bunlardan ayrıştırılması yönündeki kararlılıklarını deklare etmiştir. Bu yaklaşım 'Suriye’de rejime karşı savaşan tüm silahlı grupların terörist olarak kabul edildiği' Rus yaklaşımında yumuşamaya işaret etmektedir. Siyasi müzakere sürecinin de IŞİD ve Nusra dışındaki grupları içereceği sonucu çıkmaktadır. Bu yaklaşım muhtemelen rejim ve İran tarafından kabul görmese de Rusya’nın tavrı belirleyici olmuştur.


Ateşkesi Riske Eden Faktörler
30 Aralık 2016 tarihinden itibaren geçerli olan ateşkes bu mutabakatın somut çıktısı olarak hayata geçmiştir. Rusya rejim üzerinde, İran Şiî milis güçler üzerinde ve Türkiye de muhalifler üzerindeki etkisini kullanarak ateşkesin bozulmaması için çaba sarf edecektir. Ateşkes sürecinin zayıf yönü diğer etkili aktörler olan Körfez ülkeleri ve ABD’nin şimdilik dışarda kalmış gözükmeleridir. Diğer bir risk unsuru hem rejim hem de muhalif kanat içinde süreci baltalamak isteyecek güçlerin varlığıdır. Rejim Halep’i de ele geçirdikten sonra İran destekli milislerle birlikte savaşı sonuna kadar sürdürebileceği konusunda daha inançlıdır. Bu nedenle kontrol dışı hareket eden ve radikal eğilimler sergileyen ulusal ve yabancı milis gruplar ateşkesi bozacak girişimlerde bulunabilir. Muhalif kanatta da aynı sorunun varlığından bahsetmek mümkündür. IŞİD’in ateşkes kapsamı dışında tutulması pratikte zorluk yaratmayacaktır. Ancak Nusra’nın nasıl kapsam dışı tutulacağı ve İdlib’te birlikte hareket ettiği muhalif gruplarla arasında nasıl ayrım yapılacağı konusu karmaşıktır. Ayrıca İdlib’te bazı gruplar Nusra ile birlikte hareket etmeyi tercih edebilir. Dolayısıyla bu unsurların da ateşkesi riske edecek girişimlerde bulunması söz konusu olabilir. Tam da bu nedenle İdlib bölgesi ateşkes kapsamının dışında kalabilir.

Ateşkes ve siyasi çözüm çabalarının parçası olsa da İran’ın bu sürece Türkiye ve Rusya kadar samimi bir şekilde inandığı konusunda şüpheler vardır. En azından Devrim Muhafızlarının temsil ettiği şahin kanat içinden bazı unsurlar ateşkes sürecini baltalayabilir. Zira bu kesim Suriye sahasında demografik değişim yaratarak Irak sınırından Lübnan’a kadar uzanan güvenli bir hat oluşturmayı hedeflemektedir. Bu da söz konusu kesimin Suriye’de henüz nihai hedefe ulaşmadığı ve savaşa devam kararı alabilecekleri anlamına gelmektedir. Böyle bir durumda aynen Doğu Halep’in tahliyesi sürecinde olduğu gibi Rusya ve İran arasındaki görüş farklılığının ortaya çıkma ihtimali söz konusudur.


Nasıl Bir Siyasi Çözüm?
Ateşkesin başarılı olması durumunda 2017 yılı Ocak ayı içinde Astana’da siyasi çözüm müzakerelerinin yapılması planlanmaktadır. Siyasi çözüm sürecinin kabaca şu çerçevede ilerlemesi beklenebilir: Türkiye’nin yardımıyla radikal gruplar ile ılımlı muhalifler arasında ayrım sağlanacak. Bütün taraflar radikal gruplara karşı ortak mücadele verecek. Türkiye’nin desteklediği ılımlı muhalif gruplar ile rejim arasında bir uzlaşma sağlanacak. Rejimin muhaliflere siyasi alanda vereceği tavizlere karşılık tüm askeri gruplar silahlarını bırakacak ya da kendi bölgelerinde kontrol sağlamaya devam edecek. Rusya, Türkiye ve İran iç aktörlerin bu koşullara uyması için etkilerini kullanacak. IŞİD’e karşı ortak mücadele edilecek. 

Şimdilik bu çerçevenin dışında kalan ve nasıl bir çözüm bulunacağı bilinmeyen başlık ise YPG’nin konumudur. YPG’nin ateşkese dahil edilip edilmediği tartışmalıdır. Üçlü mutabakatta terör örgütleri ve radikal gruplar doğrudan belirtilmesine rağmen YPG’nin adı geçmemiştir. Ancak siyasi çözümün başarıya ulaşması ve tüm askerî grupların silah bırakması durumunda YPG’nin önünde iki seçenek kalacaktır. Ya bu sürecin parçası olacak ve belli tavizler alarak silah bırakacak ya da daha yüksek olasılık ABD desteğini almaya devam edebilirse mevcut kazanımlarını koruma yoluna gidecek. Böyle bir durumda rejim ile YPG karşı karşıya kalabilir. YPG bölgelerinin geleceğini belirleyecek olan Trump liderliğindeki ABD’nin Suriye politikasının nasıl olacağıdır. 

 

Bu yazı “Suriye’de Ateşkes  ve Siyasi Çözüm” başlığıyla Ortadoğu Analiz Dergisi'nde yayınlanmıştır.