Suriye'nin Toprak Bütünlüğüne Tehditler Nereden Geliyor?

Zeytin Dalı Operasyonu’nun başladığı günden itibaren Türkiye’nin operasyonun nedenlerine ilişkin iki temel vurgusu bulunmaktadır: PKK/PYD terör örgütünün yarattığı tehdidin bertaraf edilmesi ve Suriye’nin kuzeyinde kurulabilecek ve ülke bütünlüğünü tehlikeye atacak bir devletsi yapının önüne geçilmesi. Ancak, operasyona karşı olan bazı ülkeler, Zeytin Dalı Operasyonu’nun Suriye’nin toprak bütünlüğü açısından tehditler yarattığını ileri sürmektedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin dünyanın pek çok yerindeki sorunlara temel yaklaşımı sorunların ülkelerin toprak bütünlüğü içinde çözülmesiyken, bu yönde yapılan eleştiriler haksızdır. Ayrıca, bugün Suriye eğer zayıfladıysa ve toprak bütünlüğü erozyona uğradıysa bunun nedenleri sorgulanmalıdır.

 

Suriye'nin Toprak Bütünlüğü Nasıl Erozyona Uğradı?

Mart 2018’de Suriye'deki olayların başlaması yedinci yılını doldurdu. 2011 sonundan itibaren çatışmalar iç savaşa dönüşürken, gerek bölge ülkeleri gerekse bölge dışı güçler Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunmasını diğer tüm konuların üstünde görüyorlardı. Ancak söylem ile eylem arasındaki farklılıklar Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunmasını güçleştirdi. Geçtiğimiz yedi yıl boyunca temelde iki olgu Suriye’nin toprak bütünlüğüne yönelik tehdit yarattı: Çatışan tarafların yaptığı taktik manevralar ve stratejik hamleler ile bölgedeki önemli aktörlerin Suriye’de izlediği strateji.

 

Çatışan tarafların yaptığı taktik manevralar ve stratejik hamleler

Çatışmaların büyümesinden sonra çözülmeye başlayan Suriye hükümeti, elindeki insan kaynağının yetersizliği, Sünni Arap bölgelerinde tutunmanın güçlüğü ve muhaliflerin artan etkinliği nedeniyle 2012 ortalarında stratejisini tüm ülkeyi korumaktan belli bölgelere odaklanmak biçimde değiştirdi. Başta Başkent Şam olmak üzere kendisi için hayati konumda bulunan yerleşim merkezlerine çekilerek, elindeki kaynaklarla orantılı bir savunma stratejisi izlemeye başladı. Böylece Halep, İdlib, Rakka, Deyr ez-Zor, Hama, Humus ve hatta Dera kırsalında kontrolü yitirmesine rağmen şehir merkezlerini uzun süre kontrol altında tutabildi. Bu strateji değişikliğinin ilk ciddi yansıması, Suriye’nin kuzeyinde Kürtlerin çoğunlukta olduğu bölgelerde ortaya çıktı.

Sonradan ortaya çıkan gelişmelerin de gösterdiği gibi Temmuz 2012’de Şam Yönetimi tamamıyla anlaşmalı bir biçimde PYD’nin kontrol altına alabileceği yerlerden çekildi. Bunun hemen sonrasında ise PYD bu bölgelerde kantonlar ilan etti. Rejimin buradaki temel mantığı, PYD'nin örgütlenme açısından zayıf olması ve kendisiyle ittifak yapmaması halinde muhalifler tarafından ortadan kaldırılacağıydı. Bu nedenle kritik bölgelere yoğunlaşabilmek için PYD ile ittifak halinde kuzeydeki bazı yerleşim merkezlerinden çekildi. Böylece muhalifler rejimle savaşırken diğer yandan enselerinde PYD’nin varlığını hissediyorlardı. Bu süreçte rejimin kademeli olarak Rakka, Deyr ez-Zor ve İdlib gibi yerlerde de kırsal alanları terk ettiği ve şehir merkezlerine odaklandığı görüldü. Ancak bu durum muhalefeti yavaşlatsa da İdlib ve Rakka’nın orta vadede rejimin elinden tamamen çıkmasın neden oldu. (Deyr ez-Zor’da kırsalı kaybetse de merkezde varlığını sonuna kadar sürdürdü).

Ancak son altı yılda bu bölgelerde çok önemli bir dinamik ortaya çıktı. Rejimin çekildiği bölgelerde hiçbir güç uzun süreli olarak varlığını koruyamadı. Muhalifler ittifak yaparak 2013 başlarında Rakka’yı ele geçirseler de şehir 2014 başında IŞİD'in kontrolüne geçti. Aynı yılın sonlarında IŞİD’in saldırılarıyla PYD kendi kontrolündeki yerlerin çoğunda denetimi kaybederken ABD’nin desteğiyle 2015 ortalarında neredeyse tamamını geri aldı. Daha sonra PYD, IŞİD’in muhaliflerden aldığı diğer bölgelere doğru ilerledi. Benzer örnekler pek çok yerde tekrarlandı. Özetle, şu an hâlâ Şam’ın kontrolünde olmayan yerlerin büyük kısmı son birkaç yılda birden çok kez başka grupların kontrolüne geçti. Bu durum yerel halkın sadece merkezle olan ilişkinin kopmasına neden olmadı; aynı zamanda aradan geçen zaman içinde kendi kendisini idare etmesine uygun bir sistem geliştirmesini de engelledi. Yıllardır temel ihtiyaçlarını dahi karşılamakta güçlük çeken sıradan insanlar, yaşam şartlarının ağırlığı nedeniyle pek çok yerde güçlünün yanında olan, kısa süreli beklentilerle yaşamını sürdürmeye çalışan bir anlayış geliştirdi.

Çatışma sırasında tarafların sıkça başvurduğu diğer bir hamle ise demografik yapıyı değiştirmek oldu. Yoğun iç ve dış göç demografik yapıyı ülke genelinde değiştirdi. Şam Yönetimi, PYD ve bazı bölgelerde IŞİD ele geçirdikleri yerlerde köklü demografik değişikliklere neden oldu. Bu demografik değişiklikler sadece milyonlarca Suriyelinin ülkelerinin dışına çıkmak zorunda kalmalarıyla sonuçlanmadı. Ülke içinde çok yoğun bir yer değiştirme yaşandı. İnsanlar ya bölgeyi ele geçiren grupların zorunlu hale getirdiği nedenlerle ya da kendilerini daha güvende hissetmek için yaşadıkları yerleri değiştirdiler. Bu durum, özellikle kırsal alanda yaşayan Suriyelilerin toprakla bağının kopmasına neden oldu ve göçü muhtemelen kalıcı hale getirdi. Her ne kadar yerel aidiyetlerin yitirilmesi millet olma bilincini kısa sürede ortadan kaldırmasa da, geri dönüş ümidinin yitirilmesi ve iç savaşın etnik / mezhepsel bir karaktere bürünmesi, toplumu bir arada tutan bağları öylesine kopardı. Bu nedenle Suriye halkının tek bir çatı altında yeniden bir araya getirmek gerçekten çok güç olacak.

 

Bölgedeki Önemli Aktörlerin Suriye’de İzlediği Strateji

Dış etkenlerin Suriye’nin toprak bütünlüğü üzerindeki etkisi de en az iç etkenler kadar önemli olduğu söylenebilir. Rusya’nın 2015 Sonbaharında sahaya inmesiyle birlikte Suriye’de butik bir devlet kurma niyetinde olduğu sıklıkla seslendiriliyordu. Suriye’nin bir daha tek bir hükümetin idaresine giremeyeceği inancının uzantısı olan düşüncelerin tartışıldığı günlerden bu yana yaklaşık 2,5 yıl geçti. Bugün Esad Yönetimi ülkenin %50’sinden fazlasını kontrol ediyor. Belki yakın zamanda kontrol ettiği yerleri artıracak ama hâlâ kimse Suriye’nin bir arada kalacağından emin değil. Peki neden?

Öncelikle, ABD’nin Suriye’de izlediği politika, ülkede çok derin bir yarık oluşturdu. Ülkenin kuzey doğusunda PKK/PYD’nin güdümünde ortaya çıkardığı yapı, şu an için ileri üs noktası olarak görünse de 1990’ların başında Irak’ta yaşananları hatırlatan özelliklere sahip. PYD, Afrin’i kaybetse dahi Fırat’ın doğusundaki alanda ABD’nin desteğiyle kurulan yapının Suriye’nin geleceği açısından bütünleştirici bir etkisi yok. Tersine bu bölge ABD’nin IŞİD’den koruduğu ve kurtardığı bölge olmanın ötesinde bir devlet inşa etme sürecinin tüm adımlarının atıldığı bir alana dönüştürülmeye çalışılıyor.

Üstelik, tarihsel örnekler dikkate alındığında çok önemli bir boyutun atlandığı görülebilir. Rejim muhalifi birçok grup için Suriye’nin ülkesel bütünlüğü tartışılmaz olarak korunması gereken bir öncelik niteliğinde. Yani muhaliflerin çoğunun sorunu, Suriye devletiyle değil onun rejimiyle. Oysa, PYD, rejime “alternatif bir yönetim” geliştirme iddiasının ötesinde yaşayabilmek için gerekli su ve enerji kaynaklarına sahip olma arzusunda ve bölgede yarattığı demografik değişikliklerle nüfus olarak yetersizliğini telafi etmeye çalışan bir “ülke” inşa etme arayışında. Bu yapı ister Akdeniz’e çıksın isterse sınırlı bir alanda kapalı kalsın, Suriye devleti zayıf olduğu sürece kabul edecek, ancak uzun vadede başka arayışlara yönelecek bir kurgu olduğunu düşündürüyor.

Benzer bir biçimde Rusya da Suriye’deki toprak bütünlüğünü koruma yönünde olduğu iddiasında. Fakat, halkın rejimi kabul etmediği her noktada insanlık dışı bir güç kullanımıyla boyun eğdirilen sivillerin o ülkeye ve topraklarına ne kadar bağlı kalacağı sorgulanmalı. Suriye rejimi, ilerlemeye devam ediyor. İdlib, Afrin, Münbiç, Deyr ez-Zor derken dikkatlerden kaçan Doğu Guta’da yaşanan vahşetin arkasından gelecek “zafer”, Suriye’de insanların ülkeye daha fazla bağlılık duymasını mı sağlayacak? Bu soru yanıtlanmadan Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması pek de kolay olmayacaktır.

İran ve Suudi Arabistan’ı da unutmamak gerekiyor. Çünkü, Suriye’nin bugünkü parçalanmışlığının en önemli nedenlerinden birisi bölgede bu iki devlet arasındaki jeopolitik güç mücadelesinin Suriye’ye taşınması oldu. İç tutunumlarını sağlamlaştıramamış; bu nedenle sürekli çatışmaya ihtiyaç duyan İran ve Suudi Arabistan’ın vekilleriyle birlikte Suriye’yi hesaplaşma sahasına çevirmesinin Suriye’nin toprak bütünlüğü üzerindeki zayıflatıcı etkisi yadsınabilir mi? Farklı ülkelerden Suriye’ye taşıdıkları kişilerle oluşturdukları milis gruplarını bu ülkede savaştıran bu iki devletin Suriye’de zayıf bir yapıdan öteye bir istekleri olduğunu söylemek zor.

Son olarak dünyanın önde gelen devletlerinin liderliğini yaptığı diplomatik girişimler de Suriye’nin toprak bütünlüğü üzerinde tehdit unsuru oluşturuyor. Suriye’yi yıllar önce terk etmiş ve belki de hiç geri dönmeyecek “dış muhalefet” ile “muhalefet gibi görünen” içerideki grupların hazır bulundukları toplantılardan ne kadar sonuç çıkabilir. Ülkeyi yönetmek kadar içinde yaşamaya da hazır olanların temsil edildiği toplantılarda karar çıkmadıktan sonra kâğıt üstündeki en iyi planın dahi işe yaramayacağını anlamak için Irak örneği yeterli olmadı mı?

Suriye’nin toprak bütünlüğüne sorun teşkil eden faktörler savaşın yürütülmesinden ve Suriye’nin bir güç mücadelesi alanına dönüştürülmesinden kaynaklanıyor. Böyle bir ortamda Zeytin Dalı Operasyonu’nun Suriye’nin toprak bütünlüğüne zarar vereceğini düşünmek çok da mantıklı değil. Suriye’nin toprak bütünlüğü diğer aktörler için de gerçekten önemliyse ortak mekanizmalar ve çözüm yolları geliştirerek, halkın taleplerini gözeten demokratik bir Suriye şart. Aksi taktirde Suriye hem kendisi sorunlarla boğuşan hem de sorunun kaynağı olarak kalmaya devam edecektir.