Suriye'de İnsani Krizin Engellenmesi için NATO Üyeleri Birlikte Çalışmalı

24 Kasım 2018'de Esad yanlısı güçler İdlib'in doğu kırsalında, Cercanaz’ı bombaladı. Rejim ağır top atışları ile el-Hansa okulundaki çocukları hedef aldı ve 7 öğrenci ile 2 kadın hayatını kaybetti, onlarca kişi de ciddi şekilde yaralandı. Cercanaz bombalanması Soçi Anlaşmasının hükümlerine yönelik ilk ihlal değil. Yerel kaynakların aktardığına göre, Esad yanlısı güçlerin anlaşmaya rağmen gerçekleştirdikleri ihlallerin sayısı 129’u bulurken, silahtan arındırılmış bölgelerde operasyonlar düzenlenmeye devam etti. Bu durum Soçi anlaşmasını risk altına sokmaktadır.

Esad yanlısı güçlerin devam eden ihlalleri, İdlib ve komşu bölgelerdeki sivilleri korumak amacıyla sürekli bir anlaşma ihtiyacını beraberinde getiriyor. Bu anlaşma, NATO üyeleri, özellikle de Türkiye ve Avrupa hükümetlerinin, Rusya ve İran üzerinde iç savaşın başlamasından bu yana Suriye'deki en büyük insani krizi önleme ve siyasi çözüm sürecini canlandırma konusunda baskı uygulaması yoluyla mümkün olabilir.


İdlip’de sivilleri korumak için Soçi Anlaşması

Suriye iç savaşının başladığı 2011 yılından yaklaşık sekiz yıl sonra, Esad rejimi Mayıs 2017 tarihinde gerçekleşen beşinci Astana görüşmelerinde “çatışmasızlık bölgeleri” olarak ilan edilen üç bölge dahil olmak üzere Suriye'deki birçok alanı ele geçirdi. Bu üç bölge; 180.000 sivilin yaşadığı Rastan ve Talbiseh; yaklaşık 690.000 sivil nüfusu ile Doğu Guta ve yaklaşık 800.000 sivil nüfusu olan Dera ve Kuneytra vilayetlerinin parçalarıdır. Birkaç rapora göre, İran milisleri ve Rus hava saldırılarından destek alan Esad yanlısı güçler ciddi sayıda sivilin yaralanmasına ve ölümüne neden olacak şekilde varil bombaları ve klor gazı kullandı. Dahası, bombalamalar bu şehirlerin boşaltılmasına ve dolayısıyla kuzeybatı Suriye'de yer alan ve dördüncü çatışmasızlık alanı olarak ilan edilen İdlib'e doğru yeni mülteci dalgalarının oluşmasına neden oldu.

Yüz binlerce insana ev sahipliği yapan İdlib ve komşu şehirler Ağustos 2018'e gelindiğinde yaklaşık 3.867.663 kişinin yaşadığı yoğun nüfuslu bir yerleşim haline geldi. Şehrin aynı zamanda Esad kuvvetlerinin bir sonraki hedefi olması bekleniyor.

Bu bağlamda, Türkiye'nin önemli diplomatik çabaları ile ABD ve başta Almanya ve Fransa olmak üzere Avrupa ülkelerinin Esad rejimine yaptığı uyarıların yanı sıra Türkiye ve Rusya arasında yeni bir mülteci akınını önlemek için 17 Eylül'de ile bir anlaşma imzalandı. Rusya'nın Karadeniz kıyısında yer alan Soçi şehrinde imzalanan anlaşma Esad yanlısı güçler ile İdlib'deki Suriyeli fraksiyonlar arasında askerden arındırılmış, 15 ve 20 kilometrelik bir tampon bölgenin oluşturulmasını amaçlayan düzenlemeler öngörmektedir.

Suriyeli grupların çoğu anlaşmayı (dolaylı ya da doğrudan bir şekilde) kabul etmiş ve 10 Ekim 2018 tarihine kadar ağır silahlarını askerden arındırılmış bölgeden çekmeye razı olmuştur. Öte yandan, radikal grupların bir kısmı Türk baskısı altında Ekim’in ortalarına kadar bölgeyi terk etmek durumunda kalmıştır. Ancak bu adımın tam olarak hayata geçirilmesinin önünde bazı zorluklar söz konusudur. Bununla birlikte Esad yanlısı güçler, muhalif gruplara ait kontrol noktalarına karşı operasyonlarının yanı sıra, ateşkes bölgesindeki sakinlere yönelik saldırılarını sürdürmektedir.

Ağırlıklı olarak İran Devrim Muhafızları tarafından desteklenen Esad yanlısı milislerden oluşan güçler en kritik operasyonu 9 Kasım'da gerçekleşmiştir. Bu kuvvetler, Zallakat kontrol noktasına saldırmış ve anlaşma şartlarını yerine getirmiş olan yüzlerce gruptan biri olan İzze Ordusu’na bağlı 20 savaşçıyı öldürmüştür. Bu da, nihayetinde istenmeyen tepkiler uyandırmış; bazı silahlı gruplar, Esad karşıtı güçlerin mevzilerini hedef alan sınırlı operasyonlar gerçekleştirmiştir. Bu durum, Soçi anlaşmasını kabul eden grupları eleştiren, onları şehit kanına ihanetle suçlayan ve siyasi bir çözümün olmadığının, ancak silahlı çözümün olduğunun altını çizen radikal grupların söylemini destekler nitelikte bir olaya dönüşmüştür. Bu ise, bombalama ve hava saldırıları sonucunda daha fazla sivilin ölümünü ve yaralanmasını beraberinde getirmiştir. Sonuç olarak anlaşmanın geçerliliği hakkında kuşkular oluşmuştur. Bunun, diğer çatışmasızlık bölgelerinde olduğu gibi, İdlib’i de rejime “vermek” için sadece bir adım olduğu yönünde söylentiler söz konusudur.

Siyasi çözüm için İstanbul zirvesi desteklenmeli
Soçi Anlaşması, uluslararası toplumun nefesini tuttuğu bir anda Suriye'deki siyasi çözümün güçlendirilmesine yönelik başarılı bir adım olarak görülüyordu. Anlaşma, Avrupa’nın, Esad güçleri ile İran ve Hizbullah milislerinin İdlib’e dönük büyük çaplı bir askeri harekat başlatmasını engellemek için Rusya’ya yaptığı baskıların yanı sıra yoğun Türk çabalarının bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Nitekim Soçi anlaşması, milyonlarca Suriyelinin kendi şehirlerini terk etmek durumunda kaldığı ve Suriye'den başka kaçacak yerleri olmadığı göz önüne alındığında, büyük bir katliamı ve Türkiye sınırlarında belirecek muazzam mülteci dalgalarını engellemiştir. Aynı zamanda, döviz krizinden yavaş yavaş toparlanmaya başlayan Türkiye’nin omuzlarında hali hazırda yaklaşık 3,5 milyon Suriyelinin sorumluluğu vardır.

Bu bakımdan Soçi anlaşmasının sürdürülebilirliği sadece Türkiye'nin değil, uluslararası toplumun sorumluluğunda olmalıdır. Esad yanlısı güçlerin, Suriye devrimcileri ve silahlı kuvvetlerinin son kalesi olan İdlib ve komşu bölgelerdeki askeri saldırılarının yankılarının birkaç gün içinde sonlandırılmayacağını ve maliyetin her düzeyde yüksek olacağını söylemeye gerek yok. İdlib bölgesi, farklı siyasi geçmişlere sahip 50,000'den fazla savaşçı için bir merkez haline geldi. Bu durum, Esad yanlısı güçler ile Suriyeli silahlı gruplar arasında açık silahlı çatışmaların çıkması durumunda, İdlib’de en derin insani felaketin kaçınılmaz olduğu anlamına geliyor. Aynı zamanda İdlib, iç savaşın küllerinden yeniden inşa edilen Suriyeli sivil toplum örgütlerinin ve aktivistlerin çekirdeğini oluşturuyor. Dolayısıyla, eğer geniş çaplı askeri gerilim devam ederse, altyapı yok olur ve Avrupa, ABD ve Türkiye tarafından harcanan tüm yatırımlar tamamen boşa gidebilir.

Durum, uçurumun içine düşülmesini önlemek için Türkiye ile NATO müttefikleri arasında yakın bir koordinasyon gerektiriyor. Türkiye ile Avrupalı ortakları arasındaki ilişkilerde son zamanlarda kendini gösteren iyileşme, Suriye'deki çatışmayı yönetmede ortak bir anlayışın geliştirilmesini beraberinde getirmelidir. Süreci BM Güvenlik Konseyi'nin 2254 sayılı kararı ve Cenevre’de varılan mutabakat yönlendirmelidir.

Bu durum aktörlerin aynı zamanda Suriye dışındaki konulardaki farklılıklarının ötesine geçmeyi ve Suriye'deki siyasi çözüme yönelik politikalarını, tutumlarını ve eylemlerini yakından koordine etmeyi gerektirir. Aslına bakarsanız, Esad ve Rusya ile aktörlerin ayrı ayrı görüşmeleri ve birbirlerinden bağımsız bir şekilde adımlar atmaları, her iki tarafın da elini zayıflatıyor. Aslında, bu durum gerek Türkiye’ye gerekse Avrupa’ya Esad’la ilişkileri normalleştirme ya da en azından politik geçişler ve tabii nihai çözüm olmadan yeniden yapılandırma programını finanse etmeyi kabul etme noktasında baskı uygulayan Rusya’ya karşı da ellerini zayıflatıyor.

Suriye’deki bazı bölgeleri askeri operasyonlarla yeniden ele geçirmek, Esad'a bu bölgeler üzerinde gerçek bir kontrol sunmamaktadır. Esad'in kurmaya teşebbüs ettiği “faydalı Suriye” istikrarlı olmayacak ve hali hazırda büyük sorunlarlarla boğuşan bölgeye barış getirmeyecektir. Esad’ın kontrolü, ayaklanmanın itici güçleri varlıklarını devam ettirdikleri müddetçe oldukça hassas kalmaya devam edecektir. Aynı şekilde, Rusya’nın Suriye’nin yeniden yapılanma planını finanse edecek gücü yoktur; Avrupa olmadan bunu yapamayacaktır. Dahası, Rusya, askerden arındırılmış bölgelerdeki gözlem noktalarını çoktan sağlamlaştırmış olan Türkiye ile bir çatışmayı göze almayacaktır. Bu bağlamda, başta Almanya ve Fransa olmak üzere Avrupa ile Türkiye’nin siyasi süreci yeniden canlandırma ve Astana garantörlerine, yani Rusya ve İran'a, Suriye’deki siyasi çözüme bağlı kalmaları noktasında baskılarını yenilemeleri noktasında birlikte uyum içinde çalışmasının zamanı gelmiştir.

Bu maksatla, 27 Ekim'de gerçekleşen İstanbul Zirvesi, başta Türkiye, Almanya ve Fransa olmak üzere NATO ortakları arasında bu derece yakın bir koordinasyonun ilk adımı olarak değerlendirilmelidir. Bu süreç ABD'yi de kapsayacak şekilde genişletilebilir. İstanbul Zirvesi Cenevre görüşmelerinin bir devamı olarak görülmeli ve İdlib odaklı Soçi anlaşmasının İdlib'i koruyan ve Suriye’de bir çözüme ulaşmayı, siyasi süreci canlandıran kalıcı bir anlaşmaya dönüştürmeyi hedefleyen bir adım olarak ele alınmalıdır. Aynı zamanda, Türkiye-Avrupa cephesi ve Rusya'nın temsilcileriyle birlikte Suriye’de çatışan tarafların siyasi temsilcileri arasında belirli bir zaman çerçevesi olan, anayasa komitesinden başlayıp seçimlerle sona erecek ve Esad'ın yerine mutabakatçı bir kişinin gelmesinin de ele alınacağı çeşitli konularda ciddi müzakereleri de içermelidir. BM’nin Suriye Özel temsilcisi olarak yeni bir kişiyi ataması (Geir Pedersen) ile birlikte, Türkiye-Avrupa cephesinin Suriye'de kapsamlı ve etkin olarak çalışmasına imkan tanımak için İstanbul Zirvesi ile başlayan siyasi çözüm yoluna ivme kazandırılması gerekiyor. Bu durum, Suriye'deki insani trajediye son verecek siyasi bir çözüme doğru geçişin önünü açabilir.