Terörle Mücadelenin Hassas Boyutları

Terörle mücadele dediğimiz süreç, zihinlerimizde genellikle silahla yürütülen mücadele süreci olarak zuhur etmektedir. Ancak terörle mücadelede silaha başvurmak, işin sadece bir boyutudur. Geriye kalan siyasi, ekonomik, diplomatik, sosyolojik ve psikolojik boyutlarını ihmal ettiğinizde, yürüttüğünüz silahlı mücadelede öldürdüğünüz terörist sayısı sadece istatistikten öteye geçmeyecek bir veri oluşturur ve size sadece askeri zafer getirecektir. Peki, bu noktada terörle mücadeleye nasıl bakmak gerekiyor?

 

Sosyal ve Psikolojik Yönü

Her terör örgütü, silahlı eylemleriyle karşısındaki devleti dize getiremeyeceğini çok iyi bilmektedir. Zaten amaç da topluma korku salarak, talep ettiği bazı şeylerin devlet tarafından hayata geçirilmesini sağlamaktır. Ancak devlet refleksinin güçlü olduğu toplumlarda, terör örgütlerinin böyle bir amaca ulaşması söz konusu değildir. PKK terör örgütü de 1984'teki ilk eyleminden bu yana silahlı mücadelesini sürdürmektedir. Binlerce güvenlik görevlisini şehit etmesine rağmen askeri açıdan zafer kazanması söz konusu değildir. Askerlik ve polislik gibi mesleklerin Türkiye'de önemli bir sosyolojik tabanının bulunması ve kutsal olarak görülmesinin yanı sıra, teröre karşı yürütülen mücadelede de şehitlik makamının bizatihi güvenlik görevlilerinin kendileri için büyük bir şeref olarak kabul edilmesi, silahlı süreçte PKK'nın Türkiye Cumhuriyeti’ni asla yenemeyeceğine dair ciddi bir psikolojik zemin oluşturmaktadır. Bu boyutun diğer bir yansıması da terörden ve terörle mücadele sürecinden etkilenen insanların sosyolojik ve psikolojik açıdan desteklenmesi sürecidir. Bu süreç üstünkörü ele alınabilecek ya da geçiştirilebilecek bir boyut da değildir.

 

Diplomatik Alan

Terör örgütleriyle yürütülen çözüm süreçleri/barış görüşmeleri oldukça kırılgan süreçler olarak karşımıza çıkmaktadır. Süreç boyunca yaşanan gelişmelerin, sürecin geleceğini etkilemesi noktasında önemli bir etkisi bulunmaktadır. Nitekim dünyadan da örneklerde görüleceği üzere çözüm için masaya oturan herkes masadan barış içerisinde kalkmış değildir.

 

2012 yılı, sahadaki yoğun askeri operasyonların ardından zayıf düşen PKK için çözüm sürecine yanaşmaktan başka bir şansının olmadığı bir dönemdi. Devlet, o zamanki süreçte oldukça taktik bir manevra ile süreci barışçıl yöntemlerle çözmeyi umarak masaya getirmiş ve terörle mücadelede stratejik bir kazanım elde etmek istemiştir. Ancak bölgesel arenada yaşananlar hem taktik hem de stratejik hedeflerin başarıya ulaşmasını engellemiştir.

 

Irak ve Suriye topraklarında önemli bir hareket sahası kazanan DAEŞ terör örgütünün ulaştığı güç ve kontrol ettiği alan, Suriye'nin kuzeyinden Irak'ın kuzeyine kadar olan alanda yaşayan Kürtleri tehdit etmeye başlamıştır. Akabinde ise Kürt Bölgesel Yönetimi’nin Irak'ın kuzeyindeki Kürtleri DAEŞ'e karşı korumak için Kobane/Ayn El Arab olarak bilinen bölgeye Peşmerge gücü gönderip müdahil olarak Suriye'deki Kürtleri kurtarıcı rolüne girişmesi, PKK'yı oldukça rahatsız etmiştir. Uzun zamandır taraflar arasında yaşanan çekişme, Kobane üzerinden Türkiye ile PKK arasındaki çözüm sürecine de bulaşmıştır. Çözüm sürecinde eleman ve silah açısından güçlenen PKK, DAEŞ tehdidi karşısında kendisini laik ve seküler olarak pazarlayıp, yükselen dini motifli terör tehdidi karşısında uluslararası aktörler açısından cazip bir araç olarak konumlanmayı hedeflemiştir. Bu pazarlama stratejisi nihayetinde destek de görmüştür. PKK'nın Suriye'deki uzantısı olan PYD'ye Batı ülkelerinden silah ve eğitim konusunda destek verilmesi çözüm sürecine yönelik dengeleri de değiştirmiştir. Ayrıca, yükselen DAEŞ tehdidiyle birlikte Suriye ve Irak topraklarındaki kaotik atmosferin daha da derinleşmesi, terör örgütlerine hem eleman hem de silah temin etme açısından eşsiz bir coğrafya sunmaya başlamıştır. Bu süreçten geri kalmak istemeyen PKK ise yaklaşık 2.5 yıllık sürenin ardından, Suruç'ta DAEŞ tarafından gerçekleştirilen ve 32 kişinin öldürüldüğü saldırı sonrasında eylemlerine tekrardan başlamıştır. Bu noktada görüleceği üzere, terörle sadece silahlı mücadele ya da masaya oturarak müzakere yürütmenin değil, terör örgütüne destek veren ülkelerle de diplomatik açıdan da mücadele yürüterek terör örgütünün yalnızlaştırılmasının önemli olduğu karşımıza çıkmaktadır.

 

Ekonomik Yüzü

Çözüm süreci dediğimiz ve akabinde muhtemel barışla sonuçlanması beklenen süreç sadece PKK'nın silah bırakmasından ibaret bir süreç değildi. PKK'lı teröristlerin silah bıraktıktan sonra Türkiye'ye geri dönüşü ve ekonomik olarak istihdamlarının yanı sıra, toplumla olan ilişkileri ve psikolojik durumlarının da derinlemesine analiz gerektirdiği ortadadır. Çözüm sürecinde bölge halkının ekonomik açıdan rahata kavuşması sağlanmışken; PKK, bölgedeki Kürt halkının ekonomik kazanımından ve Suriye'nin kuzeyinden Irak'ın kuzeyine uzanan alandaki kendi ekonomik faaliyetlerinin azalmasından rahatsızlık duyarak silaha sarılmayı tercih etmiştir. Hem Güneydoğu'da yaşayan Kürtlerin ekonomik refaha kavuşması hem de DAEŞ karşısında kaybettiği alan neticesinde iki cephede savaş yürütmeyi seçerek kaotik atmosferin sağladığı ekonomik ranttan pay elde etmek istemektedir. Bölgesel süreçte yaşanan son gelişmeler ekseninde İran'a yönelik ambargoların kaldırılmasını da dikkate alacak olursak, ekonomik daralma yaşayan Kuzey Irak yönetimin içine düştüğü durumdan da, Türkiye'nin terör sorunu ile tekrardan karşı karşıya kalmasından da en çok mutluluk duyan devletin İran olduğunu göz ardı etmemek gerekir. Bu yüzden, terörle mücadele süreci yürütülürken bölgesel gelişmelerden uluslararası dengelere, ekonomiye, sosyolojiye ve psikolojiye kadar uzanan boyutların dikkate alınması, sürecin başarısı için önem arz etmektedir.

 

 

* Bu yazı “Terörle Mücadelenin Hassas Boyutları” başlığıyla  Yeni Şafak internet sitesinde yayınlanmıştır.