Trump-Putin Zirvesi ve Ortadoğu’ya Yansımaları

Helsinki’de 16 Temmuz 2018 tarihinde gerçekleştirilen ve tüm dünyada büyük ilgi ile izlenen Trump-Putin Zirvesi mevcut uluslararası sistemin dinamiklerinde önemli bir değişim yaşandığı/yaşanacağı tartışmalarını başlatmıştır. Zirvenin NATO zirvesini ve Trump’ın İngiltere ziyaretini takip etmesi ve Moskova’da yapılan Dünya Kupası atmosferinde gerçekleşmesi tartışmaların boyutlarını çeşitlendirmektedir. Öncelikle bu zirve, iki süper güç Rusya ve ABD liderlerinin en son 1997 yılında yapılan Clinton ve Yeltsin Helsinki zirvesinin ardından 21 yıl sonra gerçekleştirdiği ilk ikili zirve olması hasebi ile gerçekten önemlidir. 1990 Helsinki Bush-Gorbaçov Zirvesi ile Soğuk Savaş dönemi sona ererken, 1997’de gerçekleştirilen Helsinki Zirvesi ile ABD tarafından ABD-Rusya ilişkilerinin geliştirilmesi doğrultusunda NATO’nun hareket alanını genişletmek hedeflenmiştir. Başka bir ifade ile ABD rakibini kendi yanına çekerek rakibine üstünlük sağlama stratejisi uygulamıştır. 16 Temmuz zirvesi de Trump’ın Rusya ile anlaşma girişiminde paralel bir eğilim göstermiştir. Bugün Trump’ın Helsinki Zirvesi ile son yıllarda yeniden tırmandığına şahit olduğumuz soğuk savaş rüzgârını yumuşatmak ve bu şekilde Rusya’yı bazı ortak politikalar üzerinde anlaşarak kendi tarafına çekmek ve böylece ABD çıkarları önündeki Rusya tehdidini bertaraf etmek girişiminde bulunduğunu okumaktayız. Nitekim Ortadoğu’da özellikle Suriye merkezli gelişmeler karşısında ABD’nin İsrail çıkar ve güvenliğine karşı önemli bir tehdit teşkil Rusya-İran-Türkiye blokunun durdurulması için, Suriye politikasında Rusya ile anlaşarak Rusya’yı kontrol altına alma stratejisi uygulanmıştır. Helsinki Zirvesinde masaya yatırılan temel mesele Ortadoğudur ve Suriyedeki gelişmeleri yönlendirmek ve bu doğrultuda özellikle Suriyedeki Rusya destekli İran varlığının önünü almak hedeflenmiştir.[1] Zirve’de görüşülen Kuzey Kore gibi diğer bir takım çatışmalı konular taraflar arasında tali alanlar olarak kalmıştır.  

Gerçekten Helsinki Zirvesi ile batı ve Rusya kutuplaşması sona erdirilmek mi istenmiştir? Yoksa bu zirve Trump’ın spesifik bir alanda acil önlem alınması gereken bir meselenin yoluna girmesi için attığı stratejik ve pragmatik bir adımdan mı ibarettir sorusunun cevabı bu zirvenin arka planını ortaya koyabilecektir. Zirve öncesi Amerikan medyasında Rusya’nın ABD başkanlık seçimlerine müdahale ettiği iddiaları yoğunlukla ön plana çıkmış ve bu konuda zirve kapsamında Trump’ın Putin’le görüşmesinde bu konuyu ele alması beklentisi yaygınlıkla ortaya konmuştur. ABD seçimlerinden bugüne kadar devam eden Rusya karşıtı tartışmalara karşı Trump durumu inkâr eden veya Rusya’yı savunan bir yaklaşım sergilememiş olmasına rağmen zirve sonunda yapılan basın toplantısında Trump Amerikan istihbaratı bilgilerinin aksine Rus istihbaratı bilgilerinin doğruluğunu tasdikleyerek, Rusya’nın başkanlık seçimlerine müdahalesini inkâr etmiştir. Bu davranış Trump’ın zirvede varılan uzlaşma potansiyelini riske etmek istememesi olarak yorumlanabilir. Amerikan ve Avrupa kamuoyunun zirve öncesi Rusya’nın Kırım ilhakı ile Ukrayna üzerindeki ihlallerini yoğunlukla gündeme getirmesi ve zirve öncesi protestolar Batı-Rusya kutuplaşmasının tırmandırılmak istendiğinin işaretleridir. Zirvenin hemen öncesinde İngiltere’de son olarak bir Rus çiftin Rusya tarafından zehirlendiği iddialarına dayalı olarak gelişen Rusya aleyhtarlığı doğrultusunda İngiltere’nin Rusya ile çatıştırılmak istendiği görülmüştür. Hatta Trump’tan Putin’le görüşmesi sırasında bu konuya değinmesi istenmiştir. Dolayısıyla Transatlantik blok Rusya lehine bir yumuşama eğilimi göstermemektedir. Trump’ın NATO zirvesinde Brüksel’de Almanya’yı Rusya’nın elinde esir olmakla ağır bir dille suçlaması şaşkınlıkla karşılanırken, aslında Trump’ın Rusya karşıtı bir söylem kullanması dikkat çekmektedir. Diğer taraftan Trump’ın Almanya’ya bu kendi tarzındaki yüklenmesinin, Merkel’in İran Nükleer Anlaşmasının arkasında olduklarını açıklamasının hemen akabinde gerçekleşmesi düşündürücüdür. Merkel-Trump görüşmesinin ardından Trump bu konuda Merkel’den rahatlatıcı açıklamalar dinlemiş olmalı ki kısa sürede Almanya’yı iyi bir ortak olarak tanımlamıştır. Aynı şekilde, Trump’ın zirve öncesinde Avrupa Birliği aleyhinde verdiği ağır içerikli ve AB’yi “düşman” olarak nitelediği demeçler de aslında uzun vadeli bir politikayı değil fakat Avrupa’nın İran Nükleer Anlaşmasına verdiği desteğe gösterdiği bir tepki olarak yorumlanabilir.

Helsinki Zirvesi öncesinde gerçekleştirilen bir takım diplomatik girişim Zirve ajandasını netleştirecek alt yapı hazırlığı mahiyeti taşımaktadır. İsrail Başbakanı Natenyahu’nun Moskova ziyareti bu diplomatik girişimlerin en göze çarpanı olmuştur. NATO zirvesine yoğunlaşmış olan gündeme çok fazla yansımayan Natenyahu-Putin görüşmesi sonucunda, Haaretz kaynakları İsrail ve Rusya arasında Suriye konusunda gizli bir anlaşma yapıldığını duyurmuştur. Buna göre Rusya İsrail’in talebi olan İran’ın Suriye’de etkisizleştirilmesi konusunda, İran’ı İsrail sınırından uzak tutacağı sözünü verirken karşılığında İsrail Beşar Esed’in ülkenin güneyinde kontrolü ele geçirme çabalarına engel olmayacağı garantisini vermiştir. Bu görüşmenin akabinde Natenyahu “Esed’e karşı bir problemimiz yoktur” açıklamasını yapmış ve Suriye’de asıl problemin İran ve Hizbullah olduğunu ifade etmiştir. Diğer taraftan Suriye’de ki hareketlilik İsrail’in Suriye’yi bombalaması hafta boyunca devam etmiştir. İsrail’in Suriye’yi kontrol altında tutma isteği güvenlik çıkarları için önceliklidir. Bu görüşmeden sonra yapılan Trump-Putin görüşmesinde İsrail-Rusya anlaşması meyvesini vermiş ve bu konuda sağlanan uzlaşma Trump tarafından “Putin ile biz gerçekten büyük bir adım attık, özellikle İsrail konusunda, Suriye ve İsrail çatışmalarını önleme konusunda… İsrail için güvenli bir ortam yaratmak ikimizin de görmeyi istediği bir tablo” şeklinde ifade edilmiştir. Zirvenin Trump’ı memnun edecek gelişmelerle sonuçlandığı ve aynı zamanda Rusyanın elini güçlendirdiği ortadadır. Ancak müzakerelerin hangi kozlar üzerinden yapıldığı ve ne şekilde bölgeye yansıyacağı zaman içinde netleşecektir. Ayrıca Rusya’nın İran’da gerçekleştirmeyi planladığı petrol ve doğal gaz yatırımları İran’ın belini doğrultması noktasında İsrail için tehdidin büyümesi anlamına gelmektedir ki bu noktada da ABD-Rusya işbirliği çerçevesinde İran’ın kuşatılması kolaylaşacaktır. Suriye’de Rusya-İran-Türkiye ittifakı kapsamında gelişen dengeler İsrail için tehdit kaynağını güçlendirmektedir ve bunu aşmanın tek yolu Rusya ile anlaşmaktan geçmektedir. Türkiye’nin Suriye’deki kendi sınır güvenliğini terörden korumaya yönelik varlığı da aynı strateji ile Türkiye’yi daha fazla Rusya’ya yakınlaştırmamak için ABD tarafından desteklenmiştir. ABD-Rusya anlaşması doğrultusunda bugünlerde Suriye’de Esed’in konumunu güçlendirecek şekilde düzenlemeler yapıldığına şahit olmaktayız. Suriye’deki Beyaz Baretliler (White Helmet) üyelerinin uzun süre sonunda mahsur kaldıkları Dera’dan tahliye edilmesi ve İsrail üzerinden Ürdün’e geçişlerinin sağlanması, İsrail ve Esed rejimi anlaşmasının sonucu olarak yorumlanmaktadır. Amerikan iç siyasetinde ortaya konulan büyük rahatsızlığa rağmen, Trump-Putin bölgesel işbirliğinin işlerliğine dair gelişmeler ve ikinci bir Trump-Putin zirvesinin planlanması gündemdedir.

Sonuç itibari ile Donald Trump aslında ABD politikalarında bir kayma olarak değerlendirilebilecek makro değişimler peşinde olmayıp, sadece belli politika öncelikleri doğrultusunda pragmatik adımlar atmakta ve bunu diğer ülkelerle olan ilişkilerine kendi tarzınca yansıtmaktadır. İkinci dönem ABD Başkanlığı hedefleyen Donald Trump’ın kişisel bir Ortadoğu politikası olmaması ve alanla ilgili önemli ölçüde bilgi ve altyapı eksikliğinin söz konusu olması paralelinde adaylık sürecinde İsrail çevreleri ve lobileri ile yaptığı anlaşmalar doğrultusunda Başkan Trump bugün Ortadoğu’da İsrail politikalarına olan bağlılığının dışına çıkmamaktadır. Trump’ın politikalarına bu zaviyeden bakmak aslında onların karmaşıklığından ziyade oldukça basit bir mantıkla sürdürüldüğünün görülmesini sağlayacaktır. Trump’ın uzun vadede yürüteceği Ortadoğu bağlantılı dış politika yaklaşımlarının merkezini “İsrailin güvenliği belirlerken, bu doğrultuda kısa vadeli, günü birlik, hatta gün içinde bile değişebilen tepkisel yaklaşımları onun genel politika yaklaşımını ortaya koymaktadır. ABD Suriye ve Irak’tan yavaş yavaş çekilirken, bölgede İsrail için güvenli bir ortam bırakmaya çalışmaktadır. Helsinki Zirvesi de aynı saiklerle planlanmış ve gerçekleştirilmiştir ki, sonuç olarak Suriye’de İran tehdidini engellemeye yönelik Rusya ile anlaşma sağlanması, bölge dinamiklerinin İsrail lehine çevrildiğinin göstergesidir.

          


[1] ABD-İsrail-SA-BAE İran karşıtı ittifakı hakkında detaylı bilgi için Bknz. Esra Çavuşoğlu, Ortadoğu’da Körfez’den Yönetilen Statüko İnşası, Orsam, 12.7.2018. http://orsam.org.tr/orsam/degerlendirme/14604?dil=tr