Tunus’ta En Nahda’nın Selefiler ile Zorlu Sınavı

Nebahat Tanrıverdi O Yaşar ORSAM Ortadoğu Uzman Yrd.
Derin bir dönüşüm süreci içerisinde olan Tunus’ta sular durulmak bilmiyor. Sol muhalefet partilerden Birleşik Milliyetçi Demokratik Parti lideri Şükrü Belaid’in öldürülmesinin ardından ülkede şiddet olayları ve protesto gösterileri artmış ve gerginlik tırmanarak devam etmişti. Uzun zamandır tıkanan üçlü koalisyon hükümetinin istifa etmesi de gerginliği yatıştıramadı. Ülkedeki siyasi aktörler arasında devam eden uzun görüşmelerin ardından nihayet Mart ayında yeni bir hükümet kurulabildi. Hatırı sayılır bir kısmı teknokratlardan oluşan yeni hükümetin gündemi oldukça yoğun ve seçimlere kadar zorlu görevleri yerine getirmesi bekleniyor. Ekonomik sorunlardan güvenliğe, anayasa gibi temel yasalardan seçimlerin gerçekleştirilmesine kadar uzun bir listenin masada durduğu bu zor süreçte yeni koalisyon hükümetini zor durumda bırakan bir diğer unsur ise ülkedeki Selefi gruplar.
 
Radikal söylemleri ile dikkat çeken Selefi gruplar, çoğulcu siyasi zemini tehlikeye atmakta ve merkez ve sol siyasi grupları tedirgin etmekteler. Ancak ülkede en çok Tunus’taki hükümet ve geçiş sürecinin en önemli aktörlerinden biri olan En Nahda’yı zor durumda bırakmaktalar.
 
En Nahda bölgedeki diğer Müslüman Kardeşler partilerinden oldukça farklı bir profil sergiliyor ve geçiş döneminde diğer siyasi aktörlerle kurduğu ittifaklar ile de bu duruşunu güçlendiriyor. Mısır’daki süreçte Müslüman Kardeşler, Selefi gruplar ile yakın ilişkiler kurarken Tunus’ta En Nahda kendini muhafazakar merkez siyasette konumlandırmakta. Bu nedenle de Selefiler’in yoğun eleştirine hedef oluyor. En Nahda ise Selefileri ülkede silahlanmayı yaydıkları ve siyasi istikrarsızlık yaymaya çalıştıkları yönünde suçluyor. Bu suçlamanın ardında ise ülkede yakın zamanda ortaya çıkan bir dizi gelişme yatıyor. Kısa bir zaman önce Tunus-Cezayir sınırında çıkan çatışmalar ve ülkenin kırsal kesiminde ele geçirilen silahların kaynağı olarak Selefi gruplar gösteriliyor.
 
2012 Eylül’ünde gerçekleşen ABD Büyükelçiliği saldırısı, Ensar El Şeria’nın önemli isimlerinden Ebu İyad (Seyfullah Bin Hüseyin) ile ilintilendirilmişti ve bu saldırı çerçevesinde aranmaktadır. Eylül saldırısının failleri olarak tutuklanan Beşir Golli ve Muhammed Bahti’nin açlık grevinde ölmesi üzerine Ensar El Şeria, En Nahda’ya yönelik söylemini açık tehdide dönüştürdü. 27 Mart’ta Ebu İyad (Seyfullah Bin Hüseyin) Facebook’tan yaptığı duyuruda En Nahda ile savaşacaklarını ve onu devireceklerini ilan etti. Bu tehdit ise Ensar El Şeria’nın doğrudan En Nahda’yı hedef aldığı ilk açıklama olması bakımından dikkat çekici.
 
Öte yandan Şükrü Belaid’in suikastını Jihadçı-Selefi bir milisin gerçekleştirdiği iddia edilmektedir. Öte yandan Şükrü Belaid’den önce de seküler bir parti olan Tunus’un Sesi (Nidaa Tunus) Partisi’nin koordinatörü Lütfü Lagued bir başka siyasi suikast saldırında hayatını kaybetmişti. Ancak siyasi suikastların ardındaki sis perdesini aralamak, siyasi çekişmenin gölgesinde kalmaya devam ediyor.
 
Selefi grupların dahil olduğu en açık eylemler ise üniversite kampüslerinin basılması, kafe ve restoranlara yapılan saldırılar ve Selefi polislerin devriye gezmeye başlaması gibi sosyal hayatta doğrudan karşılığı olan gelişmelerdir. 2012 yılında Selefi polislerinin, hicap ve örtü kontrolleri yapmaya başladığının duyulması hem ülkede şok etkisi yaratmış hem de karşı saldırıların gelmesine de neden olmuştu.
 
Fakat olaylar bununla sınırlı kalmayarak daha derin bir krize dönüştü. Selefi gruplar ülkedeki bazı polis karakollarına, ülkenin en köklü sendika konfederasyonu olan UGTT ofislerine, seküler ve sol partilerin binalarına saldırmaya başlayınca İçişleri Bakanlığı devreye girmek zorunda kalmıştı.
 
Kriz Grubu yayınladığı Tunus’ta şiddet ve Selefi sorununa ilişkin çalışma özellikle üç ana kriz noktasına vurgu yapıyor. Ülkede giderek tırmanan Cihatçıların odağında olduğu şiddet olayları, En Nahda’nın siyasal söyleminde dine bakışını tam olarak netleştirmemesi ve marjinalleşen sosyal tabakaların, özellikle de gençlerin giderek artması olarak sınıflandırılan bu üç ana sorun hem birbirini beslemekte hem de soruna yönelik atılacak adımların önünü kesmektedir.
 
Mali, Cezayir ve Libya’da etkinlikleri giderek artan Cihatçı grupların Tunus’u da etkisi altına aldığı görülüyor. Libya’da iktidar değişikliği devlet kurumlarını tamamen ortadan kaldırdığından ve yeni kurumların henüz tam işlev kazanmamasından ötürü özellikle sınır komşu ülkeler olmak üzere Kuzey Afrika Sahra altı ülkelerine istikrarsızlık yaydığı artık tartışılmayan bir olgu haline geldi. Yeni iktidar Libya’da sınır güvenliğini sağlamaya çalışsa da çöllerden oluşan ve savunmayı ve kontrolü kolaylaştıran doğal sınır unsurlarına sahip olmayan bu sınır bölgelerini kontrol etmek bir hayli güç. İktidar çekişmesi Bingazi ve Trablus gibi ana merkezlere yoğunlaştığından ötürü silahlı milisler ve merkeze bağlı birlikler ağırlıklı olarak bu merkezlere odaklanmakta ve kırsal kesimler ile sınır bölgelerinde etkin bir şekilde kontrolü sağlayamamaktalar. Cezayir ise son dönemde etkisi artan Mağrip El Kaidesi’nin gerçekleştirdiği rehine krizleri ile gündeme geliyor. Özellikle Kuzey Afrika ve çevresinde Cihatçıların ve Mağrip El Kaidesi’nin bağlantılı ağlar oluşturduğunu söylemek de mümkün. Bu genel çerçeve ise Tunus’ta özellikle kırsal kesimleri etkiliyor. Halk isyanlarının gerçekleştiği ve rejimin değişim yönünde zorlandığı geçiş dönemlerini yaşayan diğer ülkeler gibi Tunus’ta da devlet ortaya çıkan boşluğu tam olarak dolduramıyor. Ortaya çıkan güç ve otorite boşluğu ise işsizlik ve yoksulluk gibi faktörler ile bir araya gelerek radikal akımlar ve şiddet için daha elverişli bir ortam yaratıyor. Gene Kriz Grubu’nun yaptığı aynı çalışma bölgedeki Cihatçı ağın, Tunus’un kırsal kesimlerinde etkinliğini arttırdığını, okul ve hastane gibi temel bazı sorumlulukları üstlendiğini ve ekonomik faaliyetlerde de bu grupların giderek etkin hale geldiğini ifade ediyor.
 
Tüm bu gelişmelerin troika hükümetinin önemli ortağı En Nahda’yı daha çok tartışılan bir aktör haline getirdiği ise açık. Özellikle En Nahda, dine ve devlet ile olan ilişkisine dair yaklaşımı konusunda hala belirsizlikler olduğu yönünde eleştirilmektedir. Bu eleştirinin belki de en önemli sebebi parti içerisinde alt ve üst kadrolar arasındaki uyumun henüz tam olarak sağlanmaması yatmaktadır. Bin Ali zamanında yurtdışına çıkmak zorunda kalan liderlik kadrosunun 1980’lerden bugüne kadar geçen süre içerisinde daha ılımlı ve pragmatist bir yöntem ve söylem geliştirdiği görülüyor. Öte yandan yıllarca ülkede kalan ve ağır baskılar görmeye devam eden alt ve orta kadro ise daha militan özelikler taşımakta. İki grup arasında fikir ayrılıkları partiyi bölme ya da üst kadronun tavsiyesi noktasında olmasa da En Nahda’nın daha güçlü bir siyasi söylem ve faaliyet alanı oluşturmasına engel olmaktadır. Öte yandan bu durum En Nahda’yı daha fazla hedef haline getirmekte ve arada bırakmakta.
 
En Nahda bu nedenle üç yönlü baskı dalgaları ile yüz yüze kalmaya devam ediyor. Partinin alt tabanı liderlik kadrosunun hareket alanını kısıtlarken, liderlik kadrosu da alt kadroyu daha ılımlı ve pragmatik bir söylem konusunda ikna etmekte zorlanıyor. Çünkü alt kadrolar, kendilerinden boşalan yerin Selefiler tarafından doldurulacağı endişesi ile eksen kaydırmak konusunda daha da isteksiz hale gelmekteler. Selefiler özellikle En Nahda’yı İslamcı özüne ihanet ettiği ve din-devlet ilişkisinin yeniden yapılandırmaya müsait olduğu bu geçiş sürecini boşa harcadığı yönünde sert bir şekilde eleştirmeye devam ediyor.
Parti içindeki militan alt kadro ile İslamcı cephenin özellikle Selefilerin baskılarına maruz kalan En Nahda, İslamcılara şüphe ile bakmaya devam eden sol, seküler ve merkez siyasi grupların da hedefi olmaya devam etmektedir. En Nahda din kimliğini ön plana çıkardıkça İslamcı cenahın dışındaki aktörlerden ve gruplardan, pragmatik ve ılımlı yanını ön plana çıkardıkça da Selefiler ile kendi alt kadrolarından eleştiriler almaktadır. Ancak En Nahda’nın dönüşümünü ve kitlesel desteğini önemli ölçüde etkileyecek olan baskı İslamcı cepheden gelen eleştirilerdir. Karşı gruplardan gelen baskı genel hatları itibari ile partiyi yorarken İslamcı gruplardan gelen baskılar partiyi dönüştürme, bölme ya da işlevsizleştirme potansiyeline sahiptir. Bu nedenle de içinde bulunulan süreçte En Nahda’nın aşması gereken en zorlu sınav, Selefiler başta olmak üzere daha militan ve radikal siyasi İslamcılara karşı olacağa benziyor.