Tunus’ta Yeni Anayasa: Tunus Baharı’ndan Yaza Doğru?

Nebahat Tanrıverdi O Yaşar, ORSAM Ortadoğu nebahat.tanriverdi@gmail.com
Tunus'ta Ulusal Kurucu Meclis, 27 Ocak 2014 tarihinde anayasa taslağını görüşerek onayladı. 216 vekilden 200'ünün evet oyunu alan yeni anayasa, böylece Tunus’ta bu yıl içerisinde gerçekleştirilmesi planlanan genel seçimlerin de önünü açmış oldu. 2013’ün ikinci yarısında doruğa çıkan siyasi krizin ardından Tunus’ta siyasi aktörler, vardıkları uzlaşma gereği, genel seçimlere teknokratlardan oluşan “geçici hükümet” önderliğinde hazırlanıyor. Bu çerçevede ocak ayında Nadha-CPR- Ettakatol troykası, istifasını sundu ve başbakanlık görevi kendisine verilen Mehdi Cuma tarafından yeni hükümet kuruldu.
 
Tunus’ta son iki yıldır anayasa yazım çalışmaları yoğun tartışmalar, ekonomik zorluklar ve siyasi krizler gölgesinde ilerledi. 2011 sonrası süreçte, muhalif liderler Şükrü Belayid ve Muhammed Brahmi’nin suikasta kurban gitmeleri, artan güvenlik sorunları ve anayasa üzerinden devam eden kültür savaşı ülkeyi siyasi kutuplaşmaya sürüklendi. Çok sayıda muhalif milletvekili bu krize paralel olarak anayasa taslağını tamamlamak ve önümüzdeki seçimler için bir zaman çizelgesi hazırlamak görevlerini üstlenen Kurucu Meclisi boykot etti. Boykot kararına ek olarak bu süreçte ülkede protesto gösterileri hız kazandı. Özellikle Mısır’da gerçekleşen 3 Temmuz darbesi ile birlikte Tunus muhalefeti daha radikal bir siyasi çizgiye kayarak gerilimin yükselmesine neden oldu. Ancak en nihayetinde, Tunus’ta ulusal diyalog süreci siyasi aktörler ve sivil toplum örgütlerinin yapıcı tutumu sayesinde anayasa ve temel konular üzerinde uzlaşıya varılmasıyla sonuçlandı. Krizlerin genelde güç ve baskı ile çözümlendiği bölgede, Tunus, siyasi çıkmazların müzakereler vasıtasıyla çözümlenebileceğini göstermiştir. Bu başarının ardında yatan temel faktörlerin anlaşılması pek çok açıdan faydalı olacaktır.
 
Siyasetin Normalleşmesi
 
Tunus, 2011’den beri sokağın tetiklediği bir dönüşüm sürecinden geçmektedir. Az gelişmiş güney bölgesinde başlayan protesto gösterilerinin ülkenin kuzeyine ulaşması ve eski devlet başkanı Zeynel Abidin bin Ali’yi istifaya zorlaması ile başlayan bu dönüşüm sürecinde mobilize olmuş kitlelerin süreçten vazgeçmeyerek evlerine dönmelerini sağlamak önemli ve zorlu bir görevdi. Bin Ali sonrası dönemde kurulan geçici hükümetler bu zorlu görevi çeşitli komisyonlar kurarak ve bu komisyonlar aracılığı ile sivil toplum örgütlerini ve gençleri geçiş sürecine dahil ederek aştılar. Siyasi Reform Komisyonu (daha sonra Devrim Amaçları, Siyasi Reform ve Demokratik Dönüşüm Yüksek Komisyonu adını aldı), Yakın Zamanda Yaşanan Olaylardaki Şiddet ve İfrat için Hakikat Araştırma Komisyonu ve Yolsuzluk içim Hakikat Araştırma Komisyonu seçimlerden önce kapsamlı bir şekilde sosyal ve siyasi aktörleri geçiş sürecine dahil etti. Benzer şekilde, anayasa yazım sürecine sivil toplum örgütlerinin katkı ve tavsiye için davet edilmesi bu yöndeki önemli örneklerden biridir.
 
Tunus’ta sokak siyaseti, Arap Baharının yaşandığı diğer örneklere nazaran daha hızlı bir şekilde yerini kurumsal siyasete bıraktı. Özellikle 2011 sonrası dönemde sivil toplum örgütlerinin ve gençlerin kurumsal yapılarla geçiş sürecine entegre edilmeleri sokak siyasetinin gücünü kırdı ve siyasi mücadele alanının sokaktan siyasi kurumlara kaymasını sağladı. Böylece Tunus siyaseti normalleşerek görece istikrara kavuşmuş oldu.
 
Otoriter Rejim-Devlet Bağının Kırılması
 
Sokak siyasetinin gücünün kırılması kadar devlet kurumlarının rejimle olan bağlarının zayıflatılması ve ortadan kaldırılması da Tunus’taki başarının ardında yatan bir diğer önemli faktördür. Ülkede askeri elitler tarihsel olarak siyasi alanda etkiye sahip değildir. Tunus Ordusu bölgedeki diğer örneklerin aksine hep siyasetin dışında kalmış küçük bir ordudur. Bu nedenle de askerin 2011 sonrası süreçte siyasi alana müdahale etme tehlikesi de gündeme gelmedi.
 
Öte yandan Tunus’ta otoriter rejim, baskı ve sindirme politikalarını İçişleri Bakanlığı’na bağlı güvenlik kurumları üzerinden gerçekleştirmekteydi. O nedenle de Tunus’ta rejim “polis devleti” olarak da tanımlanmaktaydı. 2011 sonrası süreçte bu kurumlarda üst düzey yöneticiler önemli ölçüde tasfiye edildiler. Bu tasfiyelere ek olarak baskı ve sindirme politikalarının en önemli yürütücüsü olan siyasi polis feshedildi. Ayrıca rejim partisi olan Demokratik Anayasal Birlik Partisi de tüm mal varlıklarına el konularak kapatıldı. Üst düzey partililer de siyasi hayattan ihraç edildi. Böylece partinin yeniden güç kazanması önemli ölçüde engellenmiş oldu. Tüm bu kurumlardaki tasfiyeler otoriter direnci kırdı ve yeni aktörlerin dönüşüm sürecinde daha etkin rol oynamasına olanak sağladı.
 
Arabulucu ve Destekleyici Sivil Toplum Örgütleri
 
1990’lardan itibaren gelişmeye başlayan sivil toplum örgütleri de Tunus’taki başarıda yapıcı rol oynadılar. Özellikle krizde arabuluculuk yaparak ve sokak siyaseti yerine müzakere sürecine yönelerek krizin çözümüne olumlu katkıda bulundular. Tunus’ta sivil toplum örgütlerinin, özellikle de kuruluşu bağımsızlık mücadelesi dönemine dayanan ülkenin en büyük sendikal örgütü olan UGTT’nin, siyasi krizde taraf olması ve hatta otoriter direncin merkezi rolüne evrilmesi tehlikesi bulunuyordu. 1970ler ve1980lerde UGTT ve rejim arasında ciddi siyasi krizler yaşanmış ve ülke uzun süre acımasızca bastırılan grevlere sahne olmuştu. Bin Ali döneminde ise UGTT’nin liderlik kadrosu, rejime yakın destek vermiş ve rejimin hayatta kalmasında önemli bir rol oynamıştı. Rejim partisinin kapatılmasıyla birlikte, otoriter direncin alternatif kurumlara kayma ihtimali de ortaya çıktı.
 
6 Şubat 2013’te Şükrü Belayid ve 24 Temmuz 2013’te Muhammed Brahmi’nin öldürülmelerinin ardından muhalif milletvekilleri meclis oturumlarının boykot etmeye başlamışlardı. Bu boykotu, muhalif partilerin sert söylemleri ve düzenledikleri eylemler takip etmişti. Ülkedeki güvenlik sorunlarının artması ve bazı Selefi grupların şiddet eylemlerine karışması Nahda Partisi’ne ve troyka hükümetine yönelik eleştiri ve baskıların da artmasına neden olmuştu. Halkın da kutuplaşmasına neden olan bu siyasi kriz, ülkenin en büyük sendikal örgütü olan UGTT’nin ve diğer sivil toplum örgütlerinin arabulucu olması ile çözüldü. Müzakerelere arabuluculuk eden sivil toplum örgütleri böylece hem kutuplaşmanın tarafı olmayarak krizin genişlemesini engellediler hem de muhalefet ile troyka hükümeti arasında görüşmelerin gerçekleşmesini sağlayacak kurumsal desteği sağlamış oldular.  
 
Kaybet-Kaybet Çıkmazından Kazan-Kazan Çözümüne
 
Son olarak ülkeyi sarsan krizin kaybet-kaybet ekseninde gelişmesi ve siyasi elitlerin de bu durumun farkına varması Tunus’taki süreci bölgedeki diğer dönüşüm süreçlerinden ayırdı. Hem Nahda partisi hem de seküler partiler siyasi krizi tek başlarına çözecek güce ve kapasiteye sahip olmadıklarını fark ettiler.
 
Özellikle 3 Temmuz sonrasında daha radikal çizgiye kayan muhalif grup ve partiler, sonuçta Nahda’yı sokak siyasetiyle siyasi sürecin dışına itemeyecekleri ya da asker yardımıyla iktidardan uzaklaştıramayacakları gerçeğini kabul etmek zorunda kaldılar. Öte yandan da Nahda Partisi, süreçte ödün vermemenin, siyasi kaos ve sosyal mücadele ile sonuçlanacağını bilmekteydi. Kısacası Tunus’ta siyasi kriz her iki taraf için de kaybet-kaybet mücadelesine dönüşmüştü. Krizin uzaması güvenlik sorunlarının artması ve başka siyasi suikastların gerçekleşmesi risklerini arttırmaktaydı. Bu gerçek muhaliflerin ve troyka hükümetinin ortaklarını pragmatist çizgide bir araya getirdi. Özellikle Nahda Partisi sürecin başından itibaren kabul edip uyguladığı ılımlı yaklaşımı devam ettirmekle kalmayıp, bunu genişleterek dönüşüm sürecinin istikrarının sağlamış oldu.
 
Tunus’u Bekleyen Zorluklar
 
Arap Baharının umutlarını taze tutan yegane ülke olan Tunus, bölgedeki diğer dönüşüm süreçleri açısından pek çok öğretici ders sunmaktadır. Kadın hakları, çevresel konular, siyasal haklar ve özgürlükler gibi pek çok alanda olumlu açıdan ön plana çıkan bir anayasa ile yoluna devam eden dönüşüm süreci 2011’den beri kritik siyasal krizleri atlatabildi. Bundan sonraki süreçte ise 2014 sonunda gerçekleşmesi planlanan genel seçimlere kadar Mehdi Cuma önderliğindeki teknokrat hükümetinin seçim çalışmaları için gereken koşulları sağlaması gerekiyor.
 
Uzun vadeli sorunların çözümüne ilişkin ciddi adımların atılmayacağı bu bir yıllık süreçte seçimlerin istikrarlı bir ortamda gerçekleştirilebilmesi için atılacak öncü adımlar bile başlı başına büyük bir sorumluluk ve kabiliyet isteyen zorlu görevlerdir. Özellikle şiddete yönelen Selefi gruplara yönelik uygulanan güvenlik politikalarının 2014 yılı içindeki kapsamı ve bu önlemlere verilecek tepki hem seçimleri hem de özelde aynı sosyal tabandan beslenen Nahda Partisini doğrudan etkileyecektir. Nahda’nın kabine revizyonunun ardından özellikle son bir yıl içerisinde kabul ettiği güvenlik politikaları en çok kendi tabanı ve Selefi gruplar tarafından eleştirilmekteydi. Öte yandan, ülkede güvenlik politikalarının eski rejimin politikalarını canlandıracağına yönelik genel bir kaygıdan da bahsetmek mümkündür. Yeni anayasasını kabul eden Tunus’ta seçimlere kadar görev başında olacak geçici teknokrat hükümetinin bu sorunları ve zorlukları başarılı bir şekilde aşması demokratikleşme sürecinin istikrarı açısından hayati önem taşımaktadır. Bu nedenle de 2014 sonuna kadar gündemi etkileyen en önemli faktör, güvenlik sorunları ve geçici teknokrat hükümetinin güvenlik konusunda benimseyeceği politikalar olacağa benzemektedir.