Türkiye PYD/YPG’yi Neden Vuruyor?

Suriye’de iç savaş uzadıkça Türkiye açısından Suriye’de öncelikler ve tehdit algılamaları değişmeye başladı. Suriye’de merkezi otoritenin zayıflamasına paralel olarak yerel güçler ve devlet dışı aktörler güç kazandı. Bu sürecin iki yükselen gücü IŞİD ve YPG oldu. Her iki aktör de Türkiye tarafından terör örgütü olarak kabul ediliyor ve Türkiye’nin Suriye’ye sınır bölgesinde etkin durumda. Bu da Türkiye açısından Suriye’de Esad rejimi dışında yeni tehditler anlamına geliyor.

 

Türkiye IŞİD’e karşı oluşturulan koalisyonunun bir parçası, İncirlik Üssü’nün IŞİD ile mücadelede kullanımına izin veriyor ve kendisi de zaman zaman örgüte yönelik sınır ötesinden saldırı gerçekleştiriyor. Ancak YPG ile kurulacak ilişkinin niteliği konusunda Türkiye ve müttefikleri arasında neredeyse kriz boyutuna varan görüş ayrılıkları yaşanıyor. Bu konudaki görüş ayrılığı başta Türkiye ile ABD ve Rusya olmak üzere diğer birçok ülke için geçerli. Türkiye, Suriye Kürtlerini temsil iddiasında olan PYD ve onun milis gücü YPG’yi terör örgütü PKK’nın Suriye kolu olarak kabul ediyor. Karşı görüştekiler YPG ile PKK’nın ayrı olduğu ve YPG’nin Suriye’de IŞİD ile mücadele çabalarında en güvenilir ve başarılı aktör olduğunu savunuyor. PYD doğrudan PKK lideri Öcalan’ın kararı ile 2003 yılında kurulmuş bir örgüt ve halen de KCK’nin bileşenlerinden birisi. PKK ve YPG’nin ayrı olduğunu savunan kesimler de muhtemelen aradaki ilişkinin organik bağdan öte olduğunu biliyor. Ancak siyasi değerlendirmeler, kısa vadeli hedefler nedeniyle şimdilik bu ayrımı yapmayı gerekli görüyorlar.

 

YPG konusunda Türkiye ve diğerleri arasındaki görüş ayrılığı son dönemde artık aşılması son derece zor bir krize doğru evrildi. Bunun temel nedenleri arasında çözüm sürecinin sona ermesi ile Türkiye ile PKK arasındaki çatışmaların başlaması, YPG’nin Suriye’nin kuzey cephesindeki dengeyi kritik biçimde kendi lehine değiştirmesi, ABD’nin YPG’ye desteğinin artması, Rusya’nın da Türkiye’yi cezalandırma araçlarından biri olarak YPG’ye destek vermeye başlaması sayılabilir.

 

Türkiye’nin eleştiri dozunu artırması ve YPG’nin Fırat’ın batısına geçmesini kırmızı çizgi olarak ilan etmesi ABD’nin örgüt ile olan işbirliği imkanlarını en azından Cerablus ve batısında sınırlandırdı. Bu noktada devreye Rusya girdi. Uçak krizi nedeniyle Türkiye’nin hassasiyetlerini dikkate almayan hatta bu kaygılar üzerine oynayan Rusya, YPG’yi Fırat’ın batısında ilerlemesi konusunda teşvik etti. YPG nihai hedefi olan Kuzey Suriye’de coğrafi bütünlüğe sahip bir bölge oluşturmak adına Azaz-Cerablus hattını ele geçirmek için Afrin üzerinden Azaz’a ilerlemeye çalıştı. YPG’nin bu çabalarına Rusya lojistik ve hava desteği sunarak katkı sunmaya çalıştı. YPG’nin bu girişimleri neticesinde Şubat ayının ikinci haftasından itibaren Türkiye YPG mevzilerini bombalamaya başladı.

 

Türkiye’nin YPG’yi bombalamaya başlaması Batı basınında ve PKK kaynaklı yayınlarda eleştirel bir dille ele alındı. Bu yaklaşıma göre Türkiye “Suriye’de Kürtleri bombalıyor ve IŞİD ile mücadelenin altını oyuyordu.” Hatta PKK kaynaklı yorumlara göre bu saldırılar “Türkiye’nin IŞİD’e destek olduğunun kanıtı idi.” Tüm bu yaklaşım ve iddialar Türkiye açısından son derece sorunlu. Türkiye’nin PYD/YPG’yi neden hedef aldığını şu şekilde değerlendirmek mümkün:

 

- YPG Türkiye’nin güvenlik hassasiyetlerini dikkate almaksızın bölge dışı güçleri arkasına alarak Türkiye’ye rağmen sınırda bir düzen kurmak istiyor. Suriye Türkiye’nin Ortadoğu’ya açılan kapısı iken sınıra bölge dışı güçlerin yerleşmesine zemin hazırlayarak Türkiye’nin Ortadoğu’ya açılımının önünü tıkıyor. Türkiye’ye rağmen bir çaba içine giriyor ancak Türkiye’nin bu oyuna hiçbir şekilde müdahil olmasını istemiyor.

 

- YPG, IŞİD ile mücadele zemini üzerinden kendisine bir meşruiyet alanı yaratmaya çalışıyor. IŞİD, YPG’nin nihai hedefi olan bütüncül bölge kurmak açısından son derece kullanışlı bir araca dönüşmüş durumda. Bu sayede Kürtlerin yaşamadığı alanlardaki mücadelesini meşrulaştırıyor. Ancak Rusya desteği ile Azaz’a doğru ilerlemeye çalışmasını hangi meşru temele dayandırdığı ise şüpheli. O bölgede IŞİD unsurları bulunmuyor. YPG bu bölgede ve diğer birçok yerde sadece IŞİD ile değil Türkiye’nin ve Batı’nın birlikte desteklediği silahlı muhalifler ile çatışıyor. YPG Türkiye’nin dost ve müttefiklerine saldırırken Türkiye’nin buna ses çıkarmasına anlam veremiyor.

 

- PYD/YPG Temmuz 2012 tarihinde Suriye ordusunun çekilmesi sonrasında ilk aşamada Kürt nüfusun yoğun yaşadığı bölgelerde kontrolü ele geçirmişti. O tarihten bu yana oransal olarak topraklarını en fazla genişleten aktör YPG oldu. YPG zaman içinde Kürt nüfusun neredeyse hiç yaşamadığı Arap ve Türkmen bölgelerine doğru yayılmacı bir gelişim sergiledi. Tel Abyad’ın YPG tarafından ele geçirilmesi bu açıdan son derece kritik. Bu operasyonu Özgür Suriye Ordusu’na bağlı olduğu iddia edilen güçler ile yapmasına karşılık şehrin kontrolünü kendi elinde bulundurmaya devam ediyor. Nihai hedef olarak gördükleri Azaz-Cerablus hattında ise büyük çoğunluğu Türkmen nüfusun yaşadığı yerleşimler bulunuyor. Bölge halkı YPG idaresi altında yaşamayı reddediyor. Ancak YPG ABD-Rusya desteği sayesinde ve zor yoluyla bir oldubitti gerçekleştirerek bu hattı kontrol altına almaya çalışıyor. YPG bu tarz yayılmacı bir politika takip ederek Suriye-Türkiye sınırında yaşayan topluluklar arasında tarihi düşmanlıkların tohumunu atıyor. Bu da Türkiye’nin Suriye sınırlarında uzun dönemli istikrarsızlığı beraberinde getirecek bir risk unsuru olarak öne çıkıyor.

 

- YPG aynen IŞİD örneğinde olduğu üzere sınır aşan hedefleri olan bir örgüt. YPG algısında Türkiye-Suriye arasındaki sınırların önemi bulunmuyor, sınırlara saygı duymuyor. Suriye’de yürüttüğü savaşı Kürt nüfusun yaşadığı dört ülkedeki mücadelenin destekleyici unsuru olarak görüyor. YPG hedeflerinin Suriye ile sınırlı olmaması Türkiye’deki güvenlik kaygılarını artırıyor. Bu bakışın somut karşılığı Kamışlı’dan Nusaybin’e, Kobane’den Suruç’a ve Afrin’den Hatay’a doğru gerçekleşen silah, mühimmat ve savaşçı geçişleri. YPG bakış açısına göre Suriye’deki mücadele bitip siyasi statü sahibi olunduğunda “Kuzey”deki mücadele daha rahat bir şekilde desteklenebilecektir. Bu yaklaşımın uzun vadede Türkiye’nin toprak bütünlüğünü riske atacak ya da en azından yeni güvenlik riskleri doğuracak olduğu ortadadır.

 

- YPG Suriye’de kazandığı tecrübeyi ve elde ettiği askeri kapasiteyi PKK üzerinden Türkiye içine taşıyor. Bunun yanı sıra Suriye’de IŞİD’e karşı mücadele için aldığı ve şehir savaşına uygun olan silahları PKK tarafından Türkiye’de güvenlik güçlerine karşı kullandığı yönündeki bilgilerde artış görülüyor.

 

- YPG Suriye’de Kürt nüfusun yoğun yaşadığı bölgelerde kendi dışındaki Kürt aktörlerin varlığına imkan tanımıyor. Bu durum, haliyle Türkiye’nin Irak Kürt Bölgesi örneğinde olduğu üzere bölgeye fırsat ve işbirliği temelli yaklaşmasına engel oluyor. Güvenlik kaygıları nedeniyle PYD/YPG karşıtı bir pozisyon alındığında da bunu “Türkiye Kürtlere karşı” şeklinde tanımlayarak Türkiye’nin Kürt kökenli vatandaşları ile kurmak istediği bağı ortadan kaldırmaya çalışıyor. Bu açıdan Türkiye’nin toplumsal bütünlük ve sosyal barış çabalarının altını oyuyor. Aynı zamanda uluslararası alanda Türkiye’nin Kürt karşıtı bir pozisyona itilmesine aracı oluyor. 

 

- YPG ele geçirdiği bölgelerde uzun vadede istikrarsızlık unsuru olarak gördüğü toplumsal kesimleri zorunlu göçe tabi tutuyor. Tel Abyad’da azınlık olarak bulunan Kürtlerin geri dönüşüne izin verirken Arap ve Türkmenlerin geri dönüşüne müsaade etmemesi bunun bariz bir örneği. PYD yine Türkiye’nin yakınlık duyduğu ve sorumluluk hissettiği toplumsal kesimlere baskı uyguluyor, bu kesimleri Türkiye’ye doğru göçe zorluyor. Uluslararası kuruluşların raporlarına göre savaş suçu işliyor. Bu şekilde Türkiye sınırları boyunca uzun süreli çatışmaların tohumlarını atıyor. Kürt halka, sivillere yönelik bir saldırı, zorunlu göç uygulaması olduğunda haklı bir biçimde buna karşı çıkan YPG bunu kendisi gerçekleştirdiğinde kendisine “ailenin yaramaz çocuğu” muamelesi yapılmasını istiyor. IŞİD ile mücadele üzerinden sağladığı sempati ile de bunu elde ediyor.

 

- PYD/YPG Türkiye’yi IŞİD’i destekleyen bir aktör olarak göstermeye çalışarak bölge dışı güçlerin desteğini almaya çalışıyor. Türkiye’nin kendisinden tehdit algılamaması gerektiğini söylüyor ancak siyasal söyleminin temelini Türkiye karşıtlığı oluşturuyor. Bu şekilde Türkiye’nin güvenlik kaygılarını artırıyor. Türkiye’ye karşı bu şekilde bir bakışa sahip bir aktörün tüm Suriye sınırları boyunca zor yoluyla fiili durum yaratma çabalarına Türkiye’nin tepki vermesini eleştiriyor.

 

Batı açısından bakıldığında Suriye’deki tehdit önceliklerinde IŞİD ilk sırada geliyor. Türkiye açısından ise IŞİD ve PKK/YPG açısından tehdit önceliği sıralaması çok da anlamlı değil. Bir terör örgütünün hedef devlet açısından ne derece yaşamsal bir tehdit olduğuna o örgütün öldürme yöntemlerinin ne kadar acımasız ya da ideolojisinin İslamcı ya da seküler olup olmaması belirlemiyor. Önemli olan o örgütün devletin yaşamsal çıkarlarını ne kadar tehdit edebildiğidir. Bu açıdan bakıldığında IŞİD vahşi bir terör örgütüdür ancak Türkiye açısından çok ciddi bir güvenlik tehdididir. Buna karşın PKK Türkiye için yaşamsal bir tehdittir. YPG Türkiye’nin yaşamsal çıkarlarını tehdit etmenin bir aracına döndüğü bir noktada Türkiye’nin YPG’yi neden hedef aldığını sormak anlamını yitirmektedir.