YPG’nin Fırat’ın Batısında Artan Gücü ve Türkiye’nin Hamleleri

PKK’nın Suriye kolu YPG’nin önderliğinde Suriye Demokratik Güçleri koalisyonunun Fırat’ın batısındaki önemli IŞİD merkezlerinden biri olan Menbic’i ele geçirmesi Temmuz ayındaki darbe girişimi sonrası dönemdeki Suriye politikası merakla beklenen Türkiye için yüzleşilmesi ve karşı hamle yapılması gereken bir meydan okuma mahiyetindedir. Her ne kadar Suriye Demokratik Güçleri adı altında yapılandırılmış ve içerisine ABD’nin desteklediği Arap unsurlar yerleştirilmişse de, YPG bu harekatta başat aktör olarak rol almıştır. Menbic ise Tel Abyad’a benzer şekilde Arap nüfusun yoğun olduğu bir şehirdir ve Tel Abyad, Rakka kırsalı ve Tel Rıfat gibi bölgelerde ABD ve Rus hava desteği ile Arap yoğun bölgelere hakim olan YPG’nin varlığı orta vadede etnik temelli bir çatışmaya da zemin hazırlamaktadır. Türkiye açısından Menbic kasabasının IŞİD’in elinden YPG’nin eline geçmesi en basit tabirle Türkiye sınırına yakın bir kasabanın bir terör şebekesinden başka bir terörist yapılanmanın eline geçmesi anlamını taşır. 15 Temmuz darbe girişimine gelen süreçte son 1 yıla bakıldığında Türkiye’nin en büyük iki şehri İstanbul ve Ankara’da çok sayıda terör eylemi gerçekleştiğini görmekteyiz. Türkiye’nin darbe girişimiyle sonuçlanan süreçte neredeyse 1 yıl boyunca kendi içine kapanmasına yol açan ve Suriye politikasında manevra kabiliyetini azaltan bu eylemler silsilesinde baş aktörler isePKK ve IŞİD’dir. Buradan yola çıkarak Türkiye için Suriye meselesinin sadece bölgesel menfaatler açısından değil artık ulusal güvenlik açısından da en önemli sorun olduğunu söyleyebiliriz.

Sınırında IŞİD varlığından rahatsız olan ve aylar öncesine kadar Kilis’e Halep kırsalından atılan roketler gibi doğrudan güvenlik sorunlarıyla karşılaşan Türkiye için Kamışlı’danAfrin’e kadar uzanabilecek bir YPG bölgesinin kabul edilemez oluşu Ankara’nın daha radikal hamlelerde bulunmasına yol açabilir. Türkiye’nin Rusya ve İran ile gerçekleştirdiği son diplomatik görüşmeler ve olası işbirliği senaryolarına bu gözle bakmak faydalı olacaktır. Zira Beşar Esad’ın geleceğine dair Ankara-Tahran-Moskova hattında ortak bir karar çıkması şu an için imkansız gözükse de Suriye’nin bütünlüğü hususunda söz konusu üç aktörün ortaklaşa hareket edebilmesi daha olasıdır. Türkiye’nin IŞİD’e karşı Moskova ve Tahran’la işbirliği yapılabileceğine dair verdiği sinyaller aynı zamanda YPG’nin sürekli artan gücü ve genişlemesine karşın Türkiye’nin artık ABD dışı bir çözüm aradığı manasına gelmektedir. YPG, IŞİD ve Esad rejimi gibi kendi ulusal güvenliğine doğrudan tehdit oluşturan aktörlere karşı Türkiye’nin diplomatik hamlelerinin sahadaki tamamlayıcısı ise Suriyeli muhalif gruplar olmaktadır.Azez ve çevresinde tutunabilen ve çoğunlukla IŞİD’e, dönem dönem de YPG’ye karşı mevzi savunan muhalif gruplar kapasite açısından bu bölgeyi süpürebilecek güçten uzak konumdadırlar. Buna karşın Azez’in elde tutulması Türkiye’nin kuzey Suriye’deki sınır hattına dair olası doğrudan veya dolaylı müdahalesi için hayati önem taşımaktadır.

Fakat son haftalarda Halep cephesinde meydana gelen gelişmeler gösteriyor ki Türkiye’nin sahada güvenebileceği yüksek kapasiteli müttefikleri Azez’deki küçük çaplı ÖSO grupları değil,Idlib ve Halep’teki muhalif unsurlardır.Nusra Cephesi’nin el-Kaide ile bağlarını koparıp Şam Fethi Cephesi adı altında faaliyetlerine devam edeceğini ilan etmesiyle başlayan süreç Güney Halep’te 20’yi aşkın muhalif grubun Esad güçleri ve İran askeri unsurlarına karşı gerçekleştirdiği kuşatma kırma saldırısı ile devam etmiştir. Bu harekatın ilk safhasının sonunda rejimin ve müttefiklerinin Temmuz ayında kuzeyde bulunan Kastello yolunu ele geçirerek fiilen başlattıkları Halep kuşatması muhaliflerce güneydenkırılmıştır.

Ramusemevkisi ve Halep Topçu Okulu ele geçirilmek suretiyle kuşatma altındaki Doğu Halep ile bağlantı kurulabilmiştir. Halep’te faaliyet gösteren iki büyük askeri ittifakın – İslamcı gruplardan oluşan Fetih Ordusu ve çoğunlukla ÖSO çizgisi gruplardan oluşan Fetih Halep koalisyonu - koordineli şekilde harekatısonucu rejimin Halep’teki en güçlü olduğu mevzilerden biri olan Güney Halep’te bozguna uğraması iki sonucu gözler önüne sermiştir. Birinci olarak hem İdlib tecrübesi hem de Halep’te kuşatmanın kırılması harekatı gösterdi ki muhalif grupların birleşmesi veya ortak hareket etmesi durumunda Esad güçlerinin halihazırda sahip olduğu hava gücü ve ateş gücü dahi sahada rejim güçlerinin mevzi kaybetmesini engelleyemeyebilir. Bu durum rejimin destekçileri olan İran ve Rusya için savaşa daha da fazla müdahil olmak ve daha fazla maliyetle karşılaşmak sonucunu doğurabilir. Halep’te kırılan kuşatmanın ardından muhaliflerin Esad güçlerine karşı kaydedecekleri olası ilerlemeler ise Esad rejiminin dış destekçilerinin “müzakere” ve “ateşkes” seçeneklerini daha ciddi bir şekilde düşünmelerine yol açabilir. İkinci olarak ise bu operasyon Türkiye’nin sahadaki unsurlar üzerindeki etkisi açısından da aydınlatıcı olmuştur. Türkiye sadece kapasite olarak kısıtlı ve ancak yerel çapta bazı cephelerde proxy işlevi görebilecek küçük Türkmen ÖSO gruplarıyla değil orta ve büyük çaplı gruplarla da temas halindedir. Bunların en başında da Kuzey Suriye’nin ve Fetih Ordusu koalisyonunun en büyük grubu Ahrar’u Şam gelmektedir. Keza Feylak’u Şam ve Şam Cephesi gibi orta çaplı gruplar da Türkiye ile yakın ilişkilere sahiptir. Türkiye’nin bu gruplar ve Halep operasyonu üzerinde “karar alıcı” ya da “emredici” bir konumu/gücü olduğunu düşünmemekle birlikte Ankara’nın askeri ve insani yardımlardaki ciddi lojistik desteğinin gözden kaçırılmaması gerekmektedir. Keza çoğu zaman istenen sonuç alınamamış olsa da Ankara’nın muhalif unsurların birleşmesine dair arabuluculuk çabaları hatırlandığında Halep operasyonunun Ankara’nın da haberdar olduğu ve sonuçları itibariyle şimdilik Ankara’yı da rahatlattığı bir girişim olduğunu iddia edebiliriz.

Sonuç olarak Türkiye’nin Suriye sorununa Rusya ve İran ile çözüm bulabilme yolundaki mesajları, Suriye’nin bütünlüğüne dair vurguları ve Halep’teki muhalif faaliyetlerine söylem ve eylem bazında verdiği desteği YPG’nin ABD desteği ile bölgede elde ettiği konumdan bağımsız okunamaz. Halep cephesi sadece Esad ile muhalifler arasındaki savaş için değil Türkiye’nin YPG ve IŞİD tehdidine karşı kendini savunması açısından da hayati konumda bulunmaktadır.