14 Temmuz 1959 Kerkük Katliamı ve Türkmenlerin Bugünü

14 Temmuz tarihi hem Irak hem de Türkmen için kırılma noktalarının yaşandığı bir gün olarak karşımıza çıkmaktadır. 14 Temmuz 1958 tarihinde Irak’ta krallık yıkılarak, cumhuriyet ilan edilmiş ve Baas Partisi’nin temelini oluşturan askeri cunta görevi devralmıştır. Abdülselam Arif ve Abdülkerim Kasım kardeşlerin başını çektiği ordu içerisindeki muhalif hareket, Nuri Said başkanlığındaki hükûmete karşı bir darbe girişiminde bulunarak Irak’ta krallığa son vermiş ve askerî cunta yönetiminde cumhuriyet ilan edilmiştir. Krallık rejiminin önde gelen lider ve siyasetçileri hapse atılmış ve idam edilmiştir. Ancak yeni yönetim içerisinde de uluslararası ve bölgesel konjonktürün etkisiyle Arap milliyetçileri ve komünistler arasında bir mücadele söz konusu olmuştur. Özellikle komünist görüşe yakın Abdülkerim Kasım’ın önderliğindeki Irak Devrim Hareketi tarafından yapılan ihtilal sonrasında, çıkarılan genel afla birlikte krallık rejimine ve uygulamalarına karşı çıkan pek çok Iraklı ülkelerine geri dönmüş ve yönetimin çeşitli kademelerinde görevlendirilmiştir. Bu arada o dönemde Sovyetler Birliği’nde sürgünde olan Molla Mustafa Barzani de Irak’a dönmüş ve Abdülkerim Kasım ile anlaşarak, Irak’ın kuzeyinde Kürt aşiretler arasında çıkan anlaşmazlıkları önlemek için Irak’ın kuzeyine yerleşmiştir. Kerkük Belediye Başkanlığına da Sovyetler Birliğinde eğitim almış Maruf Berzenci getirilmiştir. O dönemde Kürt grupların daha çok komünist hareketlenmelerle birlikte hareket ettiğini söylemek mümkündür.

Diğer taraftan Türkmenler de cumhuriyetin getireceği yeniliklerle umutlanmıştır. Ancak bu umut kısa sürmüş ve yeni yönetimin çıkardığı anayasa ve ortaya koyduğu uygulamalar, Türkmenleri göz ardı etmiştir. İhtilalden sonra çıkarılan yeni anayasada Türkmenlere yer verilmezken, Irak’ın Araplar ile Kürtlerin müşterekliğinde kurulduğu ve Arap dünyasının bir parçası olduğu vurgulanmıştır. Bu durum Irak’taki Türkmenlerin yaşamını sınırlandırırken, Türkmen bölgelerine yapılan baskı artmaya başlamış, özellikle Abdülkerim Kasım’dan destek alan Kürt gruplar başta Kerkük olmak üzere Türkmen bölgelerindeki faaliyetlerini arttırmıştır. İhtilalin ilk aylarında bile Türkmenler ve Kürtler arasında küçük çaplı çatışmalara varan gerginliklerin yaşandığı, ancak olayların büyümeden yatıştırıldığı bilinmektedir. Irak’ta cumhuriyetin ilanının ilk yılında, Iraklı Türkmenler için en büyük tarihsel travma olarak nitelendirilebilecek ve Kürt-Türkmen düşmanlığının tohumlarının atıldığı 14 Temmuz 1959 Katliamı yaşanmıştır. Bu iki olayın bugün için hem Irak’ın hem de Türkmenlerin geleceğine önemli derecede etki ettiğini söylemek mümkündür. Nitekim 14-16 Temmuz tarihleri arası Irak Türkmen Şehitleri Haftası olarak anılmaktadır. 14 Temmuz 1959’da Irak’ta cumhuriyetin ilanının birinci yıl dönümü için Kerkük’te kutlama hazırlıkları yapan Türkmenlere yönelik sistemli bir katliam yapılmıştır. Burada asıl önemli konu Türkmenlerin doğrudan hedef alınmış olmasıdır. 3 gün süren bu acı olaylarda pek çok Türkmen’in evine ve iş yerine saldırılmış, “Türkçülük” yaptığı gerekçesiyle “suçlanan” kişiler toplanarak kurşuna dizilmiş, hatta Ata Hayrullah gibi dönemin önde gelen Türkmen liderleri araçların arkasına bağlanarak caddelerde sürüklenmiştir.

Ancak bu olayın hâlen sistemi oturmamış ülkedeki durumu etkilemesini istemeyen Abdülkerim Kasım, Irak ve uluslararası kamuoyunun tepkisini de dikkate alarak, yaşanan katliamı kınayan bir bildiri yayınlamış ve soruşturma başlatmıştır. Soruşturma sonucunda bazı kişiler tutuklandıysa da bu kişilerin birçoğunun herhangi bir cezaya çarptırılmadığı bilinmektedir.

Tarihin şiddetle anılan yıllarına bir not olarak düşülen bu olay, Irak’taki Türk kimliğinin geleceğini etkileyen en önemli olaylardan biri olarak nitelendirilebilir. Bu olayla birlikte Türkmenler daha kapalı bir toplum hâline gelirken, yapılanların cezasız kalması ya da göz ardı edilmesi, Türkmen halkının devlete olan inancını zayıflattığını ifade etmek mümkündür. Ayrıca bu olay, Irak’ta Türkmenler ve Kürtler arasındaki ihtilafın temel çıkış noktası olarak görülmektedir. Bu tarihten sonra Türkmenler ve Kürtler arasındaki mücadele, gerginlik, şiddet ve daha da önemlisi karşı tarafa beslenen güvensizlik ve nefret algısı üst seviyelere çıkmıştır. ABD’nin 2003’te Irak’ı işgalinin ardından müttefiki olan Iraklı Kürt grupların Irak’ın kuzeyinde elde ettiği güçle Kürt olmayan unsurlara yönelik sindirme politikası uygulaması, Türkmenler ve Kürtler arasındaki gerginliği arttırmıştır. Özellikle Kerkük’te yönetimin baskın gücü olan Kürt gruplar, Kerkük’te Kürtleştirme politikaları uygulamış ve Kerkük’teki yönetim dengesi bozulmuştur. Nitekim bu durum Kerkük’ü çözümsüzlüğe sürüklemiş ve 2003 sonrasında Kerkük’ün statüsü ile ilgili tartışmalara bir çözüm bulunamadığı gibi istikrar da sağlanamamıştır. Bu istikrarsızlıktan en fazla zarar gören taraf Türkmenler olmuş, onlar fiilî saldırıların hedefi olurken Kerkük’ün Türkmen kimliğine yönelik yoğun bir asimilasyon kampanyası başlatılmıştır. Yaşadıkları bölgelerde kendi koruma gücünü sağlayabilen Kürtlere ve Araplara karşı, silahlı bir güce sahip olmayan Türkmenler terörizmin hedefi hâline gelmiştir. Irak merkezi hükûmetinin güvenlik güçlerinin ülke güvenliği konusunda yetersiz kalması da Türkmenleri açık hedef hâline getirmiştir. Kerkük’te yaşanan şiddet eylemlerinin gerçekleştiği bölgelere bakıldığında yoğun olarak saldırıya uğrayan yerlerin Türkmenlerin yaşadığı yerleşim bölgeleri olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bununla birlikte Kerkük ve Türkmenlerin yaşadığı diğer illerde Türkmen liderler, bürokratlar, siyasetçiler, akademisyenler ve ileri gelenler doğrudan saldırıların hedefi olmuştur. Mustafa Kemal Yayçılı, Yavuz Efendioğlu, Amir Selbi, Yaşar Cengiz, General Adnan Abdurrezzak, Albay Sabah Karaaltun, Ali Haşim Muhtaroğlu, Ahmet Koca, Münir Kafili ve daha nice önemli şahsiyet sadece “Türkmen” oldukları ve Türkmen kimliğine sahip çıktıkları için öldürülmüştür.

Öte yandan 2014’te Irak’taki bazı toprakları ele geçiren terör örgütü IŞİD’in en fazla zarar verdiği kesimlerin başında da yine Türkmenler ve Türkmen bölgeleri gelmektedir. Özellikle 2014 öncesinde yaklaşık 520 binlik nüfusu ile Irak’ın en büyük ilçesi olarak bilinen ve büyük bölümünü Türkmen nüfusun oluşturduğu Telafer, IŞİD’in ana merkezlerinden biri olmuş ve Telafer’deki Türkmen halk ya IŞİD terörünün kurbanı olmuş ya da Telafer’den göçmek durumunda kalmıştır. Böylece belki de Irak’ta en fazla Türkmen nüfusunun bir arada yaşadığı yer olan Telafer’in Türkmen kimliği erozyona uğratılmıştır. Türkmenlerin siyasi olarak da Irak’taki süreç içerisinde geriye gittiği görülmektedir. Nitekim 2010’da hükûmette 3 bakana sahip olan Türkmenler, 2014 ve 2018’de kurulan hükûmetlerde bakanlık elde edememiş, 2020’de Mustafa Kazımi’nin başbakanlığında kurulan hükûmette ise uzun süren tartışmalar ve Türkmen siyasetçilerin baskısı sonucu bir devlet bakanlığının verilmesi kararlaştırılmıştır. Bu noktada Türkmenlerin Irak’taki temsiliyeti de zayıflamakta ve Türkmenler nüfusları oranında haklarını elde edememektedir. Burada Türkmenlerin Araplar ve Kürtlerle birlikte Irak’taki kurucu unsurlardan biri olduğu göz ardı edilmekte, Türkmenlerin üçüncü asli unsur olduğu gerçeği yok sayılmakta ve hatta Türkmenler azınlık statüsüne sokulmaya çalışılmaktadır.

Bu açıdan Türkmenlerin Irak tarihi boyunca karşılaştıkları haksızlık ve hukuksuzluğun bugün de devam ettiği görülmektedir. Irak’ta istikrarın sağlanması, hukukun üstünlüğüne dayalı bir yapının kurulması ve en önemlisi demokratik ilkelerin uygulanması isteniyorsa Irak’ta yaşayan her kesimin sorumlu davranması gerekmektedir. Burada “sorumlu davranılması” ifadesi Türkmenler açısından yanlış anlaşılmamalıdır. Kimse bu yaşanan olayların göz ardı edilmesini ya da unutulmasını beklememelidir. Kerkük’te yaşanan bu katliamın tarih sayfasındaki kirli yerinin silinmesi mümkün değildir. Burada ifade edilmek istenen tarihsel konjonktürle mevcut durumun farklılaştığı ve dönemsel dinamiklerin değiştiğidir. Aslında tarihte yaşanan bu acı olay Türkmen kimliğinin ispatı niteliğindedir. Türkmenler, Kerkük Katliamı gibi nice olaylara rağmen, Irak’taki varlıklarını korumuşlardır ve korumaktadırlar. Aradan 60 yıldan fazla bir süre geçmesine rağmen hâlen bu olaylar üzerinden politika üretmenin bir fayda sağlamayacağı değerlendirilmektedir. Bu olaylar her zaman akılda tutularak ve unutulmasına izin verilmeyerek Türkmen kimliğinin daha da güçlenmesine katkı sağlanabilir. Bu açıdan önemli olan tarihte yaşamak değil, tarihi yaşayarak tarih yazmaktır. Türkmen siyasetçilerin de gelecek için çıkmaz oluşturan sorunların çözümüne katkı yapması, tarihe Türkmenler adına düşülecek bir not olacaktır.