ABD Suriye Konusunda Neyi Bekliyor?

Oytun Orhan, ORSAM Ortadoğu Uzmanı
Suriye’deki çıkmazın temel sebeplerinden biri rejimin değişmesini arzulayan aktörler arasında çözüme nasıl ulaşılacağı konusundaki görüş farklılıklarıdır. Söylem düzeyinde ve nihai hedef açısından bakıldığında söz konusu ülkelerin ortak görüşe sahip olduğu görülmektedir. ABD, İngiltere, Fransa, Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar gibi ülkelerin başı çektiği cephe Suriye’de Esad rejiminin meşruiyetini kaybettiğini, bundan sonra ülkeyi yönetmesinin mümkün olmadığını ve Beşar Esad’ın iktidarı devretmesi gerektiğini savunmaktadır. Ancak her bir ülkenin bu hedefe nasıl ulaşılacağı konusunda izledikleri yol, kullandıkları dış politika araçları, destek verdikleri gruplar, muhalefete verilen desteğin niteliği ve miktarı gibi faktörler açısından farklar bulunmaktadır. Askeri seçenekleri öne süren ülkeler dahi kendi içinde doğrudan askeri müdahaleyi savunanlar ile Suriye’nin belli bölgelerinde uçuşa yasak bölgeler oluşturulmasını savunanlar şeklinde ayrılmaktadır. Bazı ülkeler rejim – muhalefet dengesini muhalifler lehine değiştirecek çapta muhaliflere ağır silah yardımı yapılmasını, bazı ülkeler rejimin tamamen yıkılmasının daha büyük can kaybı ve güvenlik riskleri doğuracağı düşüncesi ile sorunun siyasi çözüm yöntemi ile çözülmesini savunmaktadır. Bunun yanı sıra muhalefete destek veren ülkeler de kendilerine daha yakın gördükleri gruplara para ve silah desteği vermeyi tercih etmektedir.
 
Suriye’de rejim değişikliğini savunan ülkelerin politikalarını koordine edememesi Esad rejiminin yaşam süresini uzatan faktörlerin başında gelmektedir. Söz konusu aktörler içinde ABD’nin pozisyonu ise sahip olduğu askeri ve ekonomik kaynaklar, siyasi ve diplomatik güç çerçevesinde düşünüldüğünde daha büyük önem arz etmektedir. Birçok ülke Suriye’de değişim için çaba sarf etse de, ABD’nin iradesini net şekilde ortaya koymaması durumunda değişimin zor gerçekleşeceği ortadadır. ABD’nin Suriye politikasına bakıldığında ise son derece temkinli hareket ettiği görülmektedir. Bazı faktörler ABD’yi Suriye’deki sorunu bir an önce sonlandırmak konusunda motive ederken bazı faktörler politikalarını sınırlamaktadır. Ancak ABD açısından ortaya çıkan sonuç Suriye’yi henüz tüm iradesini değişim yönünde kullanmaya yetecek kadar stratejik bir sorun olarak algılamadığıdır. Ancak istikrarsızlığın bölge geneline yayılması, İsrail’in güvenliğini doğrudan tehdit etmesi Suriye sorununu stratejik boyuta taşıyabilir ve ABD’yi daha etkin bir politika izlemeye yönlendirebilir. Bu durumda doğrudan askeri müdahale, muhaliflere ağır silah yardımı yapılması ya da Rusya ile anlaşarak siyasi bir çözüm bulma şeklindeki değişik seçeneklerden biri hayata geçirilebilir.
 
ABD’yi Suriye meselesini sonlandırma konusunda sınırlayan faktörler şu şekilde sıralanabilir:
 
Esad sonrası istikrarsızlık ve daha kanlı iç savaş korkusu: Suriye’de hali hazırda bir iç savaş yaşanmakla beraber rejimin yıkılması ve ordunun dağılması durumunda farklı etnik ve mezhepsel gruplar arasında daha kanlı bir sivil savaş yaşanması olasılığı mevcuttur. Bu argüman Esad rejiminin meşruiyet temelini oluşturan “ya ben ya kaos” ikilemi yaratarak ABD’yi temkinli davranmaya itmektedir.
 
Radikal İslamcıların güçlenmesi: ABD özellikle son dönemlerde El Kaide bağlantılı El Nusra Cephesi’nin güçlenmesini Suriye konusunda adım atmamanın en başta gelen nedeni olarak öne sürmeye başlamıştır. Suriye askeri muhalefeti içinde oranı az olmakla birlikte en etkili gruplardan biri olan El Nusra Cephesi ABD tarafından Irak El Kaidesi ile bağlantılı olduğu gerekçesi ile terör örgütü olarak ilan edilmiştir. ABD rejimin yıkılması durumunda bu örgütün Suriye’de etkinlik kazanacağı argümanını sık sık kullanmaktadır.
 
Siyasi ve askeri muhalefetin dağınık yapısı: İstanbul’da kurulan Suriye Ulusal Konseyi’nin içeriyi temsil etme, iç muhalefet üzerinde etkin olma, kendi içindeki rekabet sorunlarını aşma gibi unsurlar açısından başarısız olduğu sürekli dile getirilmişti. Bunun ardından ABD’nin öncülüğünde Katar’da Suriye Ulusal Koalisyonu adı ile yeni bir siyasi muhalif oluşuma gidilmişti. Ancak neredeyse Suriye Ulusal Konseyi için dile getirilen eleştirilen aynıları Koalisyon için dile getirilmektedir. Antalya’da kuruluşu ilan edilen ve askeri muhalefeti tek çatı altında toplamayı amaçlayan Yüksek Askeri Konsey de henüz dağınık askeri güçleri tek komutanlık altında toplamayı başaramamıştır. Bu açılardan ABD Esad rejimine alternatif olabilecek düzenli ve etkili bir siyasal ve askeri muhalefetin olmadığını öne sürmektedir. 
 
ABD’yi Suriye’de değişimi sağlamak konusunda motive eden ve önümüzdeki dönemde stratejik bir soruna dönüşmesini sağlaması ihtimali bulunan faktörler ise şu şekildedir:
 
Mülteci meselesi insani bir konu olmanın ötesinde stratejik bir tehdide dönüşmektedir: 1 milyonu aşkın Suriyeli mülteci Ürdün, Lübnan, Türkiye, Irak ve Mısır’a yerleşmiş durumdadır. Bu sayı ülkede istikrarın her geçen gün daha da bozulması ile giderek artmaktadır. Bu durum insani açıdan çok büyük sorunlar doğurmaktadır. Tüm yardım çabalarına karşın mülteciler son derece zor koşullar altında yaşamalarını sürdürmeye çalışmaktadır. Sorunun insani boyutu ABD’yi Suriye konusunda ikna için yeterli olmamaktadır. Ancak mülteci sorunu giderek tüm Ortadoğu bölgesini etkileme potansiyeline sahip stratejik bir soruna dönüşmekte, Suriye sorununun bölgeselleşmesine neden olmaktadır. Türkiye ekonomik ve siyasi gücü ile bu sorunun bir şekilde üstesinden gelebilir ve mülteci meselesinin Türkiye’nin istikrarını olumsuz etkileme potansiyeli sınırlıdır. Ancak Ürdün ve Lübnan gibi iki kırılgan ülke her birinde yarım milyona yaklaşan Suriyeli mülteciyi daha fazla barındırma konusunda zorlamaktadır. Ürdün neredeyse bir mülteciler ülkesine dönüşmüştür. Zaten var olan Filistinli ve Iraklı mültecilere Suriyeliler eklenmiştir ve ülke toplam nüfusunun büyük çoğunluğunu mülteciler oluşturur hale gelmiştir. Bunun yanı sıra yaklaşık 4 milyon nüfusa sahip Lübnan’da kamplar dışında yaşayanlar ile birlikte yarım milyonun üzerinde Suriyelinin yaşadığı tahmin edilmektedir. Lübnan’da mezhepler arası hassas dengeye dayalı siyasi ve sosyal bir yapı mevcuttur. Ülkedeki temel siyasi dinamik Sünni – Şii çatışmasıdır. Lübnan’a göç eden Suriyeli mültecilerin çok büyük çoğunluğu ise Sünni kökenlidir. Bu durum Lübnan’daki hassas dengeleri kökten sarsmakta ve ülkeyi her an patlamaya hazır bir bomba haline getirmektedir. Dolayısıyla Suriye’de bir şekilde istikrar sağlanmazsa mülteci akını söz konusu ülkelere devam edecek ve bir noktada istikrarsızlık İsrail’i güvenliğini olumsuz etkileyecek şekilde bölgeselleşecektir.
 
Kimyasal silahların merkezi kontrolden çıkması: Suriye yönetiminin kendi ifadesi de ülkede kimyasal silahların var olduğunu göstermektedir. Son dönemde bazı çatışmalarda kimyasal silahların kullanıldığına ilişkin iddialar hem rejim hem de muhalifler tarafından dile getirilmiştir. Suriye’de çatışmaların uzun süre devam etmesi durumunda bu silahlar rejim tarafından kullanılabileceği gibi bazı muhalif güçlerin eline geçmesi ihtimali de bulunmaktadır. Ayrıca rejim tarafından Hizbullah gibi müttefiklere verilmesi de ihtimal dahilindedir. Her iki şekilde de İsrail’in güvenliği açısından tehlikeli bir durum oluşacaktır. Bu değerlendirme ABD’yi Suriye sorununa çözüm bularak kimyasal silahların güvenli bir şekilde imha etmeye yönlendirebilir. 
 
ABD açısından henüz Suriye sorununu sonlandırma konusunda ikna olmadığı, sorunu stratejik bir tehdit olarak algılamadığı, hatta bazı açılardan mevcut dengenin belli bir süre daha korunmasını fırsat olarak algıladığı şeklinde değerlendirme yapmak mümkündür. Bu şartlar altında yakın dönemde ABD’nin hayata geçirebileceği politika alternatifleri şunlar olabilir: “İyi muhalefeti” destekleyerek “kötü muhalefeti” zayıflatmak, muhalefetin kontrolü altındaki bölgelerde Esad sonrası kaos ortamını engellemek için yönetim altyapısını oluşturmaya çalışmak. Daha ileri aşamada ise sivillerin korunmasına yönelik olarak bazı bölgelerde uçuşa yasak bölge ilanı gündeme gelebilir.
 
ABD temkinli tavrına gerekçe olarak en fazla El Kaide’nin askeri muhalefet içinde güçlenmesini öne sürmektedir. Ancak Suriye’de ayaklanma başladığında radikal grupların etkisi son derece sınırlıyken aradan geçen sürede etkinliklerini artırmışlardır. Suriye’de çözüm için daha fazla beklenmesi durumunda ülkede radikal grupların daha fazla güçlendiği görülecektir.