ABD’nin Yaptırımlar Politikası ve Körfez Bölgesine Etkisi

Ortadoğu bölgesi, Donald Trump’ın göreve başlamasıyla birlikte daha fazla güce dayanan ve artan bir askeri bütçenin verdiği güvenle hareket eden bir Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile karşı karşıyadır. İran’ın nükleer kapasitesini sınırlandıran “Kapsamlı Ortak Eylem Planı” (JCPOA) anlaşmasının terkedilmesi, önce İran’ı daha sonra Rusya ve Çin’i sınırlandırmak amacıyla kullanılması planlanan bir “Arap Natosu”nun kurulması fikri, Körfez Krizi’nin patlak vermesindeki tetikleyici rolü, İsrail-Filistin uyuşmazlığı konusundaki arabuluculuk niteliğini yitirmesi, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) 2015 yılından itibaren devam eden Yemen müdahalesine sessiz kalınması, ABD’nin borçlarının Körfez ülkelerine ödetilmesi söylemine seçim zamanı başvurulması, gibi manevralar güce dayanan bir politikanın sadece birkaç yakın dönem örneğini oluşturmaktadır.

Trump’ın dış politikasında, geleneksel Amerikan müttefiklerinin durumları yeniden değerlendirilmektedir. Bu müttefiklik ilişkilerinin ABD’ye maliyetinin yeniden değerlendirilmesi ve gerekirse bu ilişki ağlarının sorgulanması konuları birincil önemdedir. Diğer bir deyişle, müttefiklerin ABD çıkarları ile çatıştığı noktalarda oluşan kırılmalara, ekonomik/finansal dış politika araçları ile müdahale edilen bir dönemden geçmekteyiz. Küresel ekonomik sistemde ABD gibi bir aktörün ekonomik/finansal yaptırımlara başvurması her bölgeyi etkilemektedir. Bu sebepten, İran ve Rusya’ya yönelik ekonomik yaptırımlar ve ABD-Çin arasındaki gergin ticaret savaşları Körfez bölgesini de etkilemektedir.

Artan yaptırımlar ile birlikte, Trump’ın dış politikasının giderek daha fazla bir şekilde “tek taraflı” bir hale gelmekte olduğunu savunabiliriz. Yaptırımlar sadece ABD çıkarlarını öncelerken, ikili ilişkileri “devletlerin egemen eşitliği” ilkesinden saptırıp hiyerarşik bir ilişki yönüne dönüştürmeyi amaçlamaktadır. Bu yüzden, yaptırımlara başvurulması tek taraflı bir dış politikayı nitelemektedir. Ayrıca, yaptırımların herhangi bir uluslararası örgüt kararına dayanmaması da söz konusu tek taraflılık niteliğini artırmaktadır.

Trump’ın “Önce Amerika” olarak özetlediği ekonomik/politik yaklaşımının temelinde ABD çıkarlarının korunması yer almaktadır. Bu yaklaşım, mal ve hizmet üretiminin ABD toprakları içerisinde yapılmasını, böylelikle istihdam olanağı yaratılmasını ve ABD çıkarları ile çatışan ülkelerin ekonomik/finansal yaptırımlar kullanılanarak cezalandırılmasını temel almaktadır.

Dolayısıyla Trump yönetimi, küresel enerji tedariğinde büyük bir öneme sahip olan Körfez bölgesindeki müttefikleri ile ilişkilerini de ABD’yi önceleyerek yeniden tanımlama yolunu seçmiştir. Trump yönetimi Körfez ülkelerini, gerektiğinde ABD’deki fonlarına el koymakla ve ABD’nin borçlarını kendilerine ödetmek ile tehdit etmekten çekinmemiştir. Bu sebepten, Trump yönetiminin ekonomik yaptırımları ve ticaret savaşlarının sonuçlarından en fazla etkilenen bölgelerden birisi Körfez bölgesi olmuştur. Buradan hareketle, yaptırımların ve ticaret savaşlarının bölgeye olan etkisini anlamak için öncelikle bunların içeriğine göz atmak gereklidir.

Trump yönetimi 8 Mayıs 2018 tarihinde Kapsamlı Ortak Eylem Planı’ndan çekilmiştir. İran’a 7 Ağustos 2018 tarihinde tekrar “tek taraflı” olarak yaptırımları uygulamaya başlamıştır. 5 Kasım 2018 tarihinden itibaren ise, İran’ın petrol ihracatına koyulan ambargo hayata geçerek İran’dan petrol alan ülkelere de çeşitli yaptırımların uygulanacaktır. İlgili bir başkanlık kararnamesi ile söz konusu yaptırım tehdidi hukuki bir zemine kavuşmuştur. Fakat İran’dan petrol ihraç etme konusunda Türkiye, Çin, Hindistan, Yunanistan, Güney Kore, Japonya, Tayvan ve İtalya’ya yaptırımlardan muafiyet tanınmıştır.

7 Ağustos – 5 Kasım 2018 tarihleri arasında kalan zaman ise İran’daki yabancı firmalara bu ülkedeki faaliyetlerine devam edip edilmeyeceği hususunda karar vermeleri için tanınan süre olarak değerlendirilmektedir. Yaptırımların ilk aşamasını, İran’a satılmak üzere anlaşması yapılan Boeing ve Airbus uçaklarının teslim edilmemesi, İran ile altın ve değerli maden ticaretinin yasaklanması ve İran halılarına ve fıstığına kısıtlama getirilmesi oluşturuyor.

Trump’ın anlaşmadan çekilerek yaptırımları tekrar uygulamaya koymasına karşılık, anlaşmaya taraf olan diğer devletler ( BMGK’nın diğer 4 üyesi ve Almanya) ve İran anlaşmanın hükümlerine sadık kalacaklarını belirttiler. Fakat buna rağmen, birçok yabancı firmanın ABD yaptırımlarına dahil olmamak amacıyla İran’daki faaliyetlerine son verdikleri biliniyor.

İran yaptırımlarının Körfez bölgesi için en temel sonucu, İran’ın petrol ihraç edemeyecek olmasından kaynaklanan petrol arzındaki olası daralma ve buna bağlı olarak petrol fiyatlarının artmasıdır. Bugünlerde, Brent tipi petrolün varil fiyatları 80 dolar seviyesinde seyretmektedir. Fiyatların bu seviyeye yükselmesi, petrol ithal eden bölge ülkeleri için de ekonomik bir güçlüğü ifade etmektedir.

Fakat bu konuda, Körfez bölgesindeki en temel ABD müttefikleri Suudi Arabistan ve BAE petrol üretimlerini artıracaklarını bildirdiler. Ekim ayında yapılan açıklamaya göre özellikle BAE’nin günlük petrol üretimi 3.5 milyon varil seviyesine kadar yükselmiştir. Suudi Arabistan ise hali hazırda günde 10.5 milyon varil petrol üretmektedir. Buradan hareketle, yaptırımların doğal kaynak ihracatına büyük oranda dayalı olan İran ekonomisini daha da zor durumda bırakacağını tahmin edebiliriz.

Ekonomik anlamda zora girmiş bir İran ise, Körfez bölgesindeki ABD müttefiklerinin en temel dış politika amaçlarından birisidir. Kuveyt, Umman ve Katar yönetimleri’nin İran ile ilişkileri, BAE ve Suudi Arabistan’ın İran ile ilişkilerinden farklı tanımlanmaktadır. Bu sebepten İran’dan tehdit algılayan Körfez ülkeleri olarak Suudi Arabistan, BAE ve Bahreyn’i öne çıkarabiliriz. İran kendisini güvende hissetmediğinden diğer Körfez ülkelerini, Körfez bölgesi deniz ticaret yollarının önemli bir geçiş noktası olan Hürmüz Boğazı’nı kapatmakla tehdit etmekte ve bu bölgede askeri tatbikatlar gerçekleştirmektedir. İran’dan tehdit algılayan bir diğer ülke de Bahreyn’dir.  Ülkesinde büyük oranda Şii nüfusu barındıran Bahreyn, “Bahreyn Hizbullahı” adını verdiği 160 kadar şüpheliyi İran-destekli terör örgütü kurmak suçlamasıyla son günlerde tutukladı.

İran dışında, Trump’ın yaptırımlar ve ticaret savaşları ile hedef aldığı ülkeler arasında küresel rakipleri Rusya ve Çin de yer almaktadır. Rusya’ya karşı 2014 yılında Ukrayna askeri müdahalesi ve Kırım’ı ilhak ettiği gerekçesiyle uygulamaya konulan yaptırımlar halen devrededir. ABD’de 2016 yılında yapılan başkanlık seçimlerini Rusya’nın dolaylı olarak etkilediğinin düşünülmesi sebebiyle de ayrı bir yaptırım paketi uygulanmaktadır. Son dönemlerde ise, ABD Dışişleri Bakanlığı, İngiltere’nin Salisbury kentinde eski çifte ajan Sergei Skripal ve kızına sinir gazı ile yapılan saldırıyı gerekçe göstererek Rusya’ya bir dizi yaptırım daha uygulamaya karar vermiştir.

Ekonomik önlemlerin hedefi olan bir diğer ülke ise kendisini ABD ile bir ticaret savaşı içerisinde bulan Çin’dir. Çin’in rekor büyüme oranları ile güçlenen ekonomisine darbe vurmak amacıyla Trump yakın zamanda Çin’den gelen çeşitli ürünlere yüksek gümrük tarifeleri ve kotalar uyguladı. Bu süreçte Çin de ABD’ye aynı şekilde cevap vermekten kaçınmadı.

Ekonomik yaptırımlar uygulayarak kısa dönemli avantajlar elde etmeye çalışan Trump yönetimi, 23 Mart 2018 tarihinde ithal çelik ve alüminyuma sırasıyla %25 ve %10 ek vergi koyarak, Çin’e karşı ticaret savaşlarını başlatmıştı. Mart ayından günümüze dek, iki ülkenin ticaret savaşı birbirlerine ek gümrük vergileri yükleyerek devam etmektedir. Fakat burada, ABD’nin halen Çin’den daha büyük bir ekonomik kapasiteye sahip olduğunun ve ticaret savaşlarının iki ülke için de eşit zararlara sebep olmayacağının bilinmesi gerekmektedir.

Küresel serbest ticaretin günümüz ekonomik koşullarını belirlediği bir ortamda, ek gümrük vergileri ile iki ülkenin de bir yere varamayacağı açıktır. Ticaret savaşlarını bitirmeye yönelik olarak gerçekleştirilen üst düzey ikili ziyaretlerden de beklenen sonuç henüz alınabilmiş değildir. Kasım ayında ABD Kongre’sinde yapılan seçimleri de hesaba katarsak, ticaret savaşlarının kısa bir dönemde son bulacağını düşünmek yanlış olacaktır.

Fakat ticaret savaşlarının yıkıcı etkilerine maruz kalan Çin için Körfez İşbirliği Konseyi üye ülkeler adeta yeni bir pazar ve ekonomik ortak görüntüsü çizmektedir. 2017 yılında Çin ile KİK üye ülkelerinin ticaret hacmi 110 milyar dolar seviyelerine kadar ulaşmıştır. Buradan hareketle, Çin için KİK üye ülkeleri ile ticareti daha yukarı seviyelere çekmek daha cazip hale gelebilir.

Adeta ABD’nin kimin dost kimin düşman olduğuna yaptırımları kullanarak karar verdiği bir dönemden geçmekteyiz. Şüphe yok ki bu yaptırımlar Ortadoğu’da  ve küresel anlamda ABD politikalarından hoşnut olmayan bir bloğunda ortaya çıkmasına ve güçlenmesine de sebep oluyor.

Bunun Körfez bölgesi açısından önemli bir sonucu ise bölge ülkelerinin ikili ilişkilerinin de gergin hale gelmesidir. En azından bölge ülkeleri yaptırımlar ve ticaret savaşları sebebiyle tarafgir bir tutum izlemek durumunda kalmaktadırlar. Çünkü hali hazırda petrol zengini Körfez ülkeleri ekonomik kaynaklarını çeşitlendirmek amacıyla 2030 vizyonları sunsalar da, ekonomileri halen büyük oranda petrol ihracından elde edilen gelire bağlı durumdadır. Dolayısıyla, petrol piyasasındaki değişikliklerden olumsuz anlamda etkilenebilirler.

Son günlerde Körfez ülkelerinin en önemli gündemlerinden birisi de Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın (Jamal Khashoggi) 2 Ekim 2018 tarihinde İstanbul’daki Suudi Arabistan Başkonsolosluğunda öldürülmesidir. Türkiye’nin konuyla ilgili tutumu başından itibaren olayın açığa kavuşturulması, adaletin sağlanması ve kamuoyunun bilgilendirilmesinin gerekliliği üzerine kurulmuştur. Nitekim ilerleyen günlerde, Türkiye’nin çabaları sonucunda Suudi Arabistan, Kaşıkçı’nın konsoloslukta öldürüldüğünü açıklamak durumunda kalmıştır.

Dünya gündemini meşgul etmesinin yanında Kaşıkçı Olayı, Trump ve Muhammed bin Selman arasındaki ilişkilerin de gerginleşmesine sebep olmuştur. Olayın başından itibaren doğrudan Muhammed bin Selman’a karşı bir tavır almamaya özen gösteren Trump yönetimi, Suudi Arabistan’ı olaydan örtülü bir şekilde sorumlu tutmaktan da geri durmamıştır. Daha sonra ise giderek eleştirilerin profili daha da düşürülmüştür.  

Konuyla ilgili verdiği bir röportajda Trump, bu olay sebebiyle silah satışı anlaşmasının iptal edilmesinin bir yaptırım olarak kullanılamayacağını söyledi. Trump bu kararını “eğer bu anlaşma iptal edilirse Amerikan istihdamına ve ekonomisine kötü etkileri olacaktır” argümanıyla gerekçelendirdi. Her ne kadar ABD ve Suudi Arabistan arasındaki stratejik ilişkiler çok gergin düzeye geleceğe benzemiyorsa da gerek ABD Kongresi’nden ve gerekse de medyasından olaya ilişkin ağır eleştiriler gelmeye devam ediyor. Kongre seçimleri sonrasında Trump yönetiminin, özellikle Demokratların üstünlüğü elde ettiği Temsilciler Meclisi’nden daha fazla baskıya maruz kalacağı sonucunu çıkarabiliriz.

Sonuç olarak, İran’a, Rusya’ya, Çin’e ekonomik ve finansal anlamda zorluk çıkarılması dünyanın bütün bölgelerini etkilemektedir. Yaptırımlar politikası ve ticaret savaşları Körfez bölgesinde yeni ittifakların doğmasına sebep olurken, var olan ittifakları da güçlendirmiştir. Körfez Krizi sonrası Katar, yanında Türkiye’nin desteğini bularak ekonomik anlamda krizin etkilerini yok etmeye çalışmaktadır. Yine bu anlamda, İran ve Katar arasında ikili ekonomik ilişkiler her geçen gün artarak devam etmektedir. Bunların yanında ise, Suudi Arabistan ve Muhammed bin Selman’ın ABD çizgisini devam ettirmek adına daha az hevesli olacağını söyleyebiliriz.