Ahrar’u Şam-Türkiye İlişkisi: Güvenlik ve Gelecek

Suriye’deki muhalif grupları sınıflandırma hususunda “el Kaide” (Nusra Cephesi) ve “ÖSO” gibi genelleyici ayrımlar yapılırken sahadaki gerçeklik ise bu sınıflandırmaların ötesinde gözükmekte. İslami Cephe çatısı altında yer alan İslam Ordusu ve Ahrar’u Şam grupları bu klasik muhalif sınıflandırmasının ötesinde el-Kaide veya ÖSO unsuru olmayarak ülkenin en önde gelen direniş grupları haline geldiler. İki grup da Suriye’de muhaliflerin bulunduğu her bölgede etkinlik gösterirken İslam Ordusu grubu özellikle Şam ve çevresinde Ahrar’u Şam ise Halep ve İdlib gibi kuzey bölgelerinde etkin bir güç konumundadır. 25 binin üzerinde savaşçıya sahip olan ve yerli bir hareket olarak bilinen Ahrar’u Şam’ın İdlib, Cisr eş-Şugur gibi kuzey batıdaki hayati muhalif kazanımlarında başrolü oynadığını görmekteyiz. Her ne kadar muhaliflere kuşkuyla yaklaşan bazı medya kaynakları İdlib harekatı ve İdlib kırsalındaki muhalif kazanımları Nusra Cephesi’nin varlığı üzerinden el-Kaide’nin başını çektiği gelişmeler olarak yansıtsa da Ahrar’u Şam’ın buradaki rolü belirleyicidir. İdlib ve kırsalındaki kazanımlar çeşitli muhalif grupların biraraya gelerek oluşturdukları Fetih Ordusu yapılanmasının sonuçları olarak karşımıza çıkarken Fetih Ordusu’nun sayıca en güçlü unsurunun Ahrar’u Şam olduğunu görmekteyiz. Ahrar’u Şam’ın Fetih Ordusu içerisindeki başat konumu İdlib şehir merkezinin yönetiminde de bu grubun Fetih Ordusu’nu oluşturan diğer gruplardan daha fazla sayıda temsilciye sahip olmasına yol açmıştır. İdlib ve Halep gibi Türkiye sınırına yakın yerlerde etkili bu grubun Türkiye’ye bakış açısı ve Türkiye ile ilişkileri ise olumludur. Ahrar’u Şam’ın lideri Ebu Cabir’in Türkiye’de İslam Ordusu lideri Zahran Alluş ile buluşması ve bu buluşmaya dair karelerin muhalif kaynaklarca servis edilmesi Türkiye ile Ahrar’u Şam arasındaki yakın ilişkiye dair gelişmelerden biridir.
 
Türkiye Halep ve Lazkiye’deki Türkmen ÖSO unsurlarının yanı sıra orta çaplı ÖSO unsurları ve İhvan’a yakın Feylak’u Şam gibi gruplarla da sıcak ilişkilere sahip konumdadır. Lakin Suriye’nin kuzeyinde ayaklanmanın ilk günlerinden bu yana konumu gereği muhalif yapılar için hayati bir aktör olan Türkiye bölgede güçlü müttefiklere ihtiyaç duymaktadır. PKK’nın Suriye’deki uzantısı olarak yorumlanan YPG’nin Suriyeli muhaliflerden daha farklı bir siyasi gündeme sahip olması Ankara için YPG’yi müttefik adayları arasından çıkarmaktadır. Türkiye hem YPG’nin sınır boyunda etkisini arttırmasından rahatsızlık duymakta hem de örgütün Esad rejimi ile ilişkisinden rahatsızlık duymakta. Nusra Cephesi ise IŞİD ve Esad güçlerine savaşmasına karşın el-Kaide ile bağları yüzünden ittifak seçeneklerinin dışında kalmaktadır. Bunları göz önüne alınca Suriye’nin kuzeyinde gerek askeri güç olarak gerekse de diyaloğa açık bir yapı olarak Ahrar’u Şam Türkiye’nin doğal müttefiklerinden biri haline gelmiştir. Selefi tonu bilinen Ahrar’u Şam grubunun Suriye devriminin “yerliliğine” ve “aşırıcılıktan” uzaklığına vurgu yapılan Devrim Misakı metnini (Mayıs 2014) eleştirilere rağmen imzalamış olması Türkiye’nin Ahrar’u Şam üzerindeki çabalarının bir başka çıktısı olarak da görülebilir. Peki Ahrar’u Şam ile Türkiye’nin buluştuğu ortak noktalar neler?
 
Ortak Tehditler
Ahrar’u Şam neredeyse etkinlik gösterdiği tüm bölgelerde Esad rejimi ile savaşırken bilhassa muhaliflerin kuzeydeki kazanımlarında öncü bir rol oynamıştır. Kazanımlara karşılık Eylül 2014’te üst düzey lider kadrosunun önemli kısmını kaybederek ciddi bir kayıp yaşamıştır. Buna rağmen yerli tabandan elde ettikleri destek ve kurumsal olarak büyümeye çalışan Ahrar’u Şam grubu yaşadığı büyük kaybın sonunda dağılacakları beklentilerini boşa çıkararak her geçen gün ufak grupları da kendine katarak ülkenin kuzeyindeki en büyük askeri muhalif grup haline gelmiştir. Bugün Ahrar’u Şam kuzey cepheleri başta olmakta ülke sathında Esad güçleri ile savaşmaya devam ederken Halep’in kuzeyinde de IŞİD’e karşı ciddi bir direniş göstermektedir. 2014’ün ilk yarısında muhalif güçler ve IŞİD arasında patlak veren büyük çatışmalarda Nusra Cephesi ile birlikte IŞİD’e karşı en kanlı çatışmalara giren Ahrar’u Şam bu dönemde IŞİD ile mücadelede çok sayıda savaşçısını, komutanını ve aktivistini kaybetmiştir. Ahrar’u Şam tarafından yayınlanan metinler ve propaganda videolarında IŞİD’in Esad rejimi gibi Suriye Devrimi’nin düşmanı olduğu vurgusu sürekli yapılırken dini olarak da “Harici” sıfatlandırılması kullanılarak IŞİD’e karşı grubun duruşu net şekilde gösterilmektedir. Öte yandan Ahrar’u Şam YPG hususunda da çoğu muhalif grup gibi YPG’nin politikaları ve alan hakimiyetinden rahatsız olmaktadır. Grubun lideri Ebu Cabir Diriliş Postası gazetesine verdiği röportajda YPG’nin Suriye Kürtlerinin mağduriyetlerini istismar ettiğini dile getirirken Suriye’nin bütünlüğünün Ahrar’u Şam’ın kırmızı çizgilerinden olduğunu da belirtmiştir. Ebu Cabir Suriye’nin bütünlüğü hususunda Türkiye hükümeti ile aynı hassasiyete sahip olduklarını söyleyerek Ankara ile bu hususta ortak hareket edilebileceğinin sinyalini vermiştir.
 
Ebu Cabir benzer bir işbirliği sinyalini ise son dönemde gündemde önemli yer tutan Türkiye’nin askeri müdahale olasılığı ile alakalı vermiştir. Ebu Cabir aynı röportajda Türkiye’nin Suriye’ye karadan müdahalesinin ileride oluşabilecek olası senaryoların tahlili ardından alınması gereken bir karar olduğunu söylemiştir. Bununla birlikte Türkiye’nin güvenliğinin hâlihazırda tehdit altında olduğunu ve Türkiye’nin kendisinin uygun göreceği yollarla güvenliğini sağlamasının da doğal hakkı olduğunu dile getirmiştir. Ebu Cabir böylesi bir durumda sorunun en uygun yollarla çözümü hususunda Türkiye hükümeti ile diyalog halinde olacaklarını ve Türkiye’nin haklarını da savunacak güçte olduklarını sözlerine eklemiştir. Bu açıdan bakıldığında Ankara’nın Esad güçleri ve IŞİD’i düşman unsurlar olarak gördüğü yine YPG’ye karşı sınır güvenliği hususundaki tereddütlerini göz önüne aldığımızda Ahrar’u Şam ile ortak tehditler hususunda ortak noktalara sahip olunduğunu görmekteyiz.
 
Esad Sonrası Suriye
Ahrar’u Şam hem yukarıda bahsedilen Devrim Misakı çıkışıyla hem de İdlib’de hakimiyet altına alınan bölgelerde oluşturulan ortak idari yapılardaki rolüyle sadece askeri örgüt olmaktan ziyade Suriye’nin geleceğine dair de hazırlıkları olan bir yapı olarak gözükmektedir. Ebu Cabir Ahrar’u Şam’ın Esad rejiminin olası düşüşüne karşın ülkenin geleceği için projeler başta olmak üzere hazırlıklar yaptığını söylemesi bu açıdan önem taşımaktadır. Hem idari olarak diğer muhalif gruplarla çoğu zaman ortak hareket edebilme hem de rejime ve IŞİD’e karşı kurulan ortak operasyon odalarında en güçlü askeri yapı olarak öncülük yapan Ahrar’u Şam’ın en azından bugün itibariyle Esad sonrası dönemde muhatap alınabilecek aktörlerden biri olma potansiyeline sahip olduğunu söyleyebiliriz. Bab el Hava sınır kapısında büyük ölçüde kontrol sahibi olan Ahrar’u Şam’ın sınır kapısı yönetimini sivil bir idare halinde yeniden etkinleştirmesi ise sadece Suriye içindeki aktörlere değil dışarıdaki aktörlere de mesaj niteliği taşımaktadır. Türkiye ve Katar başta olmak üzere Suriye’de Baas rejiminin halihazırdaki yönetiminin mevcut haliyle sürdürülemeyeceğini ve Beşar Esad’ın iktidardan uzaklaşmasını savunan aktörler Esad sonrası dönem için 1990’ların Afganistan’ına benzer kaotik bir senaryodan çekinmektedirler. Bu yüzden Şam’da İslam Ordusu, Dera’da ÖSO Güney Cephesi ve kuzeyde Ahrar’u Şam gibi hem askeri olarak oldukça güçlü hem de Suriye’nin geleceğine dair orta noktada buluşulabilecek vizyonlara sahip radikal olmayan unsurlar dış aktörler için hayati öneme sahiplerdir. Ahmet Davutoğlu’nun Halep ile Türkiye bağlantısının kesilmesine izin verilmeyeceği açıklaması –bir başka ifadeyle Esad güçleri ve IŞİD’e karşı Halep’te muhaliflerin ciddi bir biçimde desteklenmesi- kuzeydeki muhalefetin Türkiye için önemini bir kez daha en resmi ağızlardan ortaya çıkarmıştır. Görünen odur ki Türkiye ortak tehditler ve gelecek tahayyülleri çerçevesinde başta Türkmen ÖSO unsurları olmak üzere kuzeydeki muhaliflerle işbirliğini ivme kaybetmeden sürdürmek arzusundadır. Bu yüzden kuzeydeki en güçlü muhalif grup olan Ahrar’u Şam ile Türkiye arasındaki ilişkilerin ivme kaybetmeden aynı doğrultuda devam etmesi muhtemel gözükmektedir.