Arap Baharına Oryantalist Bakış Açısı

Süleyman GÖK, Selçuk Üniversitesi U.İ.B.
‘’ Kendi ismini veremediğiniz zaman egemen olamazsınız! ‘’
Oryantalizm, en genel tanımı itibariyle batılı güç merkezlerinin doğu toplumlarını baştan yaratma süreci olarak tanımlanmaktadır. Burada doğu toplumundan kasıt Asyalının yeniden yaratılma süreci olarak ifade edilmektedir. Batılı güç merkezleri, yeniden yaratma sürecinde bir takım verilerden yararlanarak bu süreci oluşturmaktadır. Bunlar genel olarak, İslam kültür ve medeniyeti, İslam tarihi, resimler, istatistiki veriler gibi kültürel ve beşeri yanı ağır basan unsurlar üzerinde çalışarak batı algısına dayalı yeni bir şark kültürü ve şarklı figürü ortaya çıkarmaktadır. Kadim zamandan itibaren görülmüştür ki bilgiye hükmeden ve bilgiyi kullanan iktidarlar her zaman dünyaya hükmetmiştir ve bundan dolayıdır ki batıda başlayan oryantalist çalışmaları bilgi-iktidar ilişkisinden bağımsız olarak okunmamaktadır. Bu coğrafyaya ait üretilen bilgiler konjonktürel şartlara göre değişmekle birlikte dünyadaki güç merkezinden bağımsız olarak düşünülemez.
Arap Baharı diye ifade edilen Ortadoğu’da demokratikleşme ve halk ayaklanması sürecine bu yazıda oryantalist bir bakış açısıyla bakılacaktır. Öncelikle, Arap baharının farklı okuma şekillerinin bulunduğunu ve sosyal bilimler alanında kesin bir sonucun olmadığı gerçeği bizi farklı düşünce kalıpları ile sorgulamalara, analiz yapmaya götüren en temel olgudur. Bu yüzden Arap Baharı diye ifade edilen sürece komplocu diye tabir edilen ve bölgenin kendi dinamiklerini yadsıyarak tamamen dış odaklı gözle okuyan bir anlayış ile değerlendirmelerimi yapacağım. 
Öncelikle, Arap Halklarının batılı merkezler tarafından nasıl algılandığını yazılan edebi eserlerden ve uluslararası medyada çıkan haberlerden görebiliriz. Araplar, gerek dini gerek ise kültürleri gereği diktatörlere alışkın ve demokratik hayatın unsurları olan; liberal demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti, kendi kendini yönetebilme gibi çağdaş ve evrensel standartlara erişmemiş, ilkel bir hayat süren topluluk olarak görülmektedir. Aralık 2010 tarihinden itibaren ise gerek medya aracılığıyla gerekse yapılan akademik çalışmalar Arap halklarının demokratikleşmesi gerektiğini, insancıl yaşamsal standartların önemini vurguladılar ve bu vurgulamalar halen devam etmektedir. Acaba, bu değişikliğin nedeni nedir diye aklımıza sorular gelmektedir. Tarihin çeşitli dönemlerinde aşağılanan ve öteki olarak algılanan üzerinde türlü türlü imgeler yaratılan bir halkı birden düşünmek nereden akıllara geldi? Eğer bu soru tamamen bölgenin kendi dinamiklerini yadsıyorsa başka bir soru ile pekiştirilerek meşruiyet zemini hazırlanabilir. Ortadoğu halkları yaklaşık 30 yıldır diktatörlükle yönetilen ve ezilen uluslar olarak görülmekteydi. Eğer batılı iktidar ve güç merkezleri insan hakları özelinde savundukları fikirleri neden 10-15 yıl önceden uygulamaya geçmediler de Aralık 2010 yılında Tunus’ta işportacı gencin kendini yakmasını beklediler? Bu sorular önemli bakış açılarını göstermekte ve oryantalist okuma yapanlara önemli meşruti bir alan açmaktadır. Yoksa batılılar Arap halklarını ‘’ ihya edilmiş uluslar ‘’ olarak mı görmeye başladılar?
Arap Baharının doğuşu itibariyle değişik tartışmalar yaşanmaktadır. Bölgenin kendi dinamikleri sayesinde mi yoksa batılı güçlerin itici gücü ile mi bu süreç gerçekleşti halen sorulan sorular arasında bulunmaktadır. Ancak, batılı eserlerden ve çalışmalardan gördüğümüz kadarıyla bu halkların yönetilmesi gerektiği algısı ve bilgisi akıllarımızda bulunmaktadır. Arapların fıtraten cani ve neyin iyi neyin kötü olduğunu bilmeyen coğrafyanın insanları olarak görülmesi, yerleşik sisteme başkaldırma süreci olarak başlayan baharın gerçek anlamda bölgesel dinamikler sayesinde değil, batının desteğini ve gücünü arkalarında hissederek gerçekleştirilen bir olgu olarak görülmektedir.
Gerçekte Arap Baharı Arap mıdır? Bahar mıdır? İlk cümlede de yazdığım gibi kendi isminizi kendiniz veremediğiniz zaman bağımsızlıktan ve egemenlikten bahsedemezsiniz. Arap Baharında bu cümlenin pratiğe uygulanmış halini görebilmekteyiz. Batıda verilen ismin Arap Baharı olması aslında doğu halkları Arap devrimi olarak anılmaktadır. Bahar ise olumlu bir algı bırakması için kullanılmaktadır. Ancak yaşanacak ve yaşanan gelişmelere baktığımız zaman ortada bahardan ziyade, baharı bekleyen kumrular gibi bir halk görmekteyiz.
Oryantalizm, Arap Baharının vücut bulmuş halidir. Arap baharı öncesi üretilen bilgilerin batılı iktidarlardan bağımsız olarak düşünemeyiz. Nasıl, Mısır tarihi hakkında yazılan ve algılarımıza hükmeden bilgiler Napolyon’dan bağımsız değilse, Arap baharı da ABD güç merkezinden bağımsız olarak düşünülemez. Arap coğrafyasında demokrasi ve özgürlük hareketlerini destekleyen ve halkların arkasında duran güç merkezleri gerçekten bu halkların ihya olması için mi yardımda bulundular yoksa örtülü olarak farklı amaçları mı var soruları sorulabilir. Libya’da Kaddafi’nin devrilmesi, Mısır’da Hüsnü Mübarek’in girmesi acaba bölgede kalıcı bir demokrasi kültürünün yaygınlaşmasına neden oldu mu? Yoksa sömürgeciliğin post kolonyal dünyada şekil değiştirmesi ile yeni boyuta geçen bir sömürgecilik anlayışı ile mi karşı karşıyayız? 
  Sonuç olarak, zihinsel algılarımıza hükmeden bilgiler her zaman kalıcı olarak şüphe ve kuşku bırakmayı amaçlamaktadır. Üretilen her bilginin sonunda sizi kontrol etmeyi amaçladığı gerçeği unutulmamalıdır. Arap baharı değerlendirilmesinde bu boyutun bulunduğu realitesi yadsınmamalıdır. Günümüzde Suriye hakkında üretilen bilgilerin medya ve kamuoyunda konuşulan olayların gerçekliği, ideolojik üretim merkezlerinin ürettiği bilgilerden bağımsız değildir. Napolyon’un dediği gibi, enstitüler, askerlerden daha az öneme sahip değildir sözü gösteriyor ki bilgide hâkimiyet mücadelesinde önemli rol oynamaktadır. Zaten Şark ile Garp arasındaki ilişkide güç-iktidar-bilgi ilişkisi değil midir?