“Arap Demokratikleşme Dalgası” Üzerine Düşünceler

- ORSAM -
Avrupa Birliği Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü Başkanı Alvaro de Vasconcelos 30 Ocak 2012 tarihinde Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı’nın (TEPAV) davetlisi olarak Ankara’daydı. AB’nin Ortak Dışişleri ve Güvenlik Politikaları, Avrupa-Akdeniz ilişkileri ve genel olarak dünya düzeni ile ilgili çalışmalarıyla tanınan Vasconcelos Avrupa ve Portekiz basınında yakından tanınan ve takip edilen bir isimdir. Kendisi AB Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü’nden önce Lizbon merkezli Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü’nün kurucularından biri olup bu enstitüde 2007 yılına kadar çalışmıştır. TEPAV tarafından düzenlenen “Arab Democratic Wave One Year After / Bir Yıl Sonra Arap Demokratik Dalgası” başlıklı toplantıda Vasconcelos, son bir yıldır Ortadoğu’yu ve Arap dünyasını sarsan gelişmelerle ilgili fikirlerini dinleyici kitlesiyle paylaşmıştır.    Vasconcelos söz konusu gelişmeleri “Arap Baharı” olarak değil de “Arap Demokratikleşme Dalgası” olarak adlandırmaktadır. Bu tercihiyle ilgili olarak Vasconcelos, “Arap Baharı” adlandırmasının oryantalist tınılar içerdiğini belirtmiş ve önceki “baharların” (Prag Baharı 1968) bastırılarak kışa döndüğünü vurgulamıştır. Bu bakımdan kendisi Arap baharının kışa dönmemesi temennisinde bulunmaktadır. Vasconcelos, Tunus’ta işportacılık yapan üniversite mezunu Muhammed Bouazizi’nin kendisini yakmasıyla kıvılcımlanan ve kısa sürede bölgesel ve hatta bölgeyi aşan etkilerde bulunan bir olağanüstü dinamiğin etkilediği 2011 yılı sonrasında bugüne dair bir durum tespitiyle sunumuna başlamıştır. Mevcut durum itibariyle, Vasconcelos, bu dinamiğin sarstığı ülkeleri dört kategoride ele almaktadır. Birinci kategoride, “demokratik geçiş süreci yaşayan ülkeler” olan Tunus ve Mısır, diktatörlükleri yıkmış ve çoğulcu bir sistemin inşasına başlamıştır. İkinci kategorideki “liberal monarşiler” yani Fas ve Ürdün, demokratikleşme dalgası henüz başlamadan önce, rejimlerini sağlamlaştırmak adına birtakım reformlara girişerek ülkelerinde henüz demokratikleşme ile sonuçlanmayan bir siyasal liberalleşme süreci başlatmıştır. Üçüncü kategorideki ülkeler ise herhangi bir reform girişimi olmadan, baskı ve şiddet yoluyla rejimlerini korumayı tercih etmiştir. Libya ve Suriye bu kategoriye girmektedir. Vasconcelos’un dördüncü kategorisi ise Cezayir, Filistin Yönetimi ve Lübnan gibi tanımlanması zor ve diğer kategorilere girmeyen ülkelerin içinde bulunduğu bir sınıflandırmadır. Vasconcelos’un sınıflandırması faydalı bir zihin egzersizi sağlamaktadır; ancak kapsamını genişletmek gerekmektedir. Vasconcelos Fas’tan Lübnan’a kadar uzanan coğrafyaya dair konuşacağını sunumun başında belirtmiştir. Ancak Körfez Arap Devletleri ve Suudi Arabistan’ı da analizin ve sınıflandırmanın içine katmak daha etkili olacaktır. Zira bu devletler de yaşanan süreçten doğrudan etkilenen ve çeşitli yollardan bu sürece müdahil olan devletlerdir.    Vasconcelos, 2011’de yaşanan gelişmelerin, Huntington’un demokratikleşme dalgaları kavramıyla açıklanabileceğini belirtmiştir. Ancak mevcut dalganın İslam ve demokrasiyi birleştirmesiyle Huntington-sonrası bir nitelik kazandığını ifade eden Vasconcelos, aynı zamanda yeni siyasi güçlerin Batılı bir modelden ziyade kendilerine özgü ve İslami bir demokrasi modeli kurma niyetlerinin de mevcut dalgaya Batı-sonrası bir nitelik kattığını vurgulamıştır. Aynı zamanda, Vasconcelos’a göre, bu dalganın, devrimlerin itici gücü olan gençliğin sıkıntılarından ve taleplerinden doğan çok yoğun bir sosyal bileşeni bulunmaktadır.    Vasconcelos’a göre demokratikleşme dalgasının yaşandığı ülkelerde çok önemli sorunlardan biri meşruiyet sorunudur. Devrimden kaynaklanan meşruiyet anlayışı ve seçimlerden kaynaklanan meşruiyet anlayışının arasında bir çatışma olduğunu ifade eden Vasconcelos, buna örnek olarak da Tunus’ta seçimleri İslamcı parti Nahda’nın kazanmasının bazı kesimlerce karşı-devrim olarak nitelendirilmesini belirtmiştir. Bir diğer sorun demokratikleşme dalgalarının sosyal bileşeninden kaynaklanmaktadır. Genç nüfusun işsizliği, yaşanan gelişmelerde önemli bir itici güç doğurmuştur ve önümüzdeki yeni dönemde bu konudaki sıkıntıların giderilmesi beklenmektedir. Bu da yeni hükümetlerin önünde kabarık bir sosyal talepler listesi oluşturmaktadır. Vasconcelos’un bahsettiği bir başka sorun ise dış güçlerin bu gelişmelere dair nasıl tepki vereceğidir. Bölgedeki yeni siyasi güçler ve sosyal hareketlerin ekonomik ve sosyal yardıma ihtiyaçları olmakla birlikte dış güçlere yönelik coşkulu bir teveccüh tespit edilememektedir. Aynı zamanda bu güçler dışarıdan baskı, dayatma veya şartlılık ilkesi görmek istememektedir.    Arap dünyası ve Ortadoğu’da yaşanan gelişmelere ilişkin ufuk açıcı düşüncelerini paylaşan Vasconcelos, bu gelişmelerin Batı-sonrası bir Ortadoğu oluşturduğunu söylerken esas olarak dünyanın Batı-sonrası bir düzene kaymakta olduğuna dair düşüncelerini de belirtmiştir. Bu anlamda Vasconcelos, önümüzdeki dönemde Rusya, Çin, Hindistan gibi devletlerin de AB gibi sorumluluk almaları gerektiğine dikkat çekmektedir. Vasconcelos’un sunumu, 2011 yılında Ortadoğu’daki gelişmelerin Avrupa bakış açısından nasıl değerlendirildiğini dinlemek açısından faydalı olmuş ve kendisinin bazı önemli fikirleri daha derinlikli bir yeniden düşünme süreci açısından bir başlangıç noktası olmaktadır.    Vasconcelos’u dinleme imkanını bizlere sağladığı için TEPAV’a şükranlarımızı sunarız.