Batı’nın Suriye Sessizliği

Doç. Dr. Mehmet Şahin, ORSAM Ortadoğu Danışmanı, Gazi Üniversitesi Uluslararası İli
Mart 2011’den beri yaklaşık olarak on dokuz aydır şiddetini artırarak devam eden Suriye’deki olaylar karşısında Batı’nın (ABD+AB) sessizliği devam ediyor. Tabi ki, bu sessizlik, Batı’nın Suriye’deki yaşananlarla hiç ilgilenmediği anlamına gelmez. Fakat, Batı’nın Libya konusunda ortaya koyduğu tavır göz önüne alındığında, Suriye’deki duyarsızlığı düşündürücü hale gelmektedir. Fransa’nın tavrında olduğu gibi, yangından mal kaçırırcasına Libya’ya müdahale eden Batı, iş Suriye’ye gelince akıl vermekten öte tavır geliştir(e)miyor.
 
ABD’nin Suriye Yaklaşımı
 
ABD, Suriye’deki değişimin, en azından kendisi açısından, kolay olmayacağını gayet iyi biliyor. 2000’li yıllarda ABD’nin iki önemli müdahalesi oldu. Bunlardan ilki, 2001 yılında Taliban Yönetimi’ndeki Afganistan’a, ikincisi ise 2003 yılında Saddam Yönetimi’ndeki Irak’a. ABD söz konusu iki müdahalede de istediğini alamadı ve başarısız oldu. Hem de kime karşı?  Biri 1979’dan beri iç savaş yaşayan Afganistan’a, diğeri ise 1980–1988 İran-Irak Savaşı’nı saymak isek, 1991 Birinci Körfez Savaşı’ndan beri sürekli vurulan, yıpratılan ve iyice zayıflatılan Saddam Yönetimi’ne karşı. Her iki müdahalede de ABD söz konusu ülkelere hızlı girdi, ama çıkış hiç kolay olmadı. Her geçen gün ABD için maliyet arttı. Neredeyse ABD’nin elinde kalan tek kazanç, eğer kazanç sayılırsa, Irak’ta Saddam’ın asılması, Afganistan’da ise Usame Bin Ladin’in öldürülmesi oldu.
 
İlk olarak, söz konusu müdahalelerin her anlamda maliyetini göz önünde bulunduran Obama Yönetimi’ndeki ABD, 2011 sonu itibariyle Irak’tan askerlerini çekti. 2014 yılı içerisinde ise Afganistan’dan askerlerini çekmeyi planlamaktadır. İşte bu iki ülkedeki kötü deneyimi göz önünde bulunduran ABD, Irak’tan askerlerini çekerken ve Afganistan’dan çekmeyi planlarken Suriye gibi çok kompleks angajmanlara sahip ve yeteri kadar yıpranmamış, bölgesel ve uluslararası desteği de olan Esad Yönetimi’ne karşı harekete geçmesi oldukça zor görünmektedir.
 
İkinci olarak, Kasım ayı başında ABD’de başkanlık seçimi yapılacak. Hiçbir devlet ülkesi için çok önemli olan seçim sürecinde nasıl sonuçlar doğuracağı belli olmayan bir maceraya girişmez. Nitekim, ABD’de hem iktidar hem de muhalefet neredeyse tüm dikkatlerini seçim sürecine odaklamış durumdadırlar. Suriye ise bu süreçte tartışılan dış politika konularından sadece birini oluşturmaktadır.
 
Üçüncü olarak, yaşanmakta olan ekonomik kriz sürecide ABD’nin Suriye konusundaki tavrını etkilemektedir. Amerikan kamuoyunun siyasetteki etkisi düşünüldüğünde ekonomik faktörün çok önemli olduğu rahatlıkla görülebilir. Amerikan toplumunu iyi izleyen herkes şunu iyi bilir ki, sıradan Amerikalılar için, ki bunlar seçimde oy kullanacaklardır, günde kaç hamburger yedikleri Suriye’de yaşananlardan daha önceliklidir. Bunu bilen Amerikalı siyasetçiler elbette ilk önce kendi toplumlarının beklentilerine öncelik vereceklerdir. Nitekim, öyle de olmaktadır. Kısaca, Suriye’de yaşananlar ABD için acil gündem maddesi değildir.
 
Dördüncü olarak, ABD Suriye’deki yaşananlara İsrail’in güvenliği açısından da bakmaktadır. ABD ve İsrail açısından Esad bilinen bir düşmandır. İçinde El Kaide unsurları ve Müslüman Kardeşler bulunan Suriye’deki parçalı muhalefet ise bilinmeyen bir harekettir. En azından Esad karşıtı muhalefetin İsrail konusundaki tavrı bugüne kadar netleşmiş değildir. Bu yüzden, ABD ve İsrail açısından bilinen bir düşman bilinmeyen bir hareketten daha evla görülebilir. Suriye’de yaşananlar tam olarak kontrolden çıkmadığı, Esad karşıtı muhalif güçlerin omurgası netleşmediği ve bunların İsrail’e yaklaşımları belirginleşmediği sürece muhalif güçlerin ABD’nin desteğini tam olarak alamayacakları rahatlıkla söylenebilir.
 
Beşinci olarak, ABD Irak’ta olduğu gibi yönetim karşıtı grupların “gel gel” çağrılarına kanmak istemiyor. Irak’ta Şiilerin de içinde olduğu Saddam karşıtı muhalif güçler ABD’yi “çiçeklerle” karşılayacaklardı. Beklenen gerçekleşmedi. Irak’ta söz konusu muhalif güçler ABD sayesinde Saddam’dan kurtuldular. Saddam gitti. Şiilerin yönetimine geçen Irak ise beklenenin aksine ABD’nin değil İran’ın etkisine girdi. Bu deneyimi göz önünde bulunduran ABD, aynı hatayı Suriye’de yapmak istemeyecektir. Müslüman Kardeşler ağırlıklı muhalif güçlerin “gel gel” çağrıları sonucunda ABD ve İsrail’in hiç de beklemediği bir sonuç çıkması kuvvetle muhtemel gözükmektedir. Bu yüzden, ABD tam olarak emin olmadığı muhalefete destek vermenin kendi çıkarı açısından doğru olmayacağını değerlendirdiği anlaşılmaktadır.
 
Bütün bu sebeplere rağmen, ABD’nin muhalif güçlere hiç destek vermediği söylenemez. En yetkili ağızlardan Esad’ın gitmesi gerektiği dile getirilmektedir. Bunun yanında, ABD’nin muhalif güçlere teknik destek sağladığı söylenmektedir. En azından uluslararası arenada muhalif güçlerin haklı oldukları yönünde bir politika takip edilmektedir. Fakat, tüm bunlar muhalif güçlerin Esad’ı devirmesine yetmemektedir.
 
Avrupa Birliği’nin Suriye Tavrı
 
Ekonomik krizle uğraşan AB için Suriye öncelikle uğraşılması gereken bir konu değildir. 27 üyeli Birliğin bugüne kadar herhangi bir dış politik konuda ortak bir tavır sergilediği nadir görülmüştür. 1990’lı yıllarda Avrupa’nın ortasında Bosna ve Kosova’da yaşanan etnik temizlik seviyesindeki katliamlara sessiz kalan Birliğin, Suriye’de yaşananlar konusunda etkili bir tavır gösteremeyeceği aşikar gözükmektedir.
 
Sonuç
 
Batı’nın tavrının Suriye’de yaşananların maliyetini tamamen bölge ülkelerine ödetmeye yönelik olduğu görülmektedir. Adeta, Batı’nın “ben plan ve akıl veririm, siz savaşın” der gibi bir tavır içinde olduğu anlaşılmaktadır. Bugüne kadar Batı’nın ortaya koyduğu tavır “başta Katar ve Suudi Arabistan olmak üzere zengin Sünni Arap ülkeleri parasal maliyeti ödesin, genç nüfusa sahip olan Suriye’nin komşusu Türkiye ise insan gücüyle Suriye’ye müdahale etsin” şeklinde rahatlıkla yorumlanabilir.
 
Suudi Arabistan ve Katar parasal maliyeti göze alsalar da Esad’ın bütün provokasyonlarına rağmen ve Batı’nın Türkiye’ye “Sen aslansın, kaplansın, küresel bir güç olma yolunda bölgesel bir güçsün, Suriye’deki Esad tiranlığını kolaylıkla halledersin…”  mealindeki söylem ve tavırlarına rağmen, Türkiye Suriye’ye tek başına müdahil olmayacaktır/ olmamalıdır. Aksi halde, Türkiye’nin Suriye’de dost düşman herkesin sevineceği bir “güç boşalması” yaşaması kuvvetle muhtemel olacaktır.