Boşluklara Dikkat: Türkiye’nin Gerçekleri ve Başkalarının Algılayışı

Doç. Dr. Tarık Oğuzlu, ORSAM Ortadoğu Danışmanı, Uluslararası Antalya Üniversitesi
Yurtdışında, Türkiye’nin Suriye politikasının, Asya’nın diğer yükselen güçlerine nazaran Batı’nın köklü demokrasilerinin görüşleriyle daha fazla uyumlu olduğu yönünde bir algı bulunmaktadır. Türkiye’yi diğer yükselen güçlerden ayıran nokta Türkiye’nin Esad rejiminin yıkılışını Suriye’nin demokrasiye barışçıl yollardan geçilmesi ve Arap Baharı çerçevesinde yaşanan halk ayaklanmalarının başarısı açısından önemli görmesidir. Üstelik, uluslararası toplumun devletlerin içişlerine karışmaması gerektiğini vurgulayan ve “koruma sorumluluğu” ilkesini kuşkucu bir şekilde değerlendiren diğer yükselen güçlerden farklı olarak Türkiye krizin en başından itibaren Esad’ın ülkesindeki meşruiyetinin, en başta yaptıklarının hesabını verebilecek kapasitede olmasından ve protestocuların taleplerini karşılama gücünden kaynaklanacağını söylemektedir. Esad’ın yetki ve güçlerini bırakmayarak demokrasiye giden yolda olumlu niyet göstermemesi nedeniyle Türk yetkililer Suriye’deki göstericilere uluslararası toplumun yardım etmesinin uygun ve meşru olacağını öne sürmektedirler.

Aslına bakılırsa Türkiye’nin Suriye’deki krize ilişkin politikasını şekillendiren iki temel motivasyon vardır. Bunlardan birincisi Türkiye’nin liberal-demokratik dönüşümünün onun dış politikasını etkilemesidir. Türkiye’nin devam eden ve Batılılaşma veya Avrupalılaşma olarak da nitelenebilecek olan liberal-demokratikleşme süreci dış politikada demokratikleşme vurgusunun ön plana çıkmasını sağlamıştır. Türkiye’deki karar mercileri kendilerini giderek daha fazla toplumun hassasiyetlerine, görüş ve taleplerine uygun davranmak zorunda hissetmekte ve demokratik olmayan ülkelerle girilen ilişkileri halkın gözünde kolaylıkla meşrulaştıramamaktadırlar. Türkiye iç siyasetindeki liberal-demokratikleşme hızlandıkça, yurt dışındaki liberal demokratik girişimleri destekleme süreci devam edecektir.

Suriye’ye yönelik yaklaşımı etkileyen ikinci neden ise Türkiye’nin kendi ulusal çıkarlarını gözetmek istemesidir. Türkiye’nin ekonomik kalkınmasını ve istikrarını sürdürebilmesi için Ortadoğu’nun bölgesel işbirliğinin yaşandığı bir coğrafyaya dönüşmesi gerekir. Türkiye kendi çıkarları için Ortadoğu’da Hobbesçu güvenlik anlayışından AB güvenlik zihniyeti ve uygulamalarının örnek alındığı Kantçı güvenlik anlayışına geçilmesini istemektedir. Bilindiği gibi “komşularla sıfır sorun” politikası Türkiye’nin normatif kaygılarını ve ulusal çıkarlarını yansıtan başarılı bir kombinasyondur. Ortadoğu’nun Türkiye’nin içinde yaşanan dönüşümü şekillendiren değer ve normlar çerçevesinde dönüşümü Türkiye’nin normatif vurguları ve reelpolitik güvenlik stratejisiyle uyumludur.

Buna rağmen, Asya’nın yükselen güçlerinin Türkiye’nin politikalarını algılayış şekliyle Türkiye’nin politikalarının niteliği arasında bir fark olduğu görülmektedir. Türkiye’nin bölgede üç hedef peşinde koştuğu algısı vardır. Bunlardan ilki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Osmanlı İmparatorluğu’nu yeni bir biçimde diriltme niyetinde olduğu algısıdır. İkincisi ise Türkiye’nin İran ile hiç bitmeyen politik bir rekabet içinde olduğu ve İran’ın bölgedeki gücünü azaltmak adına hiç bir fırsatı kaçırmak istemediği algısıdır. Üçüncü alsı ise Türkiye’nin bölgede ABD’nin bir taşeronu gibi hareket ettiğidir. ABD’nin ‘kıyısal dengeleme’ strateji kapsamında Türkiye’nin kilit ülke seçildiği düşünülmektedir. Bu görüşe göre Washington ve Ankara arasında Arap Baharının başlamasından bu yana artan işbirliğini anlamak için Obama Yönetimi’nin Türkiye ile ‘model ortaklık’ tarzı bir ilişki kurmak istemesini ve Türkiye’nin ABD’nin göreceli düşüşünü azaltma kadına işbirliği yapılması düşünülen ülkelerden birisi olduğunu hesaba katmak gerekir.
Bu bağlamda Türk karar alıcılarını bekleyen zorluk Türkiye’nin gerçek amaçlarıyla amaçlarının algılanışı arasındaki uçurumu ortadan kaldırmaktır. Şimdi bunun hakkında biraz düşünelim...