Bütünleşmeye Dair Bir Gündem: Ortadoğu’da İklim Değişikliği ve Sınıraşan Su Sorunları

İklim değişikliği konusunu sınıraşan su politikaları içerisineentegre etmek kolay değildir. Görece yeni bir ilgi alanı haline gelen “iklim değişikliği” konusu(uluslararası su antlaşmalarında yer alan yalnızca birkaç göndermeyi kısmen açıklamaktadır bu durum) hala oluşabilecek etkiler ve oluşacak bu etkilerle nasıl baş edileceği hususundaki anlaşmazlıklar gibi bir takım sorunlar barındırmaktadır. Ayrıca,planlama faaliyetleri ve uygulama arasındaki boşluklara ek olarak, farklı ölçekler arasında da koordinasyon eksikliği söz konusudur.

İklim değişikliği meselesini siyasi karar alma süreçlerine dahil etme konusundaki belirsizlikler ve diğer engellere rağmen, Orta Doğu’nun iklim değişikliğinin yol açtığı etkilere bağlı olarak küresel ölçekte su sıkıntısı çeken bölgelerin başında geldiği gün geçtikçe daha da belirgin hale gelmektedir. Bu sebeple, Orta Doğu’daki sınıraşan su politikaları, belirsizlik zemininden ayrılarak, iklim değişikliğinin bölgede bulunan sınıraşan su kaynakları üzerinde yağış miktarının azalması, sel ve kuraklık gibi şiddetli hava olaylarının artması ve su kalitesinin gerilemesi gibi bölgede halihazırda mevcudiyeti kesin olan problemlere yönelik oluşturulması gerekmektedir. Bahsi geçen bu problemler tarımsal kayıpları tetikleyerek ve nihayetinde de çiftçiliğin yoğun olarak yapıldığı topluluklarda toplumsal baskılara neden olarak bölgede mevcut haldeki gerginliği geniş ölçekte tırmandırmaktadır.

Adelphi tarafından yakın zamanda yayımlanan raporda (Su ve İklim Diplomasisi: Sınıraşan Nehir Havzalarında Uyumlayıcı Eylemlere Yönelik Yaklaşımlar) iklim değişikliğiyle uyuma destek noktasında anahtar niteliğindeki su yönetimi araçları belirtilmekte ve ulusal, sınıraşan ve uluslararası ölçekte mevcut olan ilgili aktörlere tavsiyeleri liste halinde sunmaktadır, ve bu liste uzunca alıntılanmayı haketmektedir; “havza bazlı ve sınıraşan mantıkta bir düşünüşün , ulusal uyumlaşma planlamalarıylabirleştirilmesinin teşvik edilmesi ve desteklenmesi, ve aynı anda, iklim değişikliğiyle uyum politikalarının var olan ve yeni ihdas edilen havza kurumlarıyla bütünleştirilmesi, özel organizasyonel birimler ya da standartlaştırılmış iletişim usullerinin kurulmasıyla bölgesel ve ulusal nehir havzalarının yönetimleri arasındaki bağları güçlendirmeye yönelik çalışmaların desteklenmesi, sınıraşan ve mümkünse havza çapında özel iklim değişikleri hususunda yapılan çalışmaları da içeren (kırılganlık ölçümleri gibi) veri paylaşımının teşvik edilmesi, ve bu verilerin güven arttırıcı önlemler ve ideal olarak da ortak uyumlaşma müdahalelerinin detaylandırılması için eş zamanlı olarak kullanılmasının mümkün kılınması; güvenilir maddi üye katkılarıyla havza kaynaklı kurumların çekirdek görevlerinin yeterli derecede finanse edilmesi, uyumlaşmanın ek maliyetlerinin karşılanması hususunda ikili ve çok taraflı iklim fonlamalarına erişimin kolaylaştırılması; yeni havza kurumlarının ihdası noktasında kıyıdaş ülkelere destek sağlanması ve değişimle baş etmeye yardımcı olan yönetim mekanizmalarının (esneklik mekanizmaları, uyuşmazlık çözüm unsurları ya da sınıraşan çevre etki değerlendirmeleri için standartlar gibi) dahil edilmesi aracılığıyla mevcut mekanizmalarının güçlendirilmesi”.

Değişime uyum sağlama bu yüzden yalnızca antlaşma metinlerinin yazımında değil, aynı zamanda sınıraşan su politikalarının bütün aşamalarında büyük önem taşıyan anahtar bir kavram özelliğindedir. Uyumlaştırıcı mekanizmaların, kuralların ya da havza antlaşmalarındaki araçların eksikliği, önemli bir değişiklik söz konusu olduğunda oldukça ciddi bir probleme dönüşebilecek belli bir düzeydeki rijitliğin ifadesidir. Bu noktada Fırat ve Dicle havzaları oldukça yerinde bir örnek teşkil etmektedir. Suriye ile Türkiye arasında 1987 yılında imzalanan protokol gereği Fırat’tan saniyede 500 metreküp su Suriye-Türkiye sınırında Türkiye’den Suriye’ye akacaktır. Bu protokolün su tahsisi konusunda nihai bir antlaşma yapılıncaya kadar geçici olarak yürürlükte kalması kararlaştırılmıştı. Ancak, nihai bir çözüme ulaşma noktasında yaşanan bir takım zorluklar neticesinde protokol uzun soluklu bir antlaşma halini aldı. Antlaşmanın yapıldığı tarihte mutabakat sağlanan miktar Fırat nehrinin yıllık ortalama akışının yaklaşık yarısı kadardı.

Fakat, o günden bu yana, yukarı Fırat havzasında meydana gelen yağış miktarının ciddi yüzdelerde azalmaya meyil gösterdiğine ilişkin yüksek ihtimaller üzerine bir dizi bilimsel çalışma yürütülmüştür. Bu eğilim devam ettiği takdirde, bazı bilim insanlarınca, Fırat’ın yıllık ortalama akışının yüzde 50’ye ve hatta daha da daha da aşağılara gerileyebileceği tahmin ediliyor. Hal böyle olursa, istikrarlı bir biçimde artış gösteren kendi kullanımları da dikkate alındığında, Türkiye’nin vaat ettiği orandaki akış miktarını sürdürmesi –fiziksel olarak- neredeyse imkansız olacaktır. O zamanlarda böylesi bir anlaşmanın yapılmasına ön ayak olan Suriye ve Türkiye arasında baskı oluşturan bazı diğer bağlamsal faktörler söz konusuydu. Belirli rakamlar (kota) üzerinden anlaşmak metodu, üç yıl sonra Suriye ve Irak arasında imzalanan bir anlaşmada tekrarlanmamıştır. Onun yerine, 1990 tarihli Protokol, Fırat nehrinden Suriye’ye yüzde 42, Irak’a ise yüzde 58 sabit oranlarında su tahsis edilmesini öngörmüştür..

Adaptasyon konusuna gelince, Adelphi Raporu’nun önerdiği su yönetim araçları testi göz önüne alındığında, Orta Doğu’daki sınıraşan nehir havzaları yüksek oranda başarısız bir tablo ortaya koymaktadır. Öncelikle, iklim uyumu konusunun ele alındığı havza kaynaklı antlaşmalar bulunuyor olmalıdır. İkinci adım olarak, veri paylaşımı operasyonel hale getirilmelidir. Üçüncü olarak, uyuşmazlık çözümleme mekanizmaları oluşturularak, iyi işler hale getirilmelidir. Dördüncü olarak, havza kaynaklı uyumlaştırma çalışmalarını finanse etmek için sürdürülebilir fonlamaya mevcudiyet kazandırılmalıdır. Nihayet, bağlamsal faktörler sınıraşan işbirliğine imkan tanır hale getirilmelidir.

Nil nehrinin dışında, Orta Doğu’daki sınıraşan havzalar ilk kriteri karşılamada oldukça yetersizdir. Ciddi oranda güvensizliğin de mevcut olduğunu gösteren veri paylaşımındaki eksiklik, Orta Doğu’da yer alan sınıraşan havzalardaki en problemli alanlardan biridir. Kurumsallaştırılmış uyuşmazlık çözümleme mekanizmaları (kıyıdaş ülkeler arası diyalog ya da geçici arabuluculukların ötesinde) yetersizdir, ve bölge ülkelerinin içerde gerekli fonlamaları sağlama (ya da dışarıda güvenliğini sağlama) noktasında başarısız durumdadırlar. Son olarak, Orta Doğu ülkeleri arasında var olan ihtilaflı ilişkiler göz önüne alındığında, bağlamsal faktörler (siyasal ilişkiler, konular arası bağlantılar) bölgedeki su anlaşmazlıklarının çözüme ulaştırılması noktasında neredeyse hiçbir katkı sağlamamaktadır.

Kısaca, iklim değişikliği su ile ilgili dinamik sıkıntılara daha verimli çözüm yolları bulmak için Orta Doğu’daki sınıraşan su politikaları içinde ele alınması gereken temel bir meseledir. Ancak, bu, yukarıda da sözü edilen pek çok nedenden dolayı sonuçlandırılması oldukça zorlu bir iştir. Nihayetinde, esas olarak, bu bölgede başarılı olmak için kalıcı siyasi irade ve sağlıklı istikrar çabaları olmazsa olmaz iki unsurdur.