Çevre Politikaları ve Ayrımcılık: Kerkük Türkalan Köyü Örneği

Dr. Seyfi Kılıç, ORSAM Su Araştırmaları Programı Uzmanı seyfikilic@yahoo.com
Hayvanlar ve bitkiler gibi canlı varlıkların tümü, hava, su ve toprak gibi cansız varlıklar ile fiziksel, kimyasal ve biyolojik ilişkileri sayesinde yaşamlarını sürdürmektedirler. Doğal denge ile her tür kendi işlevini yerine getirmekte ve bu denge doğal afetler ile bozulsa dahi, doğa kendi dinamikleri ile yeni bir denge kurabilmekte ve kendini yenileyebilmektedir. Ancak günümüzde bu denge, insan eli ile bozulmuştur. Sanayi Devrimi ile birlikte doğal denge ciddi bir şekilde tahrip edilmiş, doğal kaynakların tükenmesi, kirlenme, iklim değişikliği, ormanların kaybı ve biyolojik çeşitliliğin yok olması gibi çevre sorunları ortaya çıkmıştır.
 
Çevrenin insan tarafından tahribi, kapitalist sistemin ortaya çıkmasından da önce bulunmakla birlikte, özellikle kapitalist dünya sisteminin 1400’lerin ortasından sonra ortaya çıkması ile küresel bir hal almaya başlamıştır. Kapitalizmin ortaya çıkmasından önce, Sümerlerde yoğun su kullanımına bağlı olarak tarım topraklarının tuzlanarak verimsiz hale gelişi ya da Paskalya adasında insan eliyle yaratılan felakete dair yeterince kanıt bulunmaktadır. Ancak tarihte yaşanan bu örnekler hep nispeten küçük bir coğrafyada sınırlı kalmış ve küresel bir sorun doğurmamıştır.
 
Keleş ve Hamamcı, çevrebilim konusunda temel başvuru kitabı olma özelliği taşıyan ve “Çevrebilim” adını taşıyan eserlerinde, çevrenin öz yapısı gereği uluslararası olduğunu, çevreyi belirleyen temel etkenler açısından ele alarak şu cümlelerle ortaya koymuşlardır:
 
“Çevre fiziksel etkenler açısından değerlendirildiğinde, su ve hava gibi çevrebilimsel öğelerin herhangi bir ülkenin sınırlarına bağlı olmaksızın nitelik değiştirdikleri kolayca gözlenir. Ayrıca, bu ortamlarda yaşayan kuşlar, balıklar, memeliler yani hayvan topluluğunu oluşturan tüm canlı türleri bilindiği gibi insanların çizdiği siyasal sınırlardan habersizdir. Toplumların örgütlenmesiyle yakından ilgili olan toplumsal ve ekonomik bilimler açısından soruna yaklaşılırsa, ekonomik etkilerin de uluslararası boyutu oluşturan iki temelden biri olduğu ortaya çıkar. Çevreye yönelik olarak alınacak her karar, ekonomi üzerindeki ağırlığı göz önünde tutularak alınır. Bu bağlamda ülkelerin, uluslararası rekabet pazarında kayba uğramamak için uluslararası düzeyde uyum sağlayacak çözümlerden yana oldukları yeterince açıktır.”
 
Çevrenin uluslararası niteliğinin yanı sıra ortaya çıktığı noktasal kaynak itibarı ile ulusal özelliği de içinde barındırmaktadır. 1970’li yıllarda başlayan çevrenin uluslararası düzeyde korunması çabalarına rağmen dünya üzerinde halen milyarlarca insan yaşanabilir bir çevreye sahip değildir. Özellikle kentsel ve tarımsal kökenli kirliliğin sosyo-ekonomik yönden zayıf durumdaki insanların yaşadıkları yerlerde yoğunlaşması çevre politikaları açısından üzerinde çalışılan önemli bir konudur. Bu konudaki çalışmalar ABD gibi en gelişmiş ülkelerin başında gösterilen ülkelerde dahi değişmediğini göstermektedir. Kentsel katı atık alanlarının Afrika ya da Latin Amerika kökenli insanların yoğun olarak yaşadıkları alanlara yakın yerlere kurulmasına ilişkin birçok örnek bulunmaktadır. Ayrıca yoğun kirlilik üreten sanayi tesislerinin de yine toplumun dezavantajlı kesimlerinin yaşadıkları alanlarda yoğunlaşması da bu yöndeki iddiaları güçlendirmektedir. Literatürde çevresel ırkçılık olarak adlandırılan bu durum gelişmiş ya da gelişmemiş birçok ülkede gözlenmektedir. Kurumsallaşmış ayrımcılık olarak da tanımlanan çevresel ırkçılıkta egemen durumdaki etnik grupların diğer etnik grupların yaşam alanlarını daraltma ve ekonomik olarak güçsüz duruma getirme amaçlanmaktadır.
 
Kerkük’e bağlı Türkalan köyünde son dönemde yaşanan olayları da bu çerçevede değerlendirmek mümkündür. Kerkük şehrinin atık sularının bertaraf edilmesi amacıyla inşa edilmesi planlanan kanalizasyon projesi için nüfusu tamamıyla Türkmen olan Türkalan köyündeki araziler seçilmiştir. Kerkük-Tikrit yolu üzerinde bulunan bu köy halkı, 1987 yılında Saddam yönetimi zamanında Devrim Komuta Konseyi’nin aldığı kararla arazilerinin tümü kamulaştırılarak yerlerinden edilmiştir. Bu araziler devlet tarafından parsellere ayrılarak Arap aileler getirilmiş ve nüfus yapısı değişikliğe uğratılmıştır. 2003 yılında Amerikan işgalinden sonra ise köy halkı yeniden köylerine dönmüş ve arazilerini işlemeye başlamışlardır. Şu anda Türkalan köyünde 1000 civarında aile ve 5000 civarında nüfus yaşamaktadır. Projenin detaylarına tam olarak vakıf olunmakla birlikte 300 dönümlük bir arazi üzerinde inşa edileceği bilgisi bulunmaktadır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken konu Irak’ta bir dönümün Türkiye’dekinin 2,5 katıdır. Bir başka deyişle Irak’ta 300 dönümlük bir arazi, Türkiye’de 750 dönüme denk gelmektedir. Türkalan köyünde Arazi ve Mülk Anlaşmazlıkları Dairesi’ne bildirilen anlaşmazlıkların toplamda 10.000 dönüm olduğu dikkate alınırsa projenin kaplayacağı alanın büyüklüğü de daha iyi anlaşılabilir.
 
Projenin yapımının durdurulmasına ilişkin mahkeme kararları olduğu iddiasında bulunan köy halkı buna rağmen projenin yürütülmesine karşı protestolarını devam ettirmektedirler. Temel atma törenine büyük bir koruma ordusu ile gelen Kerkük valisinin bu konuda geri adım atmayacağı değerlendirilmektedir. Kerkük’ün genelinde devam eden Kürtleştirme politikasının bir uzantısı olarak değerlendirilebilecek bu proje ile ekonomik olarak sıkıntıya düşecek Türkmen köylülerinin topraklarını terk etmesi ve Kerkük-Tikrit yolu üzerinde stratejik öneme sahip bu bölgenin Türkmenlerden temizlenmesi amaçlanmaktadır. Irak Parlamentosu 28 Temmuz 2012 tarihinde aldığı bir kararla Türkmen arazilerinde demografi değişimlerine yol açacak tarım arazileri üzerinde proje uygulanmasını reddeden bir karar almıştır. Mahkeme kararına ek olarak Parlamento kararının olmasına rağmen projenin devam etmesi ancak yukarıda bahsedilen politika ile açıklanabilir. Projenin uygulanacağı arazinin tamamı ile tarım arazisi olmasına ve yakın bir bölgede daha uygun bir bölge olduğu iddialarına karşın proje devam etmektedir.
 
Kentsel kaynaklı su kirliliğinin bu bölgede sadece projenin uygulanacağı 750 dönümlük alanda etki doğuracağı beklenmemelidir. Atık suyun arıtılması sürecinde kullanılacak kimyasal kökenli maddelerin kullanılacak havuzlardan sızma tehlikesi her zaman bulunmaktadır. Ayrıca büyük su yapılarının sabotaja açık olması da güvenliğin oldukça kötü olduğu Irak’ta ilave bir risk yaratmaktadır.