Çin-İran-Irak İlişkileri Bağlamında Kasım Süleymani Suikastı

ABD, yakın geçmişte İran’ın Amerikan hava araçlarını düşürmesine1 ve Hürmüz Boğazı’ndaki eylemlerine daha büyük bir misillemeyle karşılık vermemiş ve tansiyonu düşük tutmuştur. Bunun yanında Körfez ülkelerinin ve İsrail’in İran’a karşı caydırıcı adımlar atılmasına yönelik baskılarına direnmiş ve İran’a karşı askeri bir adım atmaya yanaşmamıştır. ABD’nin Hizbullah Tugayları’na karşı düzenlediği saldırının ardından ise, İran adeta meseleyi tırmandırma yoluna gitmiş ve İran destekli Haşdi Şabi silahlı grupları Irak’ta ABD Büyükelçiliği’ne baskın düzenlemiştir. Büyükelçilik binasına “Kasım Süleymani liderim” ibaresi2 yazılması ise, sürece yeni bir boyut kazandırmıştır.

Çok geçmeden İran’ın en önemli komutanı Kasım Süleymani, ABD Başkanı Donald Trump’ın emriyle Irak’ta bir füze saldırısıyla öldürülmüş, bölgede gerilim aniden yükselerek olası bir ABD-İran sıcak çatışmasından bahsedilmeye başlanmıştır. Çünkü saldırı gizlilikle planlanmış ve operasyon aniden dünya gündemine düşmüştür.

İran halkının büyük bir kesimi tarafından siyaset üstü bir şahsiyet olarak algılanan Süleymani, İran’ın politikalarının askeri kanadını bölge ülkelerinde tatbik eden, örtülü ödenekten yararlanan, doğrudan dini lider Ayetullah Ali Hamaney’e bağlı Kudüs Gücü komutanı olarak bilinmekteydi. Son dönemde yaşanan bazı gelişmelerde Süleymani, etkinliği bakımından Hamaney’den sonraki ikinci adam olarak öne çıkmaya başlamıştı.

ABD’nin Irak Büyükelçiliği’ne düzenlenen saldırı, Süleymani operasyonu için en önemli gerekçeyi teşkil etse de; Trump’ın Ortadoğu’dan askerlerini çekme ve Ortadoğu’nun polisliği rolünü terk etme söylemleri ile Süleymani’nin ABD tarafından Irak topraklarında öldürülmesi tezat oluşturmuştur. Bu noktada küresel etkenlerin devreye girdiği ve süreci etkilediği söylenebilir. Ayrıca bu küresel etkenlerin ABD dış politika yapım süreçlerinde etkin olan bazı gruplar arasında dış politikaya yönelik ortak bir kanaate dönüştüğü de düşünülebilir. Çünkü Trump’ın söz konusu hamlesini bugüne kadar izlediği politikalar ile izah etmek oldukça güç görünmektedir.

Trump Hedef Olarak Niçin Süleymani’yi Seçti?
Öncelikle niçin Süleymani hedef alındı sorusu karşımıza çıkıyor. Trump, Süleymani’nin öldürülmesine kadar geçen süreçte İran’a karşı İsrail ve bazı Körfez ülkelerinin beklentilerini yaptırımlar temelinde desteklemiş ancak bölgenin sorunlarını kendi içinde çözmesi gerektiğini söyleyerek daha sert bir müdahaleden kaçınmıştır. Bu anlamda Süleymani’nin öldürülmesinden önce gerçekleştirilen Çin, Rusya ve İran ortak deniz tatbikatı3 dikkat çekmiştir. Trump, göreve geldiği günden bu yana en büyük tehdit olarak Çin’i hedef almış ve bu durum ABD’nin Ulusal Güvenlik Belgesi’ne de yansımıştır.4

Trump’ın İran’a karşı yaptırım kararlarının küresel siyaset bağlamında Çin ile rekabet aracı olarak kullanıldığı değerlendirmeleri yapılmıştır5. Son dönemde İran, Çin için önemli bir petrol tedarikçisi ve ciddi işbirlikleri geliştirilen ülke konumuna gelmişti. Çin’in Kuşak ve Yol Projesi’nde İran’a verdiği önem nedeniyle Çin’in büyümesine en önemli katkıyı sunan ticaret yollarında oluşan istikrarsızlıklar, ABD’nin Çin’i engelleme stratejisinde önemli bir basamak olabilir. Çünkü Çin, İran ile ikili ticaretini geliştirmiş ve önemli ticaret güzergahlarında olan ülkelere yatırımlar yapmış ve bu ülkelere yönelik stratejiler geliştirmiştir. Trump, İran’a yaptırımlar ile Çin’in İran ile ilişkilerini en azından yavaşlatmayı başarmış ve Çin, petrol ithalatının yönünü Suudi Arabistan’a çevirmiştir. Yani Çin, Rusya ve İran’ın ortak deniz tatbikatı, küresel çapta ABD’ye verilen bir mesaj olarak değerlendirilebilir. Trump’ın ise, bu mesaja Süleymani’yi hedef alarak sert bir misilleme ile karşılık verdiği yorumu yapılabilir. Ayrıca ABD’de eski ulusal güvenlik danışmanı John Bolton’un temsil ettiği İran’a karşı sert askeri tedbirlerin alınması gerektiğini savunan kanadın bu saldırıya destek verdiği düşünüldüğünde, dış politika konusunda iç bütünlük sağlaması halinde, ABD’nin tek taraflı kararlarla dünyayı etkileyecek askeri adımlar atabileceği görülmektedir. Yani Kasım Süleymani’nin öldürülmesi sürecinde Trump’ın Çin politikaları ile Bolton’ın temsil ettiği İran politikalarının ortak noktada kesiştiği yorumu yapılabilir. Bu anlamda Kasım Süleymani’nin öldürülmesi Trump’ın Ortadoğu politikaları ile örtüşmüyor olsa da; küresel politikaları ile uyum içinde görünmektedir.

ABD Saldırıyı Niçin Irak Topraklarında Gerçekleştirdi?
Irak Başbakanı Adil Abdülmehdi’nin Kasım Süleymani’nin öldürülmesinin ardından Çin’in Bağdat Büyükelçisi Zhang Tao ile görüşmesi ve bu görüşmeler sonrası yapılan yazılı açıklamalar6 Trump’ın aldığı kararda Çin rekabetinin etkisini gözler önüne sermektedir. Abdülmehdi’nin açıklamasında “Çin ile anlaşmak artık kamuoyu meselesi oldu” ve “Çin ile yaptığımız anlaşmayı tereddütsüz uygulayacağız” ifadeleri, ABD-Çin rekabetinde Irak yönetiminin benimsediği tavra işaret etmektedir. Ancak Irak’ta yönetimin bu tavrına katılmayan taraflar olduğunu belirtmekte yarar vardır. Ayrıca Abdülmehdi’nin parlamentodaki kapalı bir oturumda yaptığı konuşmasında, Çin ile yapılan anlaşmalardan bahsettiği ve bunun da Trump’ın tepkisine neden olduğu belirtilmektedir. Geçtiğimiz aylarda Irak Başbakanı Abdülmehdi, Çin ziyaretinde Kuşak ve Yol Projesi’ne açık desteğini ilan etmişti. Çin’in petrol tedarikçileri arasında önemli bir konumda olan ve yatırımlarla desteklediği Irak’ın Çin açısından kazandığı önem değerlendirildiğinde, Trump’ın Süleymani’yi niçin Irak topraklarında hedef aldığı daha anlaşılır hale gelmektedir. Tabi bu Amerikan stratejisinin aksi yönde karşılık bulma ihtimali de bulunmaktadır. Yani bu saldırının bölgede Amerikan nefretini körüklediği ve Amerikan varlığını tehdit eder hale getirdiği değerlendirmeleri de yapılmaktadır.7

Netice itibariyle Trump’ın Süleymani’yi Irak’ta öldürerek bölgesel ve küresel kazançlar sağlamayı amaçladığı değerlendirilebilir. Böylece Çin için önemli bir petrol tedarikçisi olan İran karantinaya alınmış, diğer petrol tedarikçisi Irak’ın yönünü Çin’e çevirmesi ve Kuşak ve Yol Projesi’nin gelişimi engellenmiş olacaktır. Ayrıca ABD’nin kontrolünden çıkma eğilimi gösteren Irak’a ciddi bir gözdağı verilmiş ve İran açık bir hedef haline gelmiştir. Trump’ın Ortadoğu politikalarında maliyetten kaçınma stratejisi ve asker çekme arayışı, Çin tehdidini karşısında arka planda kalmıştır. Uzun vadede bunun sürdürülebilirliği kuşkuludur. Trump’ın İran’ın misillemesinin ardından yaptığı açıklamada NATO’nun bundan sonraki süreçte Ortadoğu’ya daha fazla müdahil olmasını isteyeceğini ifade etmesi Trump’ın şimdiye kadar sergilediği Ortadoğu politikası ile uyum içindedir. Yani Trump Amerika’yı doğrudan hedef haline getirmek yerine NATO üzerinden diğer aktörlerin de bu konuda varlığını görmek istemektedir. Ancak ABD’nin devlet olarak Trump’ın bu politikasına uyum sağlayabildiğini söylemek oldukça zor. Çünkü Süleymani saldırısı sonrası, Irak parlamentosunun ABD’nin Irak topraklarından çekilmesi kararına ABD’den olumlu yönde bir mektubun geldiği açıklanmıştır. Ancak ABD Savunma Bakanı Esper bu mektubu yalanlamış ve taslak halindeki bir metnin karara dönüşmeden önce Irak makamlarına iletilmesinden duyduğu rahatsızlığı dile getirmiştir.

Trump’ın Süleymani saldırısıyla oldukça büyük hesaplar yaptığı söylenebilir. Ancak gelişimi ve sonuçları itibariyle sürecin ne kadar iyi hesaplandığını zaman gösterecektir. Çünkü ciddi sonuçları olabilecek bir adım atılmış ve uzun vadede bu adımın neler getirebileceği henüz netleşmemiştir. Trump’ın bu hamleyi ABD için köprüden önceki çıkışlardan biri olarak gördüğü ve böyle bir saldırının risklerini göze aldığı da düşünülebilir. Çünkü hedef aldığı aktörlerin ABD’nin hegemon gücünü zayıflatan adımlar atması, ABD’nin bölgedeki varlığına ciddi anlamda zarar verebilir. İran’dan gelen misillemeye ve Trump’ın yaptığı açıklamalara göre şimdilik tansiyonun düştüğü söylenebilir. Ancak bundan sonra en azından belli bir süre geçinceye kadar çıkan her kıvılcım daha çabuk alev alacaktır. Anlaşılan o ki; Trump bu hamlesiyle ABD’nin hegemon gücünü kullanarak hem haydut devlet olarak tanımladığı İran gibi bir ülkeyi hizaya getirmek hem de Çin gibi küresel bir rakibini dizginlemek istemektedir. Kısa vadede Trump bu isteğini başarmış görünse de; uzun vadede ABD karşıtlığının daha da kuvvet bulması muhtemeldir.

Bu konunun küresel muhatabı olan Çin, süreci uzun vadeye yayarak Irak ile yaptığı anlaşmaları sürdürülebilir kılmak isteyebilir ancak İran şu anki verdiği yanıt çerçevesinde iç kamuoyunu tatmin etmekte zorlanacağı için barut fıçısı olmaya devam edebilir. İran’ın devlet geleneği bu saldırıyı yumuşatması gerektiğini söylese de, Süleymani’nin İran kamuoyu nezdindeki itibarı nedeniyle verilen cevap yetersiz bulunabilir ve İran iç kamuoyunda tartışmalar derinleşebilir. Retorik çok yüksek olunca, pratik beklentisi de artıyor ve başta İran’ı ve akabinde bölgeyi zor günler bekliyor. Tabi ki Çin, Rusya ve İran ortak deniz tatbikatının muhataplarından Rusya’nın yapacakları da, ABD-Çin rekabeti olarak yansıyan denklemde önem arz etmektedir ancak Rusya son dönemde ABD ile işbirliği alanlarını rekabet alanlarının önüne geçirmiş görünmektedir. Rusya’nın Suriye’de etkin hale gelme sürecinde ve ABD-Rusya-İsrail ilişkileri bağlamında bu değerlendirmeleri yapmak mümkündür. Bu nedenlerden dolayı son dönemde Ortadoğu’da ABD’nin politikalarından Rusya’nın azami düzeyde çıkar sağladığı dikkate alındığında, Vladimir Putin’in bu denklemde elini taşın altına koymak istemeyeceği düşünülebilir.

Son olarak bölgeye asker sevkiyatını artıran ve bölgeye kilitlenen ABD’yi iyi izlemekte fayda var. Çünkü son dönemde pek çok ülkeyle gerilimler yaşayan ABD yönetiminin belli konularda istikrarlı kararlar aldığı görülse de bazı kararları ciddi sorgulamalara neden olabilmektedir. Sonuç olarak Süleymani operasyonunda da görüldüğü gibi, ABD’nin küresel hedefleri kimi zaman bölgesel hedeflerinin önüne geçerek bölgesel politikalarda bazı revizyonların olmasına neden olabilmektedir.

Mustafa Öztop
Marmara Üniversitesi, Ortadoğu Siyasi Tarihi ve Uluslararası İlişkileri Anabilim Dalı Doktora Öğrencisi