Doğu Akdeniz Enerji Denkleminde Türkiye ve Libya

2004 yılında Mısır ve İsrail tarafından Doğu Akdeniz’de keşfedilen petrol ve doğal gaz kaynakları, Ortadoğu ve Kuzey Afrika siyaseti ile bölgesel ve küresel güçlerin enerji politikalarını bir araya getiren en tartışmalı güncel konulardan biri haline gelmiştir. Türkiye, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC), Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), Yunanistan, Mısır, İsrail, Lübnan ve Libya Doğu Akdeniz’deki siyasi aktörler olarak yer almaktadır. Bunun yanı sıra İtalya, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Fransa’nın ENI, Exxon ve Total gibi uluslararası enerji şirketleri vasıtasıyla yer aldığı bölgede, Yunanistan ve GKRY tek taraflı olarak Türkiye, Libya ve KKTC aleyhine hareket etmektedir. 

Yakın zamanda Türkiye ile Birleşmiş Milletler tarafından tanınan Serrac’ın liderliğindeki Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) arasında askeri güvenlik ve denizde hakkaniyet konusunda anlaşma imzalanmıştır. Dolmabahçe Anlaşması olarak adlandırılan mutabakat ile Libya ve Türkiye, Batı Akdeniz’de karşılıklı deniz sınırlarını ve yalnızca iki ülkenin egemenliğindeki bu sınır hattında yürütülebilecek ekonomik faaliyetleri belirlemiştir.

Doğu Akdeniz’de Mısır, Güney Kıbrıs, Yunanistan'ın, zaman zaman İsrail'in bir ittifak halinde bölgedek süreci kendi egemenlikleri altına almaya çalıştığı bir siyasi tablo söz konusudur. TBMM ve UMH tarafından onaylanan mutabakat, Türkiye’nin bir süre öncesine dek Doğu Akdeniz enerji mücadelesinde yalnız kaldığı sürecin tersine dönmeye başladığını göstermektedir.

Günümüzde Doğu Akdeniz jeopolitiğinde Libya ve Türkiye, Doğu Akdeniz’de GKRY, Mısır ve Yunanistan’ın oluşturduğu uluslararası ittifakın karşısında kendilerini konumlandırmaktadır. Karşılıklı kıyılara sahip olan Libya-Türkiye ilişkilerinin incelenmesi muhtemel enerji merkezli bölgesel bloklaşmada ayrıca önemli olmaktadır.

Temel Kavramlar
Bu çok uluslu tabloda, Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) gibi deniz hukuku kavramlarının tek taraflı yorumlanması ve dayatılması ana sorunlardan biridir. 1982’de imzalanan Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne (BMDHS) göre, devletler sahildar veya takımada devleti olarak tanımlanmaktadır. Sözleşme, toprak bütünlükleri gözetilerek devletlerin açık denizlerdeki egemenlik alanlarını ve başta deniz tabanındaki doğal kaynakları araştırma olmak üzere bu alanlarda gerçekleştirebilecekleri ekonomik faaliyetleri belirlemektedir.

BMDHS’ye göre, bir devletin egemenliğindeki kara parçasının denizle buluştuğu en düşük cezir noktasında yani deniz suyunun en düşük olduğu seviyede ülkenin kıyı çizgisi belirlenmektedir. Kıyı çizgisindeki çıkıntıların dış sınırını içine alan doğrusal bir hat belirlenmekte ve bu kesim ülkenin iç suları olarak adlandırılmaktadır. Bu hattın ilerisindeki 12 deniz mili (22 km) ülkenin karasuları sayılmakta ve sahildar devlete ait olmaktadır. Karasularının bittiği çizgiden 12 deniz mili ötesine ise bitişik bölge adı verilmektedir. Bitişik bölge ulusal kanunların geçerliliği açısından geçiş bölgesidir ve sahildar devlete, bu bölge üzerinde güvenlik kapsamında yalnızca gümrük, vergilendirme, göç ve çevre kirliliğine ilişkin yasal yetkiler tanınmıştır. Diğer bir deyişle, iç suların sona erdiği hattın 44 kilometre açığında sahildar devlete ait yasal yaptırım yetkisi sona ermektedir. Bitişik bölgeden sonrasında MEB ve açık deniz bölgeleri yer almaktadır. Karasuları ölçülmeye başladığından itibaren bir devletin ilan edebileceği MEB 200 deniz milini (370 km) aşamaz. 200 deniz milinden sonrası açık deniz olarak kabul edilmekte ve hiçbir devletin münhasır yetkisinde bulunmamaktadır.

MEB, sınırdaş devletlerin BMDHS’den doğan haklarını ihlal etmemek üzere eşit mesafe prensibiyle ya da üzerinde mutabık kalınan hükümler çerçevesinde karşılıklı ilan edilmektedir. MEB kapsamında sahildar devlete tanınan haklar arasında “Deniz yatağı üzerindeki sularda, deniz yataklarında ve bunların toprak altında canlı ve cansız doğal kaynaklarını araştırılması, bölgenin ekonomik amaçlarla araştırılmasına ve işletilmesine yönelik diğer faaliyetlere ilişkin egemen haklar” yer almaktadır.

Türkiye ve BMDHS
1982 Deniz Hukuku Sözleşmesi’nde yer alan prensiplerin Ege Denizi’nde uygulanması durumunda Türkiye’nin egemenlik haklarının zarar görmesi ihtimali üzerine Ankara 1982 sözleşmesine taraf olmamıştır. Bu hükümler Yunanistan ve Türkiye’nin karasularının iç içe geçmesi anlamına gelmektedir. Ege’de karasuların belirlenmesi konusunda Yunanistan hakça ilkeler prensipleri ile hareket etmediği için Türkiye sözleşmeye taraf olmayı tercih etmemektedir. Doğu Akdeniz’de keşfedilen yeni hidrokarbon kaynakları dış politikadaki Kıbrıs Sorunu ve Yunanistan’la deniz hukuku konusundaki köklü anlaşmazlıkları Türk dış politikasında daha fazla gündeme getirmektedir.

Bölgede BMDHS’yi imzalamayan Türkiye, Suriye, İsrail’in yanı sıra sözleşmeyi imzalayan ancak yürürlüğe koymayan Libya yer alırken, Lübnan, Mısır ve Güney Kıbrıs Rum Kesimi uluslararası deniz hukuku rejiminin bir parçasıdır. GKRY’nin sözleşmeye üyeliği ise, Avrupa Birliği’ni (AB) siyasi ve yasal açıdan Doğu Akdeniz meselesine dahil etmektedir.

Türkiye bugüne iyi niyet göstergesi olarak Akdeniz’de MEB ilan etmemiştir. Ancak gelinen noktada Libya ile karşılıklı deniz alanlarının belirlenmesi zorunlu hale gelmiştir. Gelişmeler göstermektedir ki mevcut Doğu Akdeniz denkleminde Libya ve Türkiye bölgede oluşan Yunanistan, Mısır ve İsrail merkezli bloklaşmaya karşı benzer hassasiyetler taşımaktadır. Yunanistan'ın Girit üzerinden MEB ilan etmesini ve buradaki enerji kaynaklarının araştırılması için Exxon ve Total'e lisans vermesini kabul etmeyen UMH, Yunanistan'a Kasım 2019’da nota vermiştir. Libya'daki meşru hükümet olarak kabul edilen UMH, Yunanistan'a verdiği notayla Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki tezini destekleyen bir dış politika hamlesi yapmıştır.

Türkiye ve Libya arasında kıyıdaşlık anlaşması önerisi Doğu Akdeniz’de hidrokarbon rezervlerinin bulunmasından önce ortaya atılmış ve Akdeniz’de Yunanistan’ın hamleleri sonucunda iki ülkenin karşılaşabileceği sorunlar çok önceden taraflarca dile getirilmiştir. Ancak, 2011’den sonra Libya’nın iç savaşa sürüklenmesi bu sürece engel olmuş, bu gelişmeleri fırsat bilen Yunanistan, Libya’nın Akdeniz’deki deniz alanları üzerindeki haklarının aleyhine tutum sergileyerek 39 bin kilometrelik bölgeyi kendi ‘karasuları’ ilan etmiştir. Yunanistan’ın Girit adası aracılığıyla avantaj elde etmeye çalıştığı bu tutum, Doğu Akdeniz enerjisini Avrupa pazarına Türkiye’yi izole ederek taşıma hedefini de barındırmaktadır.

Yunanistan Girit kıyılarından Kuzey Afrika’ya kadar uzanan bir MEB belirleyerek Türkiye’nin yasal hakkı olan MEB’in bir kısmında hak ihlalinde bulunmaktadır. Yunanistan ile Türkiye arasında süregiden kıta sahanlığı ve MEB konusu ile ilgili sıkıntılara benzer problemlerin GKRY ve KKTC arasında da 2004’den bu yana Doğu Akdeniz merkezli yaşandığı görülmektedir. GKRY ve KKTC’nin eşit haklara sahip olduğu Kıbrıs’ın MEB’inde yer alan, adanın 400 km güneyindeki alanda GKRY bireysel hareket etmekte ve uluslararası enerji şirketlerine araştırma lisansı vermektedir.

Doğu Akdeniz’de Türkiye-Libya İttifakının Dinamikleri
Ortadoğu bölgesindeki son dönem gelişmelerinde Türkiye’nin etkili olabilmesi ve ortaya çıkan enerji merkezli bloklaşmalarda yerini alabilmesi için Libya’ya önem verdiği anlaşılmaktadır. 9 yıldır süren bir iç savaş nedeniyle Libya’da fiilen iki siyasi-askeri koalisyon bulunmaktadır ve mevcut durumda Libya’da doğu-batı eksenli bir bölünme yaşanmaktadır. Yönetimlerden biri, ülkenin doğu kesimini (Sirenayka) ve Eylül 2019 itibariyle güney kesiminin (Fizan) büyük bir kısmını kontrol eden General Halife Hafter’e bağlı güçlerden oluşturmaktadır. Diğeri ise, Trablus’ta kurulan ve Birleşmiş Milletler (BM) tarafından ülkenin meşru temsilcisi kabul edilen UMH’dir. 

İç dinamikler ve Arap Baharı süresince silahlanmış milis güçler nedeniyle şu ana kadar krize kalıcı çözüm geliştirilememiştir. Libya krizinin çözümlenmemesinde iki ayrı yönetim sisteminin varlığı, küresel-bölgesel aktörlerin çatışma süreçlerine etkisi ve ülkedeki 30 büyük aşiretin otonom yapısı önemli oranda belirleyici olmaktadır. Öyle ki, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Suudi Arabistan (SA) ve Mısır üçlüsü Hafter güçlerini açıkça desteklerken ABD, Rusya, Fransa ve İtalya Hafter’e destek vermekle birlikte meşru yönetimle de irtibat halindedir. UMH ise bünyesinde çok sayıda farklı siyasi eğilimi barındırmakta ve UMH’nin birlik oluşturma konusunda sorunları bulunmaktadır. İtalya, Türkiye ve Katar ise UMH’yi desteklemektedir.

Türkiye, UMH’yi Libya’nın meşru hükümeti olarak kabul etmekte ve Hafter’in Trablusgarp’ı ve ülke yönetimini tamamen ele geçirme riskine karşı Trablus’un savunmasına Katar ile birlikte destek olmaktadır. Çünkü Hafter güçleri, Nisan 2019’dan beri Trablus’u ele geçirmek üzere kapsamlı bir askerî harekât yürütmektedir.

Türkiye, yasal olarak Libya’yı temsil eden UMH ile gerçekleştirdiği deniz sınırları anlaşması dışında askeri iş birliği için de bir anlaşma yapmıştır. "Libya'nın BM tarafından tanınan meşru hükümeti eğer bir destek isterse Türkiye'den askerimiz Libya'ya gider mi?" sorusu üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan Rusya, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır, Hafter'e her türlü askeri destek sağlayarak Birleşmiş Milletler kararlarını deldiğini, UMH’den böyle bir çağrının Türkiye için adeta bir hak doğuracağını belirterek Türkiye’nin Libya'da faaliyet gösteren gemileri, şirketleri ve insani yardım kuruluşlarını koruma hakkına sahip olduğunu vurgulamıştır.

Muhtıra, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifade ettiği üzere uluslararası deniz hukukunun, karşılıklı kıyıların 400 milden az olduğu durumlarda taraflara kendi aralarında anlaşarak sınır belirleme hakkı tanımasına dayanmaktadır. İki ülkenin Akdeniz'deki MEB’ini tanımlayan anlaşmada Türkiye ile Libya arasına 'deniz yetki alanı şeridi' belirlenmiştir. Bu gelişme, Yunanistan’ın Girit, Kaşot, Kerpe, Rodos ve Meis adaları hattını esas alarak Kıbrıs Rum Kesimi ve Mısır ile sınırlandırma anlaşması yapmasını ve 39.000 km2 genişliğinde bir alanı alıkoymasını engellemiştir. Bu anlamda Libya-Türkiye’nin bitişik MEB’i Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Mısır arasında Türkiye ve Libya için güvenli bir alan oluşturmuş, dahası Yunanistan’ın GKRY ve Mısır'la MEB anlaşması yapmasının önünü kesmiştir. Yunanistan’ın bu anlaşmaya tepkisi, Libya’nın Atina Büyükelçisi’ni anlaşmanın içeriğiyle ilgili bilgi vermesi için tehdit etmek ve sonunda sınır dışı etmek olmuştur.

Türkiye, yalnız bırakılmaya çalışıldığı bu denklemde daha çok müttefike ihtiyaç duymaktadır. Bu nedenle, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki mücadelesinde Rusya ve Çin gibi güçlü aktörlerin desteğinin aranması en az bölgesel aktör olan Libya ile güçlü ilişkiler geliştirmek kadar önemli gözükmektedir. Türkiye’nin Akdeniz’in sahildar devletlerinden biri olarak egemenlik alanını uluslararası hukuka uygun şekilde belirlemesinde bölgede kuracağı ittifakların yanı sıra enerji merkezi olma konumunu kullanabilmesi de belirleyici olacaktır. Bölgedeki tek taraflı hamleler, Türkiye’yi enerji denkleminde saf dışı bırakma amacını taşımaktadır ancak enerji kaynaklarının Avrupa’ya istikrarlı, güvenli ve daha az maliyetli ulaşabilmesi için Türkiye’ye ihtiyaç olduğu ortadadır. Sonuç olarak, kendisini saf dışı bırakmayı da amaçlayan East-Med projesine rağmen Türkiye, Libya gibi bölgesel aktörler geliştireceği yeni mekanizmalarla enerji merkezi olma konumunu güçlendirebilir ve Doğu Akdeniz denkleminde tekrardan etkili ve alternatif aktör haline dönüşebilir.