Doğu Akdeniz’de Küresel Denklemlerde Türkiye Etkisi

Devam Eden Bölgesel Denklemler ve Türkiye
Doğu Akdeniz’de enerji mücadelesi, tüm sıcaklığı ve harareti ile devam etmektedir. Bölgesel denklemlerin ötesine geçip küresel bir mücadeleye dönen bu meselede Türkiye’nin yalnız görüntüsü dikkat çekmekteydi. Zira, bölgede atılan adımların odağında, Türkiye’yi yalnız bırakma motivasyonu yer almaktadır. Tüm karşı çabalara rağmen Türkiye, bölgede mücadelesini her alanda sürdürmeye devam etmiş; hak iddia ettiği alanlarda sondaj ve arama çalışmalarına başlamıştır. Hatta bölgede göz dağı niteliğinde olan ortak askeri tatbikatlara tek başına kapsamlı ve başarılı bir askeri tatbikat ile karşılık vermiştir.

Türkiye, askeri gücünü bölgede göstermeye devam etmekte; diğer taraftan da yalnızlaştırma politikalarına karşılık, East-Med gibi projelerin yüksek maliyetlerini ön plana çıkarıp; coğrafi konumunun verdiği avantajı da kullanarak bölgedeki en önemli aktörlerden biri olduğunu savunmaktadır. Fatih ve Yavuz Sondaj Gemileri ile başlattığı faaliyetlerin ardından Barbaros Hayrettin Paşa ve Oruç Reis sismik arama gemilerini de bölgede arama faaliyetlerine dahil ederek, kendisinin de bölgede aktör olduğunu göstermektedir. Bu bölgede yer alan sondaj ve arama gemilerine yerli üretim SİHA’lar, firkateynler, deniz altılar eşlik etmektedir. Bölgedeki hidrokarbon kaynaklarına ulaşabilmek Türkiye için hem enerji bağımlılığını azaltma hem de enerji transferinde bir numaralı ticaret merkezi olma hedefleri açısından önem arz etmektedir.

GKRY’nin 2003 yılında Mısır ile imzaladığı münhasır ekonomik bölge anlaşması ile başlayan süreçte, tek taraflı atılan bu tür adımlar bölgede tansiyonu oldukça yükseltmiştir. Ancak, Rum kesimi bu tavrını sürdürerek 2007 yılında Lübnan ile münhasır ekonomik bölge anlaşması yapmış ancak Lübnan parlamentosu bu anlaşmayı onaylamamıştır. Aynı yıl içerisinde 3. ve 13. blokları hariç tutarak 46.000 km2 alandan oluşan toplam 11 blok için ilk ruhsatlandırma ihalesini de duyurmuştur. İhale sonucunda 12. bloğun arama ve sondaj hakları 12 Ekim 2008 tarihinde Amerikan Noble Enerji firmasına verilmiştir. 2010 yılında ise Rum kesimi ile İsrail münhasır ekonomik bölge anlaşması imzalamıştır.

Türkiye’nin tanımadığı bu anlaşma ile Rum kesimi güneydeki 13 bloğun tamamını ruhsat bölgesi ilan etmiştir. 12 numaralı blokta yapılan çalışmalar sonucunda; 28 Aralık 2011 tarihinde Afrodit doğalgaz sahasının keşfi duyurulmuştur  Rum kesimi buna istinaden 11 Şubat 2012 tarihinde ikinci ihalesine çıkmıştır. Bu ihale ile;  İtalyan ENI şirketi 2,3,6,8,9,11 numaralı bloklarda;  Amerikan Exxon Mobil ve Katar Petrolleri şirketleri 10 numaralı blokta ve  Fransız Total firması 11 numaralı blokta arama ve sondaj faaliyetleri için yetkilendirilmiştir. ABD ve AB’nin desteğini alan GKRY, 2013 yılında, Türk kıta sahanlığını yok sayan ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin haklarını ihlal eden sözde münhasır ekonomik bölgesini ilan etmiştir.

Ortak Komisyon Teklifi
En başından itibaren tek taraflı aldığı ruhsatlandırma kararları ile mevcut gerginlikleri tırmandıran Rum tarafı, KKTC’nin son dönemde yaptığı ortak komisyon teklifini de reddetmiş ve bölgede anlaşmaya yanaşmayan taraf olduğunu göstermiştir. Bununla yetinmeyen Rum tarafı, Türkiye’nin kıta sahanlığında bulunan 6. ve 7. blokta Aralık ayında sondaja başlayacağını duyurmuştur. Bu duyurunun yaklaşık bir hafta öncesinde; Fransız Total ve İtalyan Eni şirketleri ile 7. blokta arama ve sondaj çalışması için masaya oturdukları açıklanmıştı. Fransız ve İtalyan konsorsiyumu şeklinde 2019 Aralık ayından başlayarak 2020 yılı sonuna kadar 6,7 ve 10. bloklarda 4 sondaj yapacaklarını açıklamışlardır. Ancak, bahse konu olan 6. ve 7. bloklar Türkiye’nin kıta sahanlığında yer almaktadır. Bu açıklamalar, ve devamında Yunan Dışişleri Bakan Vekili Miltiadis Varviçiotis’in, Türkiye’nin sondaj faaliyetlerinin Yunanistan’ın egemenlik haklarına saldırı olduğu beyanı ve kışkırtıcı açıklamaları, bölgede devam eden gerginliği daha da artırmış ve Türkiye’nin sert tepkisine neden olmuştur.

Pompeo’nun Ziyareti
İzleyen süreçte, bölgede Suudi Arabistan ve BAE gibi ülkelerin Kıbrıs Rum kesiminin iddialarına destek açıklamaları Rum tarafında sevinçle karşılanmıştır. Türkiye karşıtlığını aleni olarak dış politikada da göstermeye başlayan Suudi Arabistan, bizzat Dışişleri Bakanı’nın açıklamaları ile bölgede Türkiye’ye karşı Rum tarafının tezlerini desteklediklerini açıklamıştır. Öte yandan, Rum kesimi, bir taraftan bölgede mücadeleyi genişletme adına yaptığı ruhsatlandırma çalışmalarına devam ederken; bir taraftan da bölgede tek Kıbrıs savı için BM nezdinde destek aramaktadır. Bu anlamda, Rum yönetimi başkanı Nikos Anastasiadis BM Genel Sekreteri Guterres’in, müzakerelerin yeniden başlamasına yönelik koşulların oluşturulması için referans şartlarında anlaşma sağlanması konusunda gösterdiği çabaya “tam destek” olduklarını belirterek “Kıbrıslı Türkler garantörlükten vazgeçerse çözüm olur” açıklamasında bulunmuştur. Tek Kıbrıs stratejisi ile Türkiye’nin garantörlüğünün olmadığı bir düzlemde çözüm önerilerini değerlendireceğini belirten Rum yönetimi, böylece, tek taraflı olarak ilan ettiği münhasır ekonomik bölgesindeki faaliyetlerine meşruiyet kazandırma hedefindedir.

Diğer yandan, geçtiğimiz günlerde ABD Dışişleri bakanı Pompeo, Yunanistan’ı ziyaret etmiştir. Pompeo’nun 5 Ekim’deki Yunanistan ziyaretinde iki ülke arasında 1990 yılında imzalanan ‘Karşılıklı Savunma ve İşbirliği Anlaşması’nın güncellenmesini öngören protokol imzalanmıştır. Bu protokol ile iki ülke arasındaki askeri işbirliklerinin arttırılması ve karşılıklı fayda sağlayacak yatırımların gerçekleştirilmesinin planlandığı aktarılmıştır. Pompeo bu ziyaret sırasında, Türkiye’nin Kıbrıs açıklarında sondaj çalışmalarına karşı oldukları açıklaması yapmıştır. Rum yönetimi ile Türkiye arasında gerilim olmasını istemediklerini de belirten Pompeo; Türkiye'nin sondaj çalışmaları hakkında silahlı kuvvetler ile engellenemeyeceği ve diplomatik çözümün bulunması gerektiğini belirtmiştir. Söz konusu yumuşatıcı açıklamalara rağmen, Pompeo’nun son ziyareti, özellikle savunma işbirliği anlaşmasının güncellenerek yeniden imzalanması ve Türkiye karşıtı açıklamaları düşünüldüğünde ABD’nin bölgede Türkiye’ye karşı attığı bir adım olarak algılanmıştır.

Bu ziyaretin hemen ardından, 7. Yunan-Rum-Mısır Zirvesi Mısır’ın Kahire kentinde gerçekleştirilmiştir. Kahire Zirvesi olarak adlandırılan etkinlikte, Rum tarafının savları tartışılmış, özellikle tartışmalı 7. Parselde Türkiye’nin işgalci konumda olduğu dile getirilmiştir. Zirve sonrasında katılımcı ülkeler, Türkiye’ye karşı ortak bildiri yayınlamışlardır. Bu bildiride Türkiye’nin Doğu Akdeniz'deki sondaj faaliyetleri kınanırken, bu faaliyetlerin derhal durdurulması çağrısında bulunulmuştur.

Operasyonun Artçı Etkisi
Türkiye, tüm bu hamlelere karşın Akdeniz’de Fatih ve Yavuz sondaj gemileri ile çalışmalarına devam etmektedir. Fatih, Finike bölgesinde 4 bin 300 metre derinliğe ulaşmış ve 500-600 metre daha derinliğe inerek sondaj çalışmalarını devam ettirecektir. Yavuz sondaj gemisi ise Güzelyurt -1 lokasyonuna ulaşmış ve burada çalışmalarını başlatmıştır. Barbaros ve Oruç Reis sismik gemileri ise çalışmalarına devam ederek araştırmalarını sürdürmektedirler.

Öte yandan, Suriye’nin kuzeyindeki terör yapılanması PKK/PYD’ye karşı alınan sınır dışı harekat kararı ile başlayan Barış Pınarı Harekâtı, tüm dünyanın gözünün Türkiye’ye çevrilmesine neden olmuştur. Suriye’deki bu sıcak gündem Doğu Akdeniz’deki mücadeleyi gölgeleyememiştir. Aksine, söz konusu operasyonun artçı etkilerinin Doğu Akdeniz’de de hissedildiği görülmektedir. Öyle ki, Türkiye’nin dünya siyasetindeki bu istikrarlı ve kararlı tavrı neticesinde, her ne kadar ABD, AB ülkeleri ve bu ülkelerin mütemmim cüzleri haline gelmiş Suudi Arabistan gibi bazı bölge ülkeleri Türkiye’nin bu harekatına karşı olduklarını açıklamış olsalar da; bu operasyon Türkiye için askeri gücünü ve kararlılığını göstermesi açısından bir meydan okuma olmuştur.

İttifak Kabiliyeti
Tam da bu son gelişmeleri ve Türkiye’nin meydan okumasını takiben, İtalyan ENI firması Güney Kıbrıs’ın hem Türkiye hem de Rum kesimi tarafından hak iddia edilen 7. ruhsat sahalarında sondaj yapmaktan vazgeçtiğini açıklamıştır. Buna gerekçe olarak Yavuz ve Fatih sondaj gemilerini korumak için görevli 20 savaş gemisinin Kıbrıs açıklarında bulunması olarak belirtilmiştir. Bu gelişme, bölgede Türkiye’nin kararlı hamlelerinin bir sonucu olarak okunmuştur. Yerli üretim SİHA’lar ve Firkateynler eşliğinde sondaj çalışmalarına kararlılıkla devam eden Türkiye, bölgede caydırıcı bir güç olduğunu kanıtlamıştır.

Bu gelişmeleri takiben, KKTC sınırlarının uluslararası arenada geçerliliğini sağlamak açısından çok önemli bir gelişme yaşanmıştır. Rusya geçtiğimiz günlerde, Yunanistan’ın karasuları içinde olduğunu iddia ettiği bölgede tatbikat için Atina’dan değil Ankara’dan izin istemiştir. Yunan tarafında çok sert tepki ile karşılanan bu haber Rusya’nın Türk tezlerini tanıdığı yönünde algılanmıştır. Bu son olaylar bölgede yalnız güç olarak görülen Türkiye’nin hem caydırıcı gücünü hem de bölgede ittifak kabiliyetinin olduğunu göstermesi açısından önem arz etmektedir.

Bu yazı 13 Ekim 2019 tarihinde “Doğu Akdeniz’de Küresel Denklemlerde Türkiye Etkisi” başlığı ile Star Açık Görüş sitesinde yayınlanmıştır.