Donald Trump Başkanlığında ABD’nin Rusya ile Kurabileceği İlişkiler ve Ortadoğu Bölgesine Etkileri

Bu yazı 20 Ocak 2017 tarihinde yemin ederek ABD’nin yeni başkanı olacak Donald Trump’ın ABD ile Rusya arasındaki ikili ilişkileri nasıl yeniden tanımlayabileceği ve bu ilişkilerin Ortadoğu’ya olası yansımalarını ortaya koymaya çalışacaktır. Yazıda öncelikle ABD ile Rusya arasındaki ilişkilerin özellikle Barak Obama’nın başkanlığı döneminde nasıl geliştiği incelenerek mevcut durumun bir resmi çizilecektir. Yazıda daha sonra, Donald Trump döneminde ABD ile Rusya arasında gerçekleşmesi beklenen olası bir yakınlaşmanın Ortadoğu’daki ülkelere ve bu bölgedeki krizlerin yönetilmesine ilişkin ne gibi yansımalarının olabileceğini ele alacaktır. Yazı yeniden şekillenmekte olan ABD-Rusya ilişkilerinin Türkiye için önemini ortaya koyarak sonuçlanacaktır.


Donald Trump’ın Devralacağı ABD-Rusya İlişkilerinin Arka Planı
ABD ile Rusya arasındaki ilişkiler Sovyet-sonrası dönemde hep iniş ve çıkışlarla dolu olmuştur. Bunda rol oynayan en önemli etken Rusya’nın ABD karşısında Sovyetler Birliği’nin sahip olduğu 'süper güç' özelliğine sahip olmaması ve ABD ile arasındaki güç dengesizliğini yönetmede büyük sorunlarla karşılaşmasıdır. Sovyet sonrası dönemde Rusya, ABD ile bir 'süper güç' olarak değil de bir 'bölgesel güç' olarak ilişki kurması gerektiğinden, tek 'süper güç' olan ABD’nin Rusya’nın bölgesel çıkarlarını her zaman dikkate almaması ve bazen de Rusya’nın içişlerine karışması, ikili ilişkilerde iniş ve çıkışların olmasına yol açmıştır.

2008 yılında ABD’nin Başkanı olan Barack Obama 2016 sonuna kadar süren yönetiminin ilk zamanlarında Rusya ile ikili ilişkilerde işbirliği perspektifini geliştirmeye büyük özen göstermiştir. Obama öncelikle 2008 yılında George W. Bush döneminin son aylarında ortaya çıkan Rusya-Gürcistan Savaşı sonrasında bozulan ikili ilişkileri tekrar orijinal konumuna geri getirmeye çalıştığından izlediği bu politikaya reset politikası adını vermiştir. Obama, ikili ilişkilerin yanı sıra Afganistan, NATO-Rusya Konseyi ve uluslararası terörizmle mücadele gibi çok-taraflı alanlarda da ilişkileri gözle görünür düzeyde geliştirebilmiştir.

Obama döneminin başlarında ABD-Rusya ilişkilerinde ortaya çıkan yakınlaşma 2013 Sonbaharında Rusya ile AB arasında Ukrayna konusunda başlayan anlaşmazlık nedeniyle sona ermiştir. Moskova, Mart 2014’te Ukrayna’nın Kırım bölgesini ilhak ettikten sonra, Ukrayna’nın doğusundaki bölgelerden Donbas ve Lugansk’ta kontrolü ele geçiren ayrılıkçılara açıkça destek vererek Batı ile ilişkilerini Soğuk Savaş sonrası dönemdeki en alt seviyeye indirmiştir.

Obama yönetiminin AB ile bir eşgüdüm içinde hareket ederek Rusya’ya yaptırımlar uygulamaya başlaması ise ABD-Rusya ilişkilerini iyice karmaşık bir hale getirmiştir. Minsk 2 anlaşmasının taraflarca etkili bir şekilde uygulanamamasından dolayı, tarafların mevcut yaklaşımlarını sürdürmeleri sonucunda mevcut çözümsüzlük durumunun Transdinyester sorununda olduğu gibi kalıcı bir hal alması riski de ortaya çıkmıştır. ABD ve AB’nin halen izledikleri yaptırım politikalarının Rusya ekonomisi üzerinde biraz etkisi olsa da, bu etki Rusya’nın mevcut politikalarını değiştirmesini gerektirecek düzeyde değildir.


Donald Trump’ın Rusya’ya Bakışındaki Ana Noktalar ve Öncelikleri
ABD’de 8 Kasım 2016 tarihinde yapılan Başkanlık seçimlerini Cumhuriyetçi Parti’nin adayı Donald Trump’ın kazanması Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin tarafından da çok olumlu bir gelişme olarak karşılanmıştır. Putin’in bu yaklaşımında seçim kampanyası döneminde Demokrat Parti’nin adayı olan Hillary Clinton’ın Rusya karşıtı bir politika izleyeceğini taahhüt etmesine karşın Trump’ın dünyadaki pek çok sorunu Rusya ile ortaklaşa hareket ederek çözebileceklerini iddia etmesinin de büyük payı vardır.
ABD’de yapılan Başkanlık seçimleri ile eşzamanlı olarak gerçekleştirilen Kongre seçimlerinde de büyük bir zafer kazanan Cumhuriyetçi Parti hem Temsilciler Meclisi’nde hem de Senato’da gücü tekrar ele geçirerek Donald Trump’ın dış politikayı istediği yönde yeniden şekillendirebilmesine olanak sağlamıştır.

Seçim sonuçlarından dolayı büyük bir hayal kırıklığı yaşayan Demokrat Parti ve onun Başkanlık seçimlerindeki adayı Hillary Clinton, seçim yenilgisinde Rusya’nın dolaylı da olsa bir rolü olabileceğini ortaya atarak Rusya’nın Trump’a verdiği destekle ABD’nin iç ve dış politikasına müdahale ettiğini ima etmiştir.

Oysa Demokrat Parti’nin iddialarının aksine Trump ile Putin arasındaki yakınlaşmanın ana nedeni Rusya’nın iddia edilen müdahalesi değil, iki liderin dünya politikasına ilişkin yaklaşımlarındaki ana noktaların ve önceliklerinin benzeşmesidir.

Öncelikle her iki lider de devletlerin dış politikalarında ulusal çıkarlarına daha çok öncelik verirken, ideolojik davranışlardan kaçınmalarının daha doğru olacağını düşünmektedir. Trump ve Putin, Obama yönetiminin Rusya’ya bakışının ideolojik bir temele dayandığına inanmaktadır. Her iki lider de uluslararası ilişkilerin siyasal gerçeklerine dayalı bir analiz yapıldığında Rusya ve ABD arasındaki işbirliğini derinleştirmek için birçok fırsatın var olduğunu düşünmektedir.

Ayrıca, iki lider de pek çok uluslararası sorunu, ABD ve Rusya’nın kendi aralarında yapacakları 'büyük pazarlıklar' yoluyla çözebileceklerine inanmaktadır. Bu durum, Rusya açısından 'süper güç' statüsünü kaybetmesinin etkili bir telafisini oluştururken, ABD açısından da bölgesel sorunların çözümü için çoğu kez uzlaşmaz çıkarları olan irili ufaklı yerel aktörlerle pazarlık yapma ihtiyacını da ortadan kaldırmaktadır.

İki lider arasındaki diğer bir ortak nokta da ABD ve Rusya’nın mevcut tehdit algıları ile bunlara karşı geliştirdikleri ittifakların, ABD ve Rusya’nın gerçek önceliklerini yansıtmadığına ilişkin değerlendirmeleridir. Çünkü Obama yönetiminde ABD, Rusya’yı en büyük tehdit olarak algılarken, Avrupalı ülke ve kurumları da en önde gelen müttefikleri olarak görüyordu. Oysa Trump ve Putin, Rusya’nın ABD için tehdit oluşturmadığına inanırken, Avrupa ülkelerindeki sorunların bu ülkelerin iç sorunlarından kaynaklandığını değerlendirmektedir. Ayrıca Rusya, ABD için yükselen bir tehdit olarak algılanan Çin’e karşı etkili bir denge unsuru olarak da öne çıkmaktadır.

Son olarak, Trump ve Putin’e göre en önemli güvenlik sorunu ve tehdit, Ortadoğu kaynaklı küresel terörizmdir. 11 Eylül terör saldırıları sonrasında George W. Bush ve Vladimir Putin arasında gerçekleştirilen işbirliğinin yeniden canlandırılması konusunda bir anlayış birliği vardır. Bu şekilde her iki ülke bir taraftan ortak tehditlere karşı mücadele ederken, diğer taraftan da kendi aralarındaki değişik sorunları diplomatik yoldan çözebilmek için uygun bir ortam da kazanacaklardır.


Donald Trump Döneminde Yeniden Tanımlanacak ABD-Rusya İlişkilerinin Ortadoğu Bölgesine Olası Yansımaları
Trump ile Putin arasında gerçekleşmesi beklenen yakınlaşmanın etkilerinin doğrudan görülebileceği bölgeler arasında Ortadoğu en başta gelmektedir. Trump’ın Obama yönetiminin izlediği politikaları değiştirmek için seçebileceği en önemli bölge de Ortadoğu’dur. 'Arap Baharı' olarak adlandırılan sürecin değişik aşamalarında Obama yönetimi farklı nedenlerle Ortadoğu’daki müttefikleri ile sorunlar yaşadığından Trump açısından en önemli öncelikler, ABD’nin geleneksel müttefikleriyle ilişkilerini yeniden güçlendirmek ve Rusya’nın da oynayabileceği yapıcı bir rol ile ABD’nin Ortadoğu’daki konumunu güçlendirmek şeklinde ortaya çıkmaktadır.

Bu kapsamda Obama döneminde ikinci plana itilen İsrail ile ilişkilerin birincil önemdeki ilişkiler olacağı anlaşılmaktadır. Trump’ın ABD’nin Tel Aviv Büyükelçiliği’ni Kudüs’e taşıması, olası gelişmelerden birisi olarak beklenmektedir. Vladimir Putin İsrail ile Arap ülkeleri arasında daha dengeli bir politika izlemeye devam etse de ABD’nin İsrail merkezli bir politika izlemesine olumlu bakacaktır. Rusya kökenli İsrail vatandaşlarının İsrail siyasetindeki artan rolleri de İsrail, ABD ve Rusya arasında ortaya çıkabilecek yakınlaşmanın katalizörü olabilecektir.
Trump, İran ile ilişkilerde daha çok gerilim yanlısı bir politikaya yönelebilecektir. Trump’ın İran ile imzalanan nükleer anlaşmaya karşı çıkması, bu alanda ciddi krizlerin ortaya çıkabileceğinin bir işareti olarak görülebilir. Bu durum da Rusya açısından bir fırsat olarak görülerek İran’ın Rusya’ya artan bağımlılığını daha da artıracak şekilde kullanılabilecektir. Ancak, Putin’in İran nedeniyle ABD ile ikili ilişkilerini riske atması da beklenmemelidir. Moskova-İran ilişkileri önümüzdeki dönemde daha pragmatik bir karakter alabilecektir.
Trump döneminde ABD-Rusya ilişkileri açısından en zorlu alanın Suriye krizinin yönetimi konusu olacağı söylenebilir. Moskova’nın Ortadoğu’da tekrar etkili bir oyun kurucu aktör haline dönüşmesinde Suriye krizinin büyük bir rolü olduğundan, Moskova Suriye konusunu en etkili pazarlık kartı olarak kullanabilecektir. Suriye krizinin diplomatik çözümüne ilişkin gerçekleştirilecek müzakerelerde Trump ile Putin’in birçok konuda benzer düşündüğü anlaşılmaktadır. Özellikle, terörist unsurlarla mücadelenin daha öncelikli bir konu olması beklenmektedir. Esad yönetiminin geleceği ve ılımlı muhalif unsurların çözüm sonrasında nasıl sisteme entegre edilebileceği konuları ise şu aşamada net değildir. Bu kapsamda Rusya vereceği tavizler karşılığında muhtemelen Ukrayna ve eski Sovyet coğrafyasındaki diğer krizler konusunda ABD’den benzer nitelikteki tavizler almayı amaçlayacaktır.

Trump döneminde ABD ile Rusya arasındaki ilişkilerin Türkiye’nin bu ülkelerle ikili ilişkilerine ve Türkiye’nin Ortadoğu’daki rolüne de önemli etkileri olabilecektir. Türkiye ile Rusya arasında normalleşme süreci kapsamında yeniden gelişen ilişkilerin önümüzdeki dönemde de güçlenmesi beklenmektedir. Aynı şekilde Trump yönetimindeki ABD’nin de Obama döneminde sarsılan Türkiye ile ilişkilerini güçlendirmesi beklenmektedir. Türkiye’nin Ortadoğu’daki rolü de uluslararası terörizmle mücadele kapsamında daha da önem kazanacaktır. Türkiye’nin ABD ve Rusya ile Ortadoğu’daki istikrarsızlık kaynakları ile daha etkin mücadele ederken, İsrail’le özellikle enerji alanında işbirliğini geliştirmesi beklenmektedir. Suriye krizinin Türkiye’nin güvenlik endişelerini giderecek şekilde çözülmesinin de ABD-Rusya ve Türkiye arasındaki işbirliğinin güçlendirilmesine önemli bir katkısı olabilecektir.

Sonuç olarak, Donald Trump 20 Ocak 2017’de yemin ederek ABD Başkanlığını devraldığında Rusya ile ikili ilişkileri yeni bir işbirliği perspektifinde yeniden tanımlamaya öncelik verecektir. Vladimir Putin yönetimindeki Rusya da buna çok olumlu bakmaktadır. Yakınlaşan ABD-Rusya ilişkilerinin diğer bölgeler kadar Ortadoğu bölgesine de etkileri olacaktır. ABD ile Rusya arasındaki ilişkilerin yakınlaşması sürecine Türkiye’nin de dâhil edilmesiyle Ortadoğu’da daha istikrarlı bir ortamın sağlanması çok daha kolay olabilecektir.  

Bu yazı “Donald Trump Başkanlığında  ABD’nin Rusya ile Kurabileceği İlişkiler ve Ortadoğu Bölgesine Etkileri” başlığıyla Ortadoğu Analiz Dergisi'nde yayınlanmıştır.