Filistin’de Toprak Günü ve Geri Dönüş Yürüyüşü

Binlerce Filistinli geçtiğimiz hafta cuma günü Gazze bölgesinden İsrail’in işgal ettiği topraklara yani Gazze-İsrail sınırına doğru büyük bir yürüyüşe başladı. Bu yürüyüşün İsrail’in bağımsızlık ilanının 70. yılı sebebiyle 15 Mayıs’a kadar süreceği ilan edildi. İsrailli yetkililer her kim İsrail sınırına yaklaşırsa bunu hayatıyla ödeyeceği konusunda bildiri yayınlayarak adeta yapacağı olası katliamlara meşru zemin oluşturmaya çalıştı. Cuma günü başlayan bu geri dönüş yürüyüşü sebebiyle toplanan binlerce kişiden ilk gün 14 kişinin şehit edilmiş olması ve binlerce kişinin yaralanmış olması Filistinlileri bu davadan vazgeçirmemiş ve bu mücadele halen devam etmektedir.

Öncelikle geri dönüş yürüyüşünden önce 30 Mart 2018’de toprak günü için toplanmış on binlerden bahsetmek gerekmektedir. İsrail, Filistin topraklarını işgal etmeden ve bağımsızlığını ilan etmeden önce toprakların %70’inden fazlası Arapların yaşadığı bölgelerdi. Fakat özellikle 1948-49 Arap-İsrail Savaşları sonrasında İsrail devleti savaş yüzünden topraklarını terk etmiş olan Filistinlilerin topraklarını ve evlerini işgal etmiş ve geri dönmelerine müsaade etmemiştir. Filistinlilerin birtakım sebeplerden dolayı 1970’li yılların ortasına kadar İsrail’in bu eylemlerine karşı toplumsal bir tepki koymamışlardır/koyamamışlardır. Bunun en önemli sebebi aslında yaşanan bu olayların askeri olaylar olarak algılanmasından kaynaklanmaktadır.

Fakat 30 Mart 1976 yılında Celile bölgesinde İsrail’in Filistinlilere ait olan yüzlerce dönüm araziyi sebepsiz işgal etmesi ve bunun meşru kabul edilmesi üzerine artık halk sokaklara dökülmüştür. Halkın bu gaspı ve işgali protesto etmesi, halk tarafından gösterilen bir tepkinin ortaya çıkması ve gösteriler düzenlenmesi yüzünden, Filistin davası açısından bir milat ve dönüm noktasıdır. 1976 yılının 30 Mart’ında gerçekleştirilen bu gösterilere Toprak günü (‘Ardu’l-yevm,) denmiş ve o günden bugüne sürekli olarak devam ettirilmiştir. Bu gösteriler zaman içerisinde Filistin topraklarının dışına taşmış ve dünyanın değişik bölgelerinde de gösteriler ile İsrail’in gerçekleştirildiği bu işgale dikkat çekilmeye çalışılmıştır.

Toprak Günü yıllar içerisinde artık 1948 yılında milyonlarca insanın yurdundan edildiği büyük Felaketi (en-Nekba) unutmama ve Filistinlerin gelecek kuşaklara geçmişte yaşananları unutturmama günü olarak devam etmiştir. Bununla beraber geçtiğimiz günlerde yaşanan birtakım olaylar bu yılkı Toprak günü olaylarının daha yoğun geçmesine sebep olmuştur.

Bunlardan birincisi geçtiğimiz yılın sonlarında Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıması ve büyükelçiliğin buraya taşınacağı açıklaması olmuştur. Zira bu açıklama birçok Filistinli için kabul edilemez olmuştur ve buna karşılık Filistin halkı başlarındaki siyasilerin cılız tepkilerinden şikayetçidir. Bu sebeple özellikle halk hareketleri ve meydanlar halkın taleplerini dünyaya duyurma mekanları olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim bugün olayların yaşandığı noktada, Trump’ın kararı sonrasında Filistinli bir gazetecinin kurduğu çadırın kitlelere ilham kaynağı olduğu unutulmamalıdır.

Bunun akabinde geçtiğimiz günlerde İsrail’in çıkardığı yeni bir yasa ile İsrail Parlamentosu içişleri bakanlığına "terör örgütleri" olarak gruplandırılan örgütler ile alakası olduğu tespit edilen Kudüs’te yaşayan Filistinli Arapların süresiz oturum belgelerini iptal etme yetkisi verdi.  Peki bu son çıkarılan kanun ne anlama gelmektedir? Öncelikle bu kanuna gelene kadar aslında İsrail’in son dönemlerde Filistinli Müslümanları toplum içerisinde tedriç etme ve yıldırma politikalarının arttığının altını çizmek gerekmektedir. İsrail’in Filistin topraklarında ilk hedefledikleri durum ülkenin değişik bölgelerine inşa ettikleri yerleşkeler ile ülkedeki demografik yapıyı Yahudi nüfusu lehine çevirmek olmuştur. 1967 yılı sonrasında bunun bir devlet politikası olarak takip edildiğini biliyoruz. Elbette bu nüfus politikasında en önemli bölge Kudüs olmuştur. Tüm dinler için mukaddes kabul edilen Doğu Kudüs’ün o dönem içerisinde Müslümanların kontrolünde olduğu İsrailliler tarafından kabul edilmekteydi. Fakat kaybedilen savaşlar sonrasında 1967 yılında İsrail nihai olarak burayı işgal etmiş ve bugüne kadar bu işgalini sürdürmüştür.

Uluslararası hukuk çerçevesinde işgalci olarak kabul edilen İsrail devleti burayı 1967 yılından günümüze Yahudileştirmek için bir dizi politikalar silsilesini başlatmıştır. Bunlardan en önemlisi ve etkilisi yerleşkeler olmuştur. Bugün Doğu Kudüs’te yaklaşık 15’e yakın yerleşke içerisinde 200.000 civarında Yahudi yaşamaktadır. Buna karşılık doğu Kudüs’te yaşayan Filistinli sayısı 350.000 civarındadır. Bununla beraber düzenli olarak İsrail Hükümeti ve Kudüs belediyesi Doğu Kudüs içerisinde Filistinlilerin evlerini ruhsatsız yapıldığı veya başka birtakım gerekçelerle yıkmaktadır. Aslında İsrail’in 1973 yılında çıkardığı ve Doğu ve Batı Kudüs’te Filistinlilerin sayısının bu bölgedeki toplam nüfusun %22’sini geçemeyeceğini söyleyen kanun ise bu durumu özetlemektedir. Bu kanuna dayanarak Filistinlilere yerleşim yapımı ruhsatı hemen hemen hiç verilmez iken Yahudilerde ruhsat patlaması yaşanmaktadır.

Yerleşke siyasetinin yanı sıra Doğu Kudüs’ü Yahudileştirme açısından bir diğer siyaset Kudüs’ü bir bütün olarak Filistin’in geri kalan kısmından coğrafi olarak izole etme siyasetedir. Bu amaçla ilk olarak birinci intifada gerekçe gösterilerek İsrail, 1990 yılı itibari ile Batı Şeria toprakları içerisinde askeri kontrol noktalarının sayısını arttırmıştır. Bu noktalarla birlikte özellikle Kudüs dışında yaşayan Filistinlilerin Kudüs sınırları içerisine girmesi özel izinlere bağlanmıştır. İkinci intifada sonrasında ise 2002 yılı ile beraber İsrail Kudüs’ün etrafında ayrılık duvarını inşa etmeye başlamıştır. Geçiş noktaları sonrasında bu ayrılık duvarı aslında Kudüs’ü bir bütün olarak tamamen çevresinden izole etmiş olmaktaydı. 2002 yılında başlanan bu duvar 2016 itibari tamamlanmış ve uzunluğu yaklaşık 730 km olan bir yapı ortaya çıkmıştır. Bu Kudüs ve çevresi açısından asırlar boyunca konuşulan ve üzerinde ittifak edilmiş şehirlerin sınırlarını da hiçe sayması bakımında çok ciddi sonuçlar doğurmuştur/doğuracaktır.

Duvarın inşa edildiği yer dikkate alındığında İsrail işgali ile yerlerinden edilen ve Doğu Kudüs’ün banliyölerine gelip yerleşen Kudüs’te daimî ikametgahı bulunan yaklaşık 140 bin Filistinliyi duvarın dışında bırakmıştır. Bu durum onbinlerce Filistinliyi şehre giriş için belli birtakım geçiş noktalarına mecbur bıraktığı gibi bu insanların ekonomik, kültürel ve sosyal hayatlarında yıkıcı etkiler bırakmıştır. Bununla beraber duvarın dışında kalan kısımdan Kudüs belediyesi her türlü vergi ve fatura almayı devam ettirirken hizmet götürmeyi kesmiştir. Bu durum bu bölgede yaşayan Filistinlilerin günlük yaşantılarında ciddi olumsuz etkiler yaratmaktadır. Caddelerde toplanmayan çöpler, yol ihtiyacı, okulların ihtiyaçları ve daha birçok yerel hizmetten mahrum bırakılan bu bölgeler artık Filistinliler için yaşanmaz bir hale dönüştürülüyor.

Kudüs nüfusunu Yahudileştirme ve Kudüs şehrini coğrafi olarak Batı Şeria’nın geri kalan kısmından izole etme siyasetinde adeta son adım olarak geçen 10 Mart’ta çıkarılan kanun olmuştur. İsrail’in terör örgütleri ile bağlantılı olduğunu düşündüğü kişilerin oturumlarını iptal edebilmesine müsaade eden bu düzenleme Kudüs’te yaşayan Filistinliler ile Merkez yönetim arasında yeni bir sürecin başlayacağını göstermektedir. 1967 yılından 2016 yılında kadar değişik gerekçeler ile 14.500 kişinin Kudüs’te oturumu iptal edilmiştir. Bu kişiler şimdi çıkan bu yeni kanun ile birlikte şayet İsrail açısından tehdit oluşturulduğuna inanılıyorsa doğrudan oturumu iptal edilebilecek. Bu Filistin ve uluslararası otoriteler tarafından kınanmakla beraber Kudüs nüfusunu Yahudileştirme siyasetinin bir diğer adımı olarak değerlendirilmektedir.

Tüm bu yaşananlar ile birlikte geçtiğimiz Cuma günü Toprak günü ve akabinde 15 Mayıs’a kadar sürecek olan Büyük Dönüş Yürüyüşü (Mesîri’l-‘Avdeti’l-Kubra) başlamıştır. Bu gösteriler sadece Trump ve İsrail’e karşı değil Filistin halkı nezdinde inandırıcılığı kalmamış ve Filistinlilerin çıkarlarını temsil ettiğine inanılmayan siyasilerin duruşuna da bir tepki olarak değerlendirilmelidir. Bu gösterilerin çok kısa vadede olmasa da orta ve uzun dönem içerisinde çok ciddi yansımalarının olacağı aşikardır. Bir diğer önemli nokta Trump’ın; Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma kararını aldığı 2017 Aralık ayından bugüne, Türkiye ve Ürdün dışında, çok cılız tepki veren başta Filistinli politikacılar olmak üzere diğer Arap liderlerine karşı da Filistinli halkının kendi davalarını sahiplenme yürüyüşüdür. Son olarak Filistin halkı tüm politika ve askeri kavgaların arkasında çok daha büyük bir dram yani mülteci meselesine dikkat çekmiş oldu.