Filistin’de Malumu İlam Etmek

Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, Ramallah şehrinde 25 Temmuz 2019’da düzenlenen FKÖ Merkez Konseyi toplantısı ertesinde İsrail ile yapılan tüm anlaşmaların askıya alındığını ifade etmiş ve atılacak somut adımları belirlemek için bir komite kurulduğunu ilan etmiştir. Mahmud Abbas’ı bu açıklamayı yapmaya iten birçok neden bulunmaktadır. Bunların başında Trump ve Netanyahu’nun 2017’den itibaren Filistin’de uyguladığı politikalar gelmektedir.

ABD başkanları, 1948’de kurulduğu günden itibaren İsrail’in güvenliğini önceleyen politikalar geliştirmiştir. Bu çerçevede ABD İsrail’e askeri, teknoloji ve ekonomi gibi alanlarda yıldan yıla artan destek vermiş, BM’deki veto hakkını İsrail lehine kullanmıştır. İsrail’e bu güvenlik şemsiyesinin sağlanmasının ardında ABD’de faaliyet gösteren evanjelistlerin, Yahudi Lobi kuruluşlarının ve sermayesinin doğrudan etkisi vardır. Çünkü bu gruplar ABD başkanlık seçimlerini ve sonrasını etkileyen oy potansiyeline ve bürokratik güce sahiptir. Bu gerçeklik seçimleri kazanan adayların Ortadoğu’da İsrail eksenli bir politika benimsemeleriyle sonuçlanmaktadır. ABD başkanı Trump da bu sürece aile bağları ve Yahudi sermaye gruplarıyla kurulan dostluklar üzerinden dahil olmuş ve 2016 başkanlık seçimlerini kazandıktan sonra İsrail yanlısı politikaları hayata geçirmiştir. Çünkü Trump, evanjelistlerin, Yahudi Lobisinin ve sermayesinin ilk seçimlerde olduğu gibi 2020’deki ABD seçimlerinde oy desteğini almak istemektedir. Bu gruplar İsrail’e açıktan destek vermesi gerektiğini Trump’a her zaman ifade etmiş ve seçim kampanyasına ekonomik yardımda bulunmuşlardır. Trump, 2016 ABD başkanlık seçimlerinden önce Yahudiler adına lobi faaliyeti yürüten kurumlarda yaptığı konuşmalarda ya da Netanyahu ile yaptığı görüşmelerde Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyacağını vaat etmiştir. Bu nedenle Trump, İsrail’i ilgilendiren bölgesel konulara daha fazla müdahil olmakta ve tarihte hiçbir ABD başkanının vermediği kadar açık desteği Netanyahu hükümetine sunmaktadır. Bu çerçevede Trump, İsrail ve Filistin arasındaki sorunların çözümü için “Yüzyılın Anlaşması” isimli projesini gerçekleştirmek için damadı Jared Kushner’i Ocak 2017’de danışman atamıştır. Ardından kendisinin 2016 seçim kampanyasına katılan ve avukatlığını yapan David Friedman’ı 15 Mayıs 2017’de ABD’nin İsrail büyükelçisi atamıştır. Friedman, Filistinlilerin genişletilmiş bir özerklikte kalması ve Batı Şeria’daki Yahudi yerleşimlerinin devam etmesi gerektiğini savunan bir elçidir. Friedman, iki devletli çözümü desteklemeyen bir bakış açısına sahiptir. Ayrıca Friedman, ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton, ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ve Jared Kushner ile Yüzyılın Anlaşması projesini yürütmektedir. Bu projede Kushner ailesinin; Netanyahu ve seçim kampanyalarına maddi destek veren Yahudi sermayedar aileler ile olan dostlukları göz ardı edilmemelidir. Trump’ın İsrail’i destekleyen kararlarının tamamını Jared Kushner’in liderliğindeki bu bürokratik ekip aldırmıştır.

Yüzyılın Anlaşması şeklinde isimlendirilen projenin sahipleri günümüze kadar geçen sürede FKÖ, HAMAS, Filistin halkını olumsuz etkileyen ve İsrail’in güvenlik kaygılarını gözeten önemli adımlar atmıştır. Bunların başında ABD Başkanı Trump’ın Kudüs’ü 6 Aralık 2017’de İsrail’in başkenti ilan etmesi ve bunu resmen tanıması gelmektedir. Trump, bu adım ile Kudüs’ün statüsünü İsrail lehine tek taraflı değiştirmeyi hedeflemekteydi. Bunun diğer bir anlamı üç din açısından kutsal kabul edilen Kudüs’ün tek bir yönetime indirgenmesiydi. Her ne kadar Trump’ın kararı uluslararası çapta kabul görmese de ABD’nin önümüzdeki yıllarda Filistin’de uygulayacağı politikaların göstermesi bakımından önemliydi. FKÖ, HAMAS ve Filistin halkı bu kararı tanımadı ve protesto etti. Sonrasında ABD, bu tepkileri bahane ederek Filistin’i doğrudan ilgilendiren konularda bir dizi kararlar aldı.  

ABD, BM aracılığıyla Gazze ve Batı Şeria’ya çeşitli projelerde kullanılmak üzere maddi yardımda bulunmaktaydı. FKÖ ve BM’nin Gazze ve Batı Şeria’daki Filistin halkının ekonomik sorunlarını arttıracağı uyarısını yapmasına rağmen ABD, Ocak 2018 itibariyle BM nezdinde Filistin’e gönderdiği bu yardımı iptal etti. Ayrıca Trump, Jared Kushner ile Dışişleri Bakanı Mike Pompeo arasında yapılan toplantıda alınan karar doğrultusunda Filistinli Mültecilere Yardım Kuruluşu’na (UNRWA) ABD’nin yaptığı 200 milyon dolarlık yardımı 31 Ağustos 2018’de durdurdu. Yardım kuruluşunun yıllık bağış geliri içerisinde ABD’nin payı yüzde 30’a tekabül etmekteydi. Bu oranın kesilmesi Filistinli mültecilerin sağlık, eğitim gibi temel ihtiyaçlarını sekteye uğrattı. Bunların yanı sıra Trump, Filistin’de kanser gibi önemli hastalıklarının tedavisi için faaliyet gösteren hastanelere 25 milyon dolarlık mali desteği de iptal etti. Trump yönetiminin art arda aldığı bu kararlar ekonomik kesintilerle sınırlı kalmamıştır. Filistin Kurtuluş Örgütü’nün Washington’daki bürosunun kapatıldığı 10 Eylül 2018’de açıklanmıştır. Trump’ın, Yüzyılın Anlaşması projesi kapsamında aldığı kararlar İsrail’de Netanyahu hükümetini cesaretlendirmiştir.  Netanyahu, Batı Şeria ve Gazze’yi ekonomik anlamda olumsuz etkileyen birçok adım atmış ve Filistin halkının tepkilerine orantısız güç ile müdahale etmiştir.

Netanyahu hükümeti, İsrail’in yetkili birimlerinin Filistin hükümeti adına topladığı gümrük ve gelir vergilerinden aylık ödemesi gereken yaklaşık 190 milyon doları Aralık 2018’den itibaren aktarmamaya ve kesinti yapmaya başlamıştır. FKÖ’nün İsrail’in soruşturulması için uluslararası ceza mahkemesine başvurmasını da buna gerekçe göstermiştir. Daha sonra bu kesintiler kalıcı hale getirilmiştir. Ayrıca İsrail güvenlik kabinesi, 17 Şubat 2019’da Filistin hükümeti adına topladığı vergilerden Filistin yönetiminin tutuklu ve şehit yakınları için ayırdığı 139 milyon dolar tutarındaki ödeneği de kesmiştir. Netanyahu hükümetinin vergi gelirlerinin kesilmesiyle ilgili aldığı karar FKÖ ile 29 Nisan 1994’de imzalanan Paris Protokolü’ne hukuken aykırıdır. Çünkü Protokol’e göre İsrail karşılıklı ticaretten elde edilen gelirlerden toplanan vergileri Filistin yönetimine transfer etmekle yükümlüdür. Yani gelirlerin transferinde herhangi bir kısıtlama yapılmaması gerekmektedir. Ayrıca Paris Protokolü taraflar arasında başlatılan Oslo barış sürecinin somut bir sonucudur. Protokol, Oslo barış sürecinde görüşülmesi sonraya bırakılan Yahudi yerleşimleri, Filistinli mülteciler ve Kudüs’ün statüsü gibi nihai konulardan değildir. Aksine nihai konuların görüşülmesine imkân sunma ihtimali bulunan bir süreçtir. Buradan anlaşıldığı üzere Netanyahu hükümeti bugüne kadar yapılan barış görüşmelerini hukuken ihlal etmektedir. Bu kesintiler nedeniyle Filistin Hükümeti, sayıları 138 bini bulan memurların maaşlarını ödeyemez hale gelmiş ve ithalata bağlı ekonomi kötüleşmiştir. Haliyle bu durum Filistin halkının alım gücüne yansımıştır. Bu sorun hala devam etmektedir. Bunların yanı sıra Netanyahu hükümeti, Filistin halkının Gazze sınırında 30 Mart 2018’de başlattığı “Büyük Dönüş Yürüyüşü”ne çok sert askeri müdahalede bulunması talimatını vermiş ve neticede bugüne kadar 300’e yakın Filistinli öldürülmüştür. Bu müdahale sürecinin devam edeceği açıktır. Ayrıca Netanyahu, Batı Şeria’da Yahudi yerleşimleri için son iki yıl içerisinde birçok kez konut inşa etme kararı almıştır. En son 31 Temmuz 2019’da 6000 konut yapılacağı ilan edilmiştir. Böylelikle Batı Şeria’da İsrail hükümetleri tarafından kurulan 132 yerleşim yerinde yaşayan Yahudi sayısı yaklaşık 420.000’i geçmiştir. Ayrıca Netanyahu Batı Şeria’nın İsrail’e ait olduğunu da aynı gün ifade etmiştir. Netanyahu’nun söylemlerini ve eylemlerini sertleştirmesinin nedeni ABD’den aldığı destek ve 17 Eylül’de İsrail seçimlerinin tekrarlanacak olmasıdır. Geçtiğimiz Nisan ayında seçimler sonuçlanmasına, Netanyahu’ya hükümeti kurma görevi verilmesine rağmen bunu başaramamış ve seçimler yenilenmiştir. Muhtemeldir ki Netanyahu, genel seçimlere kadar sağ seçmeni kendi partisi etrafında konsolide eden açıklamalar ve adımlar atmaya devam edecektir.  

Trump yönetiminin attığı adımlar ve Netanyahu hükümetinin kararlarının temel hedefi Filistin Halkına “Yüzyılın Anlaşması” projesini kabul ettirmektir. Nitekim yukarıda anılan ekonomik, siyasi ve askeri kararlar ertesinde Filistin genelinde ekonomi çökme noktasına gelmiştir. Bu kararların sonunda Yüzyılın anlaşması şeklinde isimlendirilen proje 25-26 Haziran 2019’da Bahreyn’in başkenti Manama’da “Refah için Barış” sloganıyla Kushner tarafından ilan edilmiştir. Ekonomik konular ön plana çıkarılarak Filistin’in mali durumunun iyileştirileceğiyle ilgili sunumlar yapılmıştır. Yüzyılın anlaşmasından İsrail yanlısı bir karar çıkacağı netleşmeye başlamıştır. Şu ana kadar proje sahiplerinin yaptığı açıklamalar, sunumlar bu durumu göstermektedir.

Jared Kushner, ABD-İsrail hattında yan yana dizilen petrol sahibi Arap liderler ile yanan bir küre etrafında kurulan ittifakla süreci devam ettirmektedir. Arap liderler seviyesinde yürütülen görüşmelere Filistin halkını temsilen kimse katılmamıştır. Dahası, Jared Kushner henüz FKÖ ile projeyi görüşmemiştir. Ayrıca Filistin ve Müslüman halkların konuya dair görüşlerinin sorulmaması bu projenin orta vadede gerçekleşme ihtimalini zayıflatan önemli bir etkendir.

Görüldüğü üzere Mahmud Abbas’ın İsrail’le yapılan tüm anlaşmaları askıya almayı tartışmaya açması Filistin’de malumun ilamıdır. Yüzyılın Anlaşması projesiyle başlayan süreç Mahmud Abbas’ı bu karara yöneltmiştir. Abbas, eğer ismini vermediği anlaşmaları feshetme niyetinde ciddi ise öncelikle yapması gereken Filistin’de bulunan tüm gruplarla birlikte hareket ederek Filistin halkının tamamının desteğini almalı ve uzun vadeli bir planla hareket etmelidir. Aksi takdirde Filistin halkı nezdinde Abbas’ın liderliğinin tartışılma süreci hızlanacak ve halkın taleplerini göz ardı eden bir konuma düşecektir. Ayrıca Abbas, son iki yıl içinde Netanyahu hükümetinin Oslo sürecinden itibaren birçok görüşmeyi hukuken ihlal ettiğini Paris Protokolü örneğinden hareketle etkin bir diplomasiyle anlatmalı ve Filistin ekonomisinin çökmesinin İsrail’e maliyetinin daha fazla olacağını belirtmelidir. Abbas’ın, atacağı adımlar da gözetmesi gereken önemli bir nokta ise Oslo sürecinden vazgeçmemesidir. Çünkü Oslo süreciyle birlikte FKÖ’nün Filistin’deki otoritesi hukuken tanınmıştır. Buradan bir adım geriye gidilmemelidir.