Filo Krizinde Türkiye- İsrail Uzlaşmazlığı

Doç. Dr. Tarık Oğuzlu, Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü
Geçen senenin Mayıs ayında yaşanan filo krizinin detaylarını araştırmak üzere Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin yönlendirmesiyle oluşturulan Palmer Raporu’nun açıklanması Türkiye tarafında hayal kırıklığı, İsrail tarafında da bir tatmin duygusu sağlamıştır. Fakat, bu durum,  tarafların ikili ilişkilerinde sözkonusu olan gerçek sorunları görmemizi engellememelidir. Her ne kadar mantıklı görünmese de, tarafların şu anki pozisyonlarını anlamada geçmişte yaşananlar en doğru rehber olmayabilir.
 
Evet, Türkiye ve İsrail Ortadoğu Bölgesi’nde demokratik-laik ve yüzü Batıya dönük iki devlettir.
 
Evet, bu iki devlet benzer tehdit algılamalarına sahip olduklarında geçmişte yakın stratejik, ekonomik ve askeri işbirliği geliştirebilmişlerdir.
 
Evet,Türkiye, çoğunluğu Müslüman nüfusa sahip olan ülkeler arasında İsrail’i egemen devlet olarak tanıyan ilk ülkedir.
 
Evet, A.B.D. “en güçlü batılı devlet olarak” kendi Ortadoğu politikaları bağlamında Tüğrkiye ile İsrail arasında yakın ilişkiler kurulmasına her zaman destek vermiştir.
 
Evet, Avrupa Birliği, üye olmak isteyen Türkiye ile A.B’nin Doğu Akdeniz politikalarının bir parçası olan İsrail arasında Batılı değerlerin bu bölgelere yayılması ve bu bölgeden kaynaklanabilecek tehditlerin önlenmesi bağlamında yakın ilişkiler kurulmasından memnun olacaktır.
 
Evet, Türkleri ve Yahudileri birbirine yakınlaştıran güçlü tarihsel bağlar vardır. Sadece, Osmanlı İmparatorluğu 15. ve 16. yüzyıllarda Yahudi düşmanı Hristiyanların zulmünden kaçmak isteyen Yahudi göçmenlere kapılarını açmamış, aynı zamanda yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti, İkinci Dünya Savaşı öncesi Nazi rejiminin elinden kurtulmaya çalışan Yahudilere ev sahipliği yapmıştır.
 
Her ne kadar bahsi geçen bu faktörler, Türkiye ve İsrail’in 1990’lı yıllarda yakın işbirliği yapmalarını kolaylaştırmış olsa da, geçtiğimiz on yıl içinde ilişkilerin aynı seviyede sürdürülebilmesini garanti edememiştir.
 
Evet, geçen on yılda Türkiye Ak Parti tarafından yönetilmekte ve Parti Üst Yönetiminin Araplara karşı olan sempatisi ve belli bir dozda da olsa İsrail karşıtı düşünceleri bilinmektedir.
 
Evet, İsrail 2000’lerden bu yana genellikle sağcı hükümetler tarafından yönetilmektedir ve bu sağcı yönetimlerin George W. Bush’un Ortadoğu politikasının şekillenmesinde etkili bir rol oynayan “yeni muhafazakâr” çevreleri desteklediği bilinmektedir.
 
Evet, Türkiye’nin son yıllarda “en azından Arap Baharı başlayana kadar” Suriye ve İran’la ilişkilerini geliştirmesi hem Türkiye’nin güvenlik algılamasını olumlu yönde etkilemiş, hem de İsrail’in desteğine olan ihtiyacın azalmasını mümkün kılmıştır.
 
Evet, Irak Savaşı sonrasında Ortadoğu’da yükselişe geçmeye başlayan Şii nüfuzu “İsrail’in kuşatılmışlık psikolojisini” güçlendirmiş ve bunun neticesinde de, Türkiye ve İsrail’in güvenlik algılamaları birbirinden uzaklaşmaya başlamıştır.
 
Bütün yukarıda değindiğimiz bu faktörler iki ülke arasındaki ilişkilerin “özellikle de 2008’in sonlarındaki Gazze Savaşı ve 2009 Ocak ayındaki Davos Krizi’nden bu yana” kötüleşmesine bir dereceye kadar açıklıyor olsa da, iki ülkenin filo krizi bağlamında takındıkları Maximalist pozisyonlarını ve Palmer Raporu’nu farklı şekillerde yorumlamalarını açıklayamamaktadır. Bir taraftan Türkiye, İsrail’in ölen dokuz Türk vatandaşı için özür dilemesini, ölenlerin ailelerine tazminat ödemesini ve Gazze üzerindeki ambargonun kaldırılmasını talep ederken, diğer taraftan İsrail resmen özür dilemeyi ve ambargoyu kaldırmayı kabul etmemektedir, sadece ölenlerin yakınları için tazminat verilmesini uygun bulmaktadır. Buradaki kritik soru, tarafların neden birbiriyle 180 derece zıt tutumlar takındığıdır.
 
Bu bulmacayı nasıl çözmek gerekir? İlk olarak, Türkiye ve İsrail’in Arap Baharı bağlamındaki gelişmeleri özellikle de kendi güç imkânlarını etkilemesi oranında farklı yorumladıkları görülmektedir. Görünen odur ki, Türkiye bu olayların kendisinin bölgedeki “çekim gücünü” arttıracağına inanmaktadır, İsrailli yetkililer ise Arap Baharı sonrasında İsrail’in kuşatılmışlık psikolojisinin daha da pekişeceğine inanmaktadırlar. Mısır, Suriye ve Ürdün’de İsrail-karşıtı güçlerin özellikle İslamcıların iktidara gelebilmeleri olasılığı İsrail’in korkularını daha da arttırmaktadır. Bu farklı okumalar, İsrail’in neden Türkiye’nin taleplerini kolayca yerine getiremediğini açıklamaktadır. İsrail için risk oluşturan şey, İsrail’in Türkiye’ye boyun eğmesinin İsrail’in bölgede iktidara gelmesi muhtemel yeni Arap rejimlerine karşı elini zayıflatmasıdır. İsrail için önemli olan İsrail’in yenilemez olduğu fikrinin devam etmesidir. Bazı gözlemcilere göre, Netenyahu hükümetinin Türkiye’ye karşı alttan almasını zorlaştıran ana unsur, Türkiye’nin bahsi geçen taleplerinin yerine getirilmesinin iki ülke arasındaki kriz ortamını ortadan kaldırmayacağıdır. Krizin yapısal sebepleri ortada olduğu müddetçe “özellikle Türkiye’nin bölgesel liderlik arzuları ve aşırı Filistin yanlısı tutumu” filo krizinin tatlıya bağlanması iki ülke ilişkileri bağlamında birşeyi değiştirmeyecektir.
 
Krizin çözümünü zorlaştıran ikinci önemli sebep, Türkiye’nin sadece İsrail’in tutumuna ilişkin yasallık bağlamında ortaya attığı görüşleri değil, aynı zamanda Ortadoğu bölgesinde oynamaya çalıştığı “ düzen kurucu” rolün meşruiyeti çerçevesinde taşıdığı endişelerdir. Türkiye, İsrail’in kendisini uluslararası hukukun üstünde görmeye devam ettiği ve Arap ülkelerine istediği bir barışı dayatabileceğine inandığı müddetçe Ortadoğu’da “düzen kurucu” rolü oynayamayacağına inanmaktadır. Türkiye, bölgede daha kapsayıcı, daha temsili ve daha adil bir düzenin kurulabilmesi için İsrail’in askeri anlamda bir” kabadayı” olarak hareket etmemesi gerektiğini düşünmektedir.  Bu bağlamda bazı kesimler, Türkiye’nin uzlaşmazlığının altında yatan asıl sebebin, Türkiye’nin İsrail’den ziyade, Arap kamuoyuna olumlu sinyaller göndermek istediğini dile getirmektedirler.
 
Türkiye’nin taviz vermez tutumunu mümkün kılan bir diğer faktör Türkiye’nin uluslararası toplumun kendi arkasında olduğuna inanmasıdır. Bu çerçevede, Türkiye’nin orta vadedeki amaçlarından bir tanesi, A.B.D’nin “İsrail’e koşulsuz destek” politikasının “bölgedeki diğer aktörlerin görüşlerine daha fazla önem verme” politikasıyla yer değiştirmesini sağlamaktır. Özellikle vurgulanması gereken bir nokta, A.B.D’nin iki ülke arasındaki mevcut krize yaklaşımının kendisinin Türkiye’nin Ortadoğu’da oynamaya çalıştığı kendine güvenli ve iddalı politikayı nasıl gördüğünün anlaşılmasında bir ipucu oluşturduğudur. Türkiye-İsrail ilişkileri burada da anlatıldığı gibi, Türkiye-İsrail ilişkilerinden daha fazla bir şeydir.