Fırat ve Dicle Üzerinde Su Siyaseti: Türkiye Güney Komşularına Karşı Suyu Bir Silah Olarak Neden Kullanmıyor ve Kullanmayacak?

Yrd. Doç. Dr. Vakur Sümer, ORSAM Danışmanı, Selçuk Üniversitesi
Fırat ve Dicle nehirlerinin kıyıdaşları arasındaki sınıraşan su ilişkileri, genel olarak savaş eğilimini içkin bir şekilde resmedilmekte ve  “sıcak noktalar” arasında sayılmaktadır.1990larda popülerliğinin zirvesine ulaşan ve genellikle havzada artan sulama ve gittikçe yükselen nüfus oranları ile daha da şiddetlenen ciddi su kıtlığı üzerine temellendirilmiş su savaşı senaryoları, Fırat-Dicle sınıraşan havzasının gelecekte bir gün sıcak çatışmaya sahne olacağını öngörmektedir.

Su hegemonyası literatürü de benzer bir biçimde Türkiye’yi su hegemonu olarak gösterme eğilimindedir. Fırat ve Dicle nehirlerinin kaynaklarına sahipliği yapan avantajlı coğrafi konumu ve oldukça büyük rezerv kapasitesi göz önüne alındığında Türkiye’nin “oyunun kurallarını” dikte etme konusunda oldukça güçlü olduğu savunulmuştur. Dahası Türkiye’nin istediği zaman “vanayı kapama” gücüne sahip olduğu da öne sürülmüştür. Bu durum her ne kadar teorik düzeyde doğru olsa da geçmişte gerçekleşmemiştir ve Türkiye’nin Fırat’ın ve Dicle’nin sularını başka yöne saptırmayacağına ya da diğer kıyıdaşları sulardan mahrum bırakmayacağına işaret eden bir çok neden bulunmaktadır. Türkiye’nin, Türkiye-Suriye ilişkileri kapsamında, suyu bir silah olarak kullanmayacağını resmi olarak ifade etmiş olduğu gerçeği de unutulmamalıdır.

Her şeyden önce, suyun bir silah olarak kullanılması yalnızca Türkiye’nin komşuları tarafından değil uluslararası toplum tarafından da dostane olmayan bir yaklaşım olacak algılanacaktır. Suyun kesilmesi, karar alıcı elitlerden çok kitlelere zarar verecektir. Dolayısıyla yönetici elite karşı iyi bir koz niteliğinde değildir. Suyun Türkiye tarafından kesilmesi toplumlarda, hükümetlerine yönelik bir baskı elbette yaratacaktır ancak gün sonunda suçlanan taraf bu hükümetler değil Türkiye olacaktır. Bir silah olarak kullanılması halinde en çok en zayıf olanı etkileyeceği için su, ayrı gözetmeyen (indiscriminate) bir araç olacaktır. Türkiye, bu tür bir eylemin Türkiye’nin saygınlığına zarar vermekle kalmayıp uluslararası toplumda yumuşak gücünden faydalanarak bölgesinde ve hatta ötesinde istikrarı sağlama niyetini zedeleyeceğinin de farkındadır. Ani reaksiyonların yanında, böylesi bir davranış Irak ve Suriye’de süresi belirsiz kırgınlıklara da neden olacaktır.

İkinci olarak ise, iklim değişikliğinin etkileri altında su bir varlıktan çok bir yük haline gelmektedir.  Açıklamak gerekirse; Suriye’deki iç savaşta görüldüğü gibi bir ülkedeki insanların yerlerinden edilmesi bölgedeki diğer ülkeler için de bir sorun haline gelebilmektedir. 2007 ve 2008 yıllarında yaşanan uzun süreli kuraklık tarıma (ve suya) bağımlı insanların kırsal kesimlerden şehir merkezlerine doğru göç etmelerinde tetikleyici bir rol oynamıştır. Bunun sonucunda bu insanlar sonrasında geniş ölçekli bir iç savaşla sonuçlanan  Suriye ayaklanmalarının fitilini ateşlemiştir. Ve nihayet, yaklaşık 2 milyon insanın Türkiye’ye giriş yapması, genellikle alıcı ülkedeki sosyal istikrarı zayıflatıcı şekilde çok çeşitlikonuları gündeme getirmiştir. Böyle bir arka planda, belki de sezgisel olmayan biçimde, Irak ve Suriye’deki insanlara su sağlanması Türkiye’nin kendi çıkarınadır ve gelecekte de öyle olmaya devam edecektir. Bu anlamda, bu ülkelere sürekli su akışının sağlanması yatıştırıcı ve dengeleyici bir etki sağlayabilir, ancak bu etki abartılmamalıdır. Örneğin; Irak ve Suriye’deki IŞiD terör örgütüne bu şekilde su sağlamak aynı etkiyi göstermeyecektir. Normal koşullarda ve rasyonel hesaplamalar üzerinden hareketle, Türkiye; Bereketli Hilal’deki nehirlerin suyunu keserek -ya da çok büyük ölçüde azaltarak- komşularına zarar vermeyecektir.  Başka bir deyişle, bir maliyet-fayda analizi senaryosunda, suyu kesmenin maliyeti suyun sağlanmasının maliyetini aştığı sürece Türkiye Fırat ve Dicle’den adilânebiçimde su vermeye devam edecektir.

Üçüncüsü, Fırat ve Dicle nehirlerinin suyunu yönlendirmek veya kesmek, teknik olarak oldukça zordur. Türkiye’deki rezervuar kapasiteleri önemli ölçüde büyük olsalar da uzun süreler su tutmaya elverişli değildir. Akış halinde bir madde olan su bütünüyle ve sonsuza kadar saklanamaz. Bu nedenle petrol üretiminin askıya alınması yoluyla başarıya ulaşan petrol ambargolarının aksine suyun salınması gerekmektedir. Bu özelliği nedeniyle suyun bir silah olarak kullanılması ters etkide bulunarak,  hiçbir fayda sağlamamanın da ötesinde kızgınlık üretecektir.

Kısacası, Fırat-Dicle sınıraşan havzasına yakından bakıldığında, telaşlandıran argümanların aksine, büyük ekonomik varlığı, NATO tarafından desteklenen askeri yapısı ve avantajlı yukarı kıyıdaş pozisyonuna rağmen Türkiye’nin, güney’deki aşağı kıyıdaş komşularına makul ve adilâne su akışını sağlamaya devam edeceği gerçeği görülecektir. Suyun bir silah olarak kullanılması, Fırat-Dicle Havzası kapsamında makul olmayan bir ihtimal olarak kalmaya devam edecektir.