Geçmişten günümüze Türkiye-Suriye İlişkilerinde Sınıraşan Sular

Dr. Tuğba Evrim Maden, Araştırmacı ORSAM Su Program temaden@gmail.com
Türkiye-Suriye ilişkilerinde su meselesi, 1950’li yıllarda iki ülkenin de su kaynaklarından yararlanma projeleriyle başlamıştır. İki ülke bu çerçevede 1954 yılından sonra kendi baraj projelerini gerçekleştirmişlerdir. Bu dönemde, Türkiye’deki su kaynaklarının planlanması, yönetimi, geliştirilmesi ve işletilmesini sağlamak üzere kurulan Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü tarafından sırasıyla Fırat Nehri üzerinde Keban, Karakaya ve Atatürk Barajları inşa edilmiştir. Suriye’de de ülkenin en önemli su kaynakları arasında yer alan Asi ve Fırat Nehirleri üzerinde çeşitli baraj projeleri hayata geçirilmeye başlanmış, 1968 yılında ülkenin en büyük barajı olan Tabka Barajı inşa edilmiştir.
 
Keban ve Tabka Barajlarının dolumu ve Atatürk Barajı’nın inşası süreçlerinde Fırat-Dicle havzası kıyıdaş ülkeleri Türkiye, Irak ve Suriye arasında sıkıntılı bir dönem yaşanmıştır. Özellikle Irak, Tabka Barajı’nın su tutulması sırasında kendisine ulaşan su miktarının azalması konusunda Suriye’ye ciddi tepkiler göstermiştir.
 
Havza ülkelerinin su projelerine devam ettiği bu süreçte, Dicle-Fırat Havzası sularının etkin, akılcı ve hakça kullanılabilmesi için 1981 yılında Türkiye ve Irak arasında Ortak Teknik Komite (OTK) kurulmuştur. 1983 yılında Suriye de OTK’ya katılmıştır. Görüşmeler 16. OTK toplantısından sonra 1992’de kesilmiştir. Bununla birlikte, 2007 yılında üçlü görüşmeler tekrar başlatılmış, gerek teknik gerek bakanlar düzeyinde toplantılar yapılmıştır.
 
Türkiye ile Suriye arasında 1987 yılında imzalanan Protokol ile Türkiye tek taraflı olarak kıyıdaş üç ülke arasında nihai bir anlaşmaya varılıncaya kadar Fırat Nehri’nden Suriye’ye saniyede ortalama 500 metreküp su bırakmayı kabul etmiştir. Türkiye bu taahhüdünü 27 yıldır yerine getirmektedir.
 
1990 yılında Suriye ve Irak arasında, Türkiye’ye haber vermeden yapılan bir anlaşmayla Türkiye tarafından Suriye’ye bırakılan suyun yüzde 58’i Irak’a tahsis edilmiştir.
 
1998 yılında Türkiye ile Suriye arasında imzalanan Adana Mutabakatıyla ticaretten turizme uzanan geniş ölçekli bir işbirliği zemininin hazırlanması sağlanmış, bu kapsamda 2001 yılında GAP Bölgesel Kalkınma İdaresi ile Suriye Arazi Kaynakları Genel Kuruluşu (GOLD) arasında su kaynakları konusunda bir işbirliği protokolü imzalanmıştır.
 
Devamında, 2004 yılında karşılıklı resmi üst düzey ziyaretlerle iki ülkenin ilişkileri olumlu bir yönde gelişmiştir. Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi (YDSK) toplantıları iki ülkenin işbirliğinin daha da geliştirilmesini sağlamıştır. 2009 yılında düzenlenen YDSK toplantısında kararlaştırılan Asi Nehri üzerinde iki ülke sınırında ortak bir baraj inşa etme projesi 6 Şubat 2011 tarihinde iki ülkenin liderleri ve bakanlarının katılımı ile gerçekleştirilen temel atma töreniyle başlatılmıştır. O dönemde bu işbirliği, Orta Doğu’da su sorunlarının karşılıklı anlayış ve işbirliği ile çözülebileceğine önemli bir mesaj vermiştir.
 
Geçtiğimiz hafta Suriye ve Irak’a ait yayın organları Türkiye’nin Suriye’ye Fırat Nehri’nden akan suları kestiğini, bu hareketiyle Suriye’yi tehdit ettiğini ve diğer kıyıdaş ülke Irak’ı da susuz bıraktığını iddia etmiştir. Esasen bu iddiaların asılsız olduğu gerek Irak ve Suriye, gerek uluslararası kamuoyu tarafından bilinmektedir.
 
Türkiye’nin bugüne kadar izlediği su politikalarında suyun insan hayatı ve kalkınma için önemi öncelikli olmuş ve su kaynakları bir tehdit veya baskı unsuru olarak kullanılmamıştır. Türkiye’nin sınıraşan sular politikası, uzun süredir takip edilen tutarlı bir politika olup, suların kıyıdaş ülkeler tarafından hakça, makul ve optimum olarak tahsisini ve bütüncül yönetimini öngörmektedir.
 
Türkiye’nin taraf olmadığı, fakat Irak ve Suriye’nin taraf oldukları 1997 BM Uluslararası Suyollarının Ulaşım Dışı Amaçlarla Kullanımına İlişkin Sözleşme’nin yürürlüğe girmesinin hemen akabinde medya organlarında Türkiye’yi hedef alan haberlerin çıkması dikkat çekicidir. Yanlış ve taraflı bilgiler içeren bu haberlerin, içinde bulunduğumuz dönemde Türkiye üzerinde su meselesiyle ilgili baskı yaratmak amacıyla kullanıldığı aşikardır.