Gerginleşen Türkiye Suriye İlişkileri ve Su

Dr. Seyfi KILIÇ, ORSAM Su Araştırmaları Programı Danışmanı, Aksaray Üniversitesi Ulus
Arap baharı olarak adlandırılan ve Tunus’ta başlayarak neredeyse tüm Arap ülkelerinde kendini hissettiren olaylar şu an için yuğun olarak kendini Suriye’de göstermektedir. 17 Mart 2011 tarihinde Suriye’nin güney şehirlerinden olan Deraa’da başlayan olaylar ülkenin diğer bölgelerine de yayılmış durumdadır. Küçük çaplı gösteriler sayılmazsa Şam ve Halep dışında neredeyse tüm şehirlerde gözlenen ayaklanma hareketi, Suriye yönetiminin şiddetli tepkisiyle karşılaşmıştır. Suriye yönetimi isyan hareketinin görüldüğü yerleşim birimlerine mevcut güvenlik güçlerinin yetersizliği üzerine ordu birlikleri sevk etmiştir. Ordu birliklerinin olaylara ağır silahlarla müdahalesi ve bunun sonucu olarak çok sayıda insanın hayatını kaybetmesi ile birlikte ayaklanmanın uluslararasılaşmasını kolaylaştırmıştır.

Müslüman Kardeşler örgütünün Hama şehrinde Suriye yönetimine karşı isyan hareketini başlattığı Şubat 1982’den bu yana en ciddi ayaklanma olarak görülen olaylar nedeniyle Türkiye ile Suriye arasında gergin bir politik ortam doğmuştur.

Türkiye Suriye ilişkileri uzun yıllar boyunca soğuk savaşın getirdiği blok politikası ile şekillenmiştir. Söz konusu dönemde, iki ülkenin farklı bloklarda yer almış olması nedeniyle sağlıklı bir ilişki kurulamamıştır. Soğuk savaşın sona erdiği 1990’lı yıllarda da iki ülke ilişkileri Suriye’nin PKK terör örgütüne verdiği destek nedeniyle gergin seyretmiştir. 1998 yılında imzalanan Adana Mutabakatı ile iki ülke arasında güvenlik konusunda işbirliği başlamış ve 2000 yılında Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad’ın cenazesine Türkiye Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in katılımı ile sıcak ilişkiler kurulma dönemine girilmiştir.

Türkiye Suriye ilişkileri Arap Baharı olarak adlandırılan halk hareketleri Suriye’ye sıçrayana kadar yoğun bir şekilde gelişmeye devam etmiştir. Ancak 17 Mart 2011 tarihinde Suriye’de başlayan isyan hareketi ile birlikte Türkiye’nin almış olduğu eleştirel tavır nedeniyle ilişkiler tekrar gergin bir hal almaya başlamıştır. Türkiye Suriye ilişkilerindeki yaşanan bu gerginlik uzun yıllar boyunca devam eden gerginlikten farklı olarak değerlendirilmelidir. Daha önceki zamanlarda gerek güvenlik gerek su konusunda yaşanan gerginliklerde Suriye, Arap dünyasının desteğini arkasına alabilmekteydi. Özellikle Fırat-Dicle havzasında su kullanımına ilişkin 1965 yılından bu yana devam eden ihtilafta Suriye daima Arap Birliği’nin desteğini arkasına alabilmiştir. Ancak son gelişmeler ile birlikte gerginleşen Türkiye Suriye ilişkilerinde Arap Birliği’nin Suriye’den yana tavır koymadığı gözlemlenebilmektedir. Aksine Suudi Arabistan, Katar ve Bahreyn Büyükelçilerini Şam’dan çekerek, Beşar Esad rejimine olan tepkilerini ortaya koymuşlardır.

Türkiye Suriye ilişkilerini uzun yıllar meşgul eden güvenlik sorununun yanı sıra, iki ülke arasında su sorunu olduğu da herkes tarafından bilinen bir gerçektir. Türkiye’den doğduktan sonra Suriye ve Irak’ı kat ederek Dicle ile birleştikten sonra Basra Körfezi’ne dökülen Fırat nehrine ilişkin yukarıda da belirtildiği gibi 1965 yılından bu yana bir sorun bulunmaktadır. Suriye özellikle 1980’li ve 1990’lı yıllarda PKK terör örgütüne verdiği destek ile su ve güvenlik konuları arasında bir bağ kurmaya çalışmıştır. İki ülke arasında 1987 yılında imzalanan Protokole göre Türkiye sınırdan saniyede 500 m3 su bırakma taahhüdünde bulunmuştur. Türkiye Suriye’nin PKK’ya verdiği desteğe rağmen bu konudaki yükümlülüğünü yerine getirmiş ve su ile güvenlik konuları arasında bir ilişki kurulmamasına özen göstermiştir.

Suriye’de 2011’in Mart ayında başlayan olayların ciddi can kayıplarına yol açması ile beraber Türkiye, Esad yönetimine bir takım uyarılarda bulunmuştur. Son olarak Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun 9 Ağustos 2011 tarihinde gerçekleşen Şam ziyareti ise, Türkiye’nin Esad yönetimine yaptığı son uyarı olarak basında yer almıştır. Özellikle batılı basın kuruluşlarında Türkiye’nin olası bir askeri harekatından bahsedilmeye başlanmıştır. Böyle bir harekat olası görünmese de Türkiye’nin su kartını kullanarak Suriye’yi sıkıştırması dile getirilebilecektir. Ancak Türkiye, Suriye’den destek alan PKK terörünün en yoğun yaşandığı yıllarda dahi suyu Suriye için bir tehdit aracı olarak kullanmamıştır. Günümüz şartlarında da bu Türkiye’den beklenebilecek bir davranış değildir. Çünkü su konusunun teknik bir konu olmaktan çıkıp siyasi bir araç olarak kullanılması, Suriye’deki sonraki birkaç nesil üzerinde de psiko-siyasi bir etki bırakacaktır. Bu durum ise Türkiye’nin uzun yıllardan bu yana sürdürdüğü su politikasına tezat oluşturacaktır.