Bakış

Hristiyanlığın Ortadoğu’daki Teopolitik Ağırlığına İlişkin Bir Değerlendirme

Ortadoğu ve Doğu Akdeniz coğrafyası, jeopolitik ve uluslararası ilişkiler anlamında çok önemli bir konuma sahipken dünyevi dengelerin ötesinde üç İbrahimî dinin doğuş ve yayılış sahası olması sebebiyle de iki bin yılı kapsayan tüm teopolitik tartışmaların odağında olmuştur. Teolojinin tarih ve siyaset ile kesiştiği bu coğrafyada, sarmal tartışmaların dünya durdukça devam edeceği aşikârdır. Hristiyan devletlerin bölgeye işgal, misyoner yayılmacılığı, kültürel etkileşim, manda idaresi, politik baskı gibi dönemsel politikalar ile nüfuz etmeye çalışmasının ve bu etkinin altında yatan teopolitik motivasyonların da değerlendirilmesi reel politik denklemlere çok daha geniş bir bakış açısıyla yaklaşmamıza yardımcı olacaktır.

Hristiyanlık, Yahudiliğin revizyonu iddiasıyla başlattığı inanç sistematiğini Hz. İsa’dan sonra gelen havariler ve kiliseler vasıtasıyla bir din sistematiğine dönüştürmüştür. Bu doğrultuda Hristiyanlığın, Yahudiliğin revizyonundan öte bir din olarak bütün insanoğluna tebliğ edilmesi ise şüphesiz Hz. İsa sonrasındaki Hristiyan din adamlarının dine dair görüş ve yönlendirmeleri ile disipline edilmesiyle olmuştur. Hz. İsa’dan sonraki bin yıl içerisinde Ortadoğu’dan Avrupa, Asya ve Afrika’ya doğru yayılan Hristiyanlık inancı Hz. İsa’dan sonra gelen din âlimlerinin ve Tanrı’nın yönetimini temsil ettirmeye çalıştıkları kiliselerinin ayrışması ile tüm insanlara ulaşmaya çalışan fakat gün geçtikçe parçalanan bir yapıya doğru evrilmiştir. Analizimizin merkezinde yer alan Ortadoğu’yu örnek gösterecek olursak ilk bin yıldaki bölge hâkimiyeti Roma İmparatorluğu’nun bölünmesi ile Doğu Roma ve Ortodoks Hristiyanlarda kalırken; ikinci bin yılın başlangıcında, Hristiyanlığın doğduğu toprakları İslam fetihlerinden koruma misyonu ve Haçlı Seferleri’nin tanzimi ise Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğu’nun nüfuz sahasındaki Katolik Hristiyanlara ait olmuştur. Ortadoğu toprakları, Hristiyanlığın bölünmesi ve devletler seviyesinde temsilinin farklılaşması sebebiyle Hz. İsa’dan sonra ikinci bin yılın ikinci yarısından itibaren Hristiyan nüfusun sürekli azaldığı bir coğrafya olmuştur.

Öte yandan Irak, Suriye, Filistin, Hicaz ve Mısır’ın 16. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu egemenliğine girmesi, Ortadoğu Hristiyanları açısından ne kadar bölünmüş bir yapıda olsalar da “millet” sistemi içerisinde kendi alt kümelerinin teamüllerini, Osmanlı kanunlarının koruyuculuğu altında icra edebilmelerini sağlamıştır. 1517’den 1820’ye kadar Ortodoks, Katolik ve bağımsız Doğu Kiliselerine bağlı olan Ortadoğu’daki Hristiyan âlemi; Osmanlı İmparatorluğu’nun duraklama ve dağılma dönemlerinde Batılı ülkelere verilen imtiyazlar neticesinde Batı ile kültürel ve siyasi etkileşime açık topluluklara dönüşmeye başlamıştır. Osmanlı yönetimi tarafından 1847’de resmen tanınmalarının ardından bu denkleme Protestanlar da eklenmiştir. Kapitülasyonların genişletilmesi, Islahat Fermanı, yabancıların Osmanlı topraklarında mülk edinebilmesine dair kanun ve zayıflayan Osmanlı ekonomik gücüne çare olması adına Avrupalı devletlere verilen siyasi imtiyazlar Batı’nın korumaya hevesli olduğu Ortadoğu’daki Hristiyan cemaatleri millet sistemi içerisinde imtiyazlı bir konuma yükseltmiştir.

Ortadoğu’da Hristiyan teopolitiğinin mezhepsel ve millî anlamda mücadelelerini incelemek, bin yılı aşkın süredir İslam devletlerinin kesin hâkimiyeti altında olan bu coğrafyada, cemaat ve kiliselerinin menfaatlerini koruma ya da dinî teamüllerin her mezhep ve cemaat için bozulmadan yayılıp gelecek nesillere aktarma mücadelesinin sonuçlarını ortaya koyacaktır. Hâlbuki ikinci bin yılda, Avrupa’nın ve Anglo-Amerikan geleceğin mihmandarlığı altındaki Hristiyanlık, başlı başına milletlerarası mücadelenin merkezinde yer almıştır. Ortadoğu’nun kontrolü İslam sancağının gölgesinde kalsa da Batılı devletlerin kendi içlerinde barındırdıkları mezhepsel ve toplumsal dengeler doğrultusunda Ortadoğu’daki Hristiyanlığa dair her şeye temas ettiklerini tarih defalarca karşımıza çıkartmıştır. Bu temas kimi zaman bir batılı devletin belirli etnik ve mezhepsel gruplar için yönelik kurduğu bir yetimhane olurken kimi zaman da belirli bir cemaate yönelik pasaport ve sığınma hakkı verilmesi olmuştur. Günümüzde Ortadoğu’daki modern devletlerin sınırları içerisinde bulunan Hristiyan mabetlerinin restorasyonundan tutalım da Ortadoğu Barış Süreci’ndeki İsrail veya Filistin taraflarından herhangi birinin argümanlarının desteklenmesine kadar geniş bir yelpazede “Hristiyanlık” teması üzerinden çeşitli politikalar üretilebilmektedir. Günümüz Ortadoğusunda Hristiyan teopolitiği, hem “yumuşak güç” hem de “sert güç” barındıran “akıllı güç” kavramının sıklıkla kullanıldığı bir saha olmuştur. Kültürel etkileşim, filantropi ve kamu diplomasisi alanlarında sahaya “yumuşak güç” çerçevesinde nüfuz edilirken insani müdahale, barış planı taslakları, uluslararası hukuka mugayir işgallerin tanınması ve silah satışı/ambargosu gibi “sert güç” kullanımı da yine Hristiyan teopolitiğinin bölgede azalan Hristiyan nüfusa rağmen aşikâr bir görünümü olduğunun ispatıdır.

Hristiyanlığın etken bir motivasyon olarak kullanıldığı siyasi hamlelerin ve Anglo-Amerika / Avrupa hattının Ortadoğu Hristiyanları ile olan etkileşimine dair yazılacak değerlendirmelerin oldukça geniş bir külliyat oluşturmasına rağmen Hristiyan teopolitiğini Ortadoğu’da etkin bir unsur olarak kullanmaya çalışan devletlere kısaca göz atmamız bize Batılı devletlerin Ortadoğu politikalarının temelde hangi güdülenmelere dayandığına dair bir bakış açısı kazandıracaktır. Rusya-Yunanistan aksı, Fransa-Papalık aksı, Anglo-Amerikan-Cermen aksı gibi üç temel düzeyde devletlerin “Hristiyanlığı” merkeze alan benzer ve farklı hareket tarzlarını değerlendirmek günümüz Ortadoğusunda Hristiyan teopolitiğini anlamlandırmamız için önemlidir.